Generic selectors
Exact matches only
Search in title
Search in content
Post Type Selectors

Tenisçi Dirseği (Lateral Epikondilit) Nedir? Tedavisi Nelerdir?

Tenisçi dirseği sadece tenis sporcularının değil hemen herkesin başına gelebilen bir sorundur. Adının tenisçi dirseği olmasının sebebi bu hastalığın kollarının ve bileklerini sık kullanan tenisçilerde daha fazla görülmesidir. Tenisçi dirseğinin birden fazla belirtisi vardır ve semptomlarını erken tanı ve tedavi ile kontrol altına almak mümkündür. “Tenisçi dirseği nedir?, ”Tenisçi dirseği tedavisi nasıldır?” gibi konuyla ilişkili soruların daha kapsamlı yanıtlarını öğrenmek için yazının devamını okuyabilirsiniz.

Tenisçi Dirseği Nedir?

Tenisçi dirseği dirsek tendonlarının tekrarlayan hareketler sonucu tahriş olmasıyla oluşan ağrılı bir durumudur. Bu tekrarlanan hareketler sonucunda sık kullanılan kol kasları zayıflayabilir ve kolu bileğe bağlayan tendonlarda yırtılmalar ortaya çıkabilir. Bu da kolları veya bilekleri kullanırken ağrıya yol açabilir. Tenisçi dirseği özellikle dış taraftaki dirsek tendon ve kaslarındaki küçük yırtılmalar ve iltihaplanmalar nedeniyle meydana gelir. Adından da anlaşılacağı gibi tenis oynamak bu duruma neden olabilir ancak herhangi bir tekrarlayan dirsek hareketi, özellikle de kol ve bilek hareketleri, bu rahatsızlığa yol açabilir. Ağrı, kolun dış kısmında ve dirseğin üst tarafında hissedilir ve özellikle bir şeyi kavramak veya kol hareketleri yapmak için güç sarf etmek gerektiğinde şiddetlenebilir. Tedavi seçenekleri arasında istirahat, buz tedavisi ve egzersizler yer alır. Daha ciddi vakalarda ise fizyoterapi, ilaçlar veya cerrahi müdahale gerekebilir.

Tenisçi Dirseği Belirtileri Nelerdir?

Tenisçi dirseğinin aşağıdaki gibi birden fazla belirtisi olabilir:

  • Dirsek dışında şiddetli ağrı ve hassasiyet
  • Özellikle sertleştirilmiş bir nesne kavramak veya sıkıştırmak gibi el hareketleri sırasında ağrı
  • Ağrının el, bilek ve kol gibi diğer bölgelere yayılması
  • Özellikle sabahları ve aktivitelerden sonra şiddetlenen ağrı
  • Güçsüzlük hissi veya zayıf kavrama gücü

Bu semptomların yanı sıra tenisçi dirseği olan kişilerde dirsek kaslarında sertleşme ve şişlik de gözlemlenebilir. Sayılan semptomlardan bir veya birkaçını yaşıyorsanız, bir sağlık uzmanıyla görüşmeniz faydalı olabilir.

Tenisçi Dirseği Nedir

Tenisçi Dirseği Nasıl Teşhis Edilir?

Tenisçi dirseği tıp literatüründeki diğer adıyla lateral epikondilit; tanısı klinik belirtiler, tıbbi öykü ve fizik muayene ile konulabilen bir durumdur. Aşağıdaki yöntemler tenisçi dirseği teşhisinde kullanılabilir:

  • Tıbbi öykü ve fizik muayene: Doktor öncelikle semptomların ne zaman başladığı, hangi aktiviteler sırasında arttığı ve hangi şiddette olduğu hakkında ayrıntılı bir tıbbi öykü alacaktır. Daha sonra yaptığı fizik muayene sırasında dirsek, kol ve el bölgesinde hassasiyet, şişlik veya kızarıklık olup olmadığı kontrol edilecektir.
  • Testler: Doktor hastanın kas gücünü, dirsek hareketliliğini ve tendon hassasiyetini değerlendirmek için birkaç test yapabilir. Bu testler arasında Cozen testi, Mill testi ve Wartenberg testi gibi yöntemler bulunur.
  • Görüntüleme yöntemleri: Nadiren, tanıyı doğrulamak için görüntüleme teknikleri kullanılabilir. Bu yöntemler arasında X-ışınları, MRI (manyetik rezonans) ve ultrason bulunur.

Tenisçi dirseği şüphesi olan herkes tanı için bir sağlık uzmanına başvurmalıdır. Doğru tanı uygun tedavinin uygulanmasına yardımcı olarak şikâyetlerinizin ilerlemeden kontrol altına alınmasını olanaklı kılacaktır.

Tenisçi Dirseği Kimlerde Görülebilir?

Tenisçi dirseği herhangi bir yaş ve cinsiyetteki kişide görülebilir. Bununla birlikte belirli faktörlerin varlığı riski artırabilir. Bu faktörler şunları içerebilir:

  • Tekrarlayan hareketler: Ellerin ve kolların sürekli tekrar eden hareketleri, dirsek tendonlarında hasara neden olabilir. Bu nedenle tenis oyuncuları, inşaat işçileri, şarap şişesi açan barmenler ve ev temizliği yapan temizlik işçileri gibi tekrarlayan hareketler yapan kişilerde daha yaygın görülür.
  • Yaş: Lateral epikondilit 40 yaş ve üstü kişilerde daha sık görülür.
  • Cinsiyet: Erkekler ve kadınlar arasında risk benzerdir.
  • Spor: Tenis, voleybol, bisiklet, golf ve squash gibi sporlar riski artırabilir.
  • Kas zayıflığı: Kuvvetsiz kaslar, tendonlara daha fazla baskı yapabilir ve bu da riski artırır.

Tenisçi Dirseğinin Tedavisi Nasıldır?

Tenisçi dirseği birçok farklı tedavi seçeneği ile yönetilebilir:

  • Dinlenme: Lateral epikondilite bağlı ağrısı olan kişilerin dirseklerini zorlamayan aktivitelerde bulunmaları önerilir. Bir süre yapılan tekrarlayıcı aktiviteye ara vererek bölgeyi dinlenmeye almak tendonların iyileşmesine yardımcı olabilir.
  • Buz uygulama: Dirsek çevresindeki ağrı ve şişliği azaltmak için buz uygulanması önerilebilir. Buz torbası, 10-15 dakika boyunca uygulanmalı ve gün içinde birkaç kez tekrarlanmalıdır.
  • İlaçlar: Ağrıyı hafifletmek için nonsteroid antiinflamatuar ilaçlar (NSAID’ler) kullanılabilir. Bu ilaçlar iltihabı azaltarak ağrıyı ve şişliği hafifletmeye yardımcı olabilir.
  • Fizik tedavi: Fizyoterapi tenis dirseği için etkili bir tedavi seçeneği olabilir. Fizyoterapi ile dirsek kasları ve tendonların güçlendirilmesi ve ağrının azaltılmasına katkı sağlayabilir.
  • Steroid enjeksiyonları: Steroid enjeksiyonları ağrı ve inflamasyonu hızla azaltabilir. Ancak steroid grubu ilaçlar uzun vadede neden oldukları yan etkileri sebebiyle sınırlı kullanılır.
  • Cerrahi: Tedavi seçenekleri arasında en nadir kullanılanı cerrahi müdahaledir. Ameliyat diğer tedavi seçeneklerinin etkisiz olduğu durumlarda düşünülebilir.

Tenisçi dirseği olan kişilerin ağrıyı hafifletmek ve iyileşmeyi hızlandırmak için evde kas gücünü artırıcı bazı egzersizler yapmaları önerilir. Bunun yanı sıra dirsek desteği veya dirsek bandı kullanmak da ağrıyı azaltmaya yardımcı olabilir. Ancak kişiye uygun en iyi tedavi seçeneğinin belirlenmesi için bir sağlık uzmanına danışmak önemlidir.

Tenisçi Dirseği Egzersizleri Nelerdir?

Tenisçi dirseği için yapılan bazı egzersizler dirsek kaslarının ve tendonlarının güçlendirilmesine ve iyileşmenin hızlanmasına yardımcı olabilir. Aşağıda tenisçi dirseği için önerilen bazı egzersizler yer almaktadır:

  • Dirsek Bükme ve Uzatma Egzersizi: Bu egzersiz, dirsek kaslarını güçlendirmek için yapılır. Bir sandalyeye oturun, dirseklerinizi 90 derece açıyla bükün ve sonra kollarınızı düzleştirin. Egzersizi her gün yavaşça artırarak birkaç sete çıkana kadar tekrarlayın.
  • Yumruk sıkma egzersizi: Elinize sıkabileceğiniz bir nesne alarak kolunuzu masanın üstüne sabitleyin. Elinizde bulunan nesneyi sıkın ve 10 saniye bekleyin daha sonra serbest bırakın ve hareketi tekrarlayın. Aynı egzersizi diğer kol içinde yapın. Bu egzersiz sayesinde kaslarınızın gelişmesine tutma ve kavrama gücünüz iyileşmesine katkı sağlayabilirsiniz.
  • El Tutma Egzersizi: El ve bilek kaslarını güçlendirmeye yardımcı olur. Bir lastik bandı elinizin etrafına sarın ve parmaklarınızı bükün ve gevşetin. Egzersizi kademeli olarak artırarak tekrarlayın ve her el için birkaç set yapın.
  • Forearm Twist Egzersizi: Dirsek kaslarının ve tendonlarının güçlenmesine yardımcı olur. Bir ağırlığı alın ve kolunuzu masaya yerleştirin. El bileğinizi çevirerek ağırlığı saat yönünde ve saat yönünün tersine döndürün. Her kol için sayıyı hergün artırarak birkaç set yapın.
  • Havlu bükme egzersizi: İki elinizle bir havluyu tutun. Daha sonra sanki havlunun suyunu sıkıyormuş gibi uçlarını zıt yönlere çevirin. Bu egzersizi 10’ar kez iki yön içinde tekrarlayın. Egzersiz dirsek kaslarını güçlendirmek ve ağrıyı hafifletmek içi faydalı olabilir.

Herhangi bir egzersizler sırasında ağrı veya rahatsızlık hissetmeniz durumunda ilgili egzersizi bırakmanız ve bir sağlık uzmanına danışmanız iyi olacaktır.

Tenisci Dirseği Tedavisi

Tenisçi Dirseği Nasıl Önlenir?

Tenisçi dirseği hastalığı riskini azaltmaya yardımcı olmak için aşağıdaki önerileri uygulayabilirsiniz:

  • Isınma ve Soğuma: Spor ya da egzersize başlamadan önce ısınma hareketleri sonrasında ise soğuma hareketleri yapın.
  • Teknik: Tenis oynarken doğru teknik kullanın ve yanlış vuruşları önlemek için bir antrenörden yardım alın.
  • Raket Seçimi: Kendinize uygun boyutta ve ağırlıkta bir raket seçin.
  • El ve Dirsek Kaslarını Güçlendirme: El ve dirsek kaslarınızı güçlendirici egzersizler yapın.
  • Tekrarlayan Hareketlerden Kaçınma: Aynı hareketleri sürekli tekrarlamaktan kaçının ve farklı spor dalları veya aktivitelere zaman ayırın.
  • Dinlenme: Yorucu aktiviteler sonrası yeterli dinlenme sağlayın ve aşırı egzersizden kaçının.
  • Koruyucu Ekipmanlar: El bileği destekleri, dirseklikler ve diğer koruyucu ekipmanları kullanın.

Rutin hastane kontrollerine gitmek ve doktorunuzun önerisiyle bu önlemleri uygulamak, tenis dirseği semptomlarını önlemeye ve dirsek kaslarını korumaya yardımcı olur. Medical Park hastanelerinde tenisçi dirseği gibi ortopedik hastalıkların tanı tedavi ve takibi yapılmaktadır.

Ağız Kuruluğu

Sağlıklı bir insanda normal seviyede üretilen tükürükte görülen azalma ağız kuruluğuna neden olur. Ağız kuruluğu, 500’den fazla ilaç türü ve kanser tedavisinde kullanılan radyasyon nedeniyle görülebileceği gibi, bazı hastalıkların belirtisi olarak da ortaya çıkabilir. Günlük hayatta insanlar için alışıldık bir durum haline gelse de kronik ağız kuruluğunun tedavi edilmesi ve altta yatan nedenin tespit edilmesi büyük önem taşır.

Ağız Kuruluğu Nedir?

Ağzı ıslak tutmak, dişlerde çürük oluşumunu engellemek, ağız içi enfeksiyonları önlemek, sindirim, konuşma ve yutma işlemlerini kolaylaştırmak gibi görevleri bulunan tükürüğün az salgılanması durumunda ağız kuruluğu görülebilir. Tıp dilinde “kserostomi” olarak adlandırılan ağız kuruluğuna yüzlerce ilaç, radyasyon, psikolojik faktörler ve bazı sistemik rahatsızlıklar neden olabilir. Sağlıklı bir bireyde 24 saat içerisinde 500 ml üretilen tükürüğün azalması, konuşma ve yutma güçlüğüne neden olarak kişiyi olumsuz etkileyebileceği gibi, bazı hastalıkların habercisi de olabilir. Ağız kuruluğu, tek başına bir hastalık olarak tanımlanmasa da neden olabileceği hastalıkların önüne geçmek için tedavi edilmesi ve göz ardı edilmemesi gereken bir durumdur.

Ağız Kuruluğu Neden Olur?

İlaçlar

500’den fazla ilacın yan etkisi olarak ağız kuruluğu görülebilir. Salgılanan tükürük miktarını azaltarak ağız kuruluğuna neden olan bazı ilaçlar şu şekilde sıralanabilir:

  • Anti-anksiyete ilaçları
  • Antikolinerjikler
  • Antikonvülsanlar
  • Antidepresanlar
  • Antiemetikler
  • Antihipertansifler
  • Antiepileptikler
  • Antiparkinson ilaçlar
  • Diüretikler
  • Bronkodilatörler
  • Kemoterapi ilaçları
  • Kas gevşetici ilaçlar
  • Sedatif ilaçlar

Radyasyon

Baş ve boyun bölgesine alınan radyasyon, tükürük bezlerini etkileyerek ağız kuruluğuna yol açabilir. Radyasyona karşı oldukça hassas olan tükürük bezlerinin maruz kalma derecesine bağlı olarak kuruluğun şiddeti değişiklik gösterebilir.

Kronik ve Sistemik Hastalıklar

Bazı hastalıkların belirtileri arasında ağız kuruluğu bulunur. Tükürük üretimine bağlı olarak da gelişebilen ağız kuruluğunun görüldüğü hastalıklar ise şu şekildedir:

  • Sjögren sendromu
  • Diyabet
  • HIV ve AIDS
  • Bulimia gibi yeme bozuklukları
  • Anemi
  • Tiroid hastalıkları
  • Kistik fibrozis
  • Tüberküloz (verem)
  • Parkinson hastalığı
  • Sistemik lupus eritamatozus
  • İnme
  • Kabakulak hastalığı
  • Eklem iltihabı
  • Graft-versus-Host hastalığı
  • Bell paralizisi
  • Amiloidoz
  • Kronik böbrek yetmezliği sendromu
  • Kronik sıvı kaybı (dehidratasyon)
  • Siyalolitiazis

Diğer Nedenler

Ağız kuruluğuna neden olabilecek diğer faktörler ise şu şekildedir:

  • Tükürük bezlerinin ameliyatla alınması
  • Kafa ve boyun bölgesinde meydana gelen sinir hasarı
  • Burun Tıkanıklığı Yapan Hastalıklar
  • Anatomik sorunlar (burun kemik eğriliği, konka büyümesi)
  • Sigara içmek
  • Ağızdan nefes alma
  • Horlama
  • Kuru hava
  • Fazla kahve ya da alkol tüketimi
  • Hamilelik
  • Stres
  • Baharatlı yiyecekler

Ağız Kuruluğu Belirtileri

Uzun süre devam eden ağız kuruluğuna bazı belirtiler eşlik edebilir. Yaygın olarak görülen belirtiler şu şekildedir:

  • Sık sık susama
  • Kuru ve kırmızı dil
  • Dudak çatlakları
  • Aft şeklinde ağız yaraları
  • Ağızda yapışkanlık hissi
  • Boğaz kuruluğu ve ağrısı
  • Dilde karıncalanma hissi
  • Çiğneme, tat alma ve yutmada güçlük
  • Konuşma problemleri
  • Ses kısıklığı
  • Ağız kokusu
  • Tükürük bezlerinde büyüme
  • Diş çürüklerinde artış
  • Diş eti iltihabı
  • Ağızda mantar oluşumu
  • Takma dişleri kullanmada zorluk

Ağız Kuruluğu Tanısı

Pek çok farklı nedene bağlı olarak ağız kuruluğu ortaya çıkabileceği için doğru tanı konulması ve buna uygun bir tedavi planının oluşturulması oldukça önemlidir. Kullanılan ilaçlar, tıbbi geçmiş ve varsa diğer hastalıklar muayene sırasında doktor tarafından sorgulanır ve ağızdan muayene yapılır. Ağızda görülen kuruluk, tanı koymak için yeterli olmayabilir. Ağız kuruluğuna neden olan rahatsızlığı ya da durumu tespit etmek için kan testleri, tükürük üretimi testleri ve sialografi, ultrasonografi, MR ve BT gibi yöntemlerle tükürük bezlerinin görüntülenmesi gerekebilir. Tükürük bezlerinden alınacak biyopsi ise Sjögren sendromu gibi rahatsızlıkların görüldüğü durumlarda kullanılan bir yöntemdir.

Ağız Kuruluğu Tedavisi

Ağız kuruluğu tedavisinde kullanılan yöntemler kuruluğun şiddeti ve varsa altta yatan diğer faktörlere göre değişiklik gösterebilir. Ağız kuruluğu yaşayan kişilerin dikkat etmesi gerekenler ve tedavi yöntemleri aşağıda sıralanmıştır:

  • İlaçtan kaynaklı ağız kuruluğu durumunda doktora başvurulmalı ve ilacın dozu ya da ilaç değiştirilmelidir.
  • Yutmayı kolaylaştırma amacıyla sık sık su içilmelidir.
  • Ağız gargarası, jel ve spreyler ile ağızdaki nem miktarı artırılabilir.
  • Yapay tükürük ürünleri ile ağız kuruluğunun önüne geçilebilir.
  • Aromalı diş macunu ve gargara kullanımından uzak durulmalıdır.
  • Şekersiz sakız ya da pastiller çiğnenebilir.
  • E vitamini yönünden zengin kremler, dudak kuruluğu için kullanılabilir.
  • Baharatlı yiyeceklerden kaçınılmalı ve yemekler çok sıcak tüketilmemelidir.
  • Ev ve iş yerindeki nem dengesine dikkat edilmeli, kuru havadan kaçınılmalıdır.
  • Alkol, sigara ve kafein tüketilmemelidir.
  • Ağız yerine burundan nefes alınmalıdır.
  • Sjögren sendromuna bağlı ağız kuruluğu durumunda pilokarpin kullanılabilir.

Bel Fıtığı (Disk Hernisi)

Bel ağrısı son derece yaygındır ve insanların tıbbi yardım araştırdıkları ikinci en sık nedendir. Bel ağrısından şikayet eden hastaların sayıca çokluğuna karşın hastaların yalnızca % 1 inde siyatik ağrısı tarzında şikayetler ve % 1-3 ünde bel fıtığı ( lomber disk herniasyonu ) vardır. Siyatik, bel fıtığı için öylesine tipik bir göstergedir ki, siyatik ağrısı olmaksızın klinik olarak anlamlı bir disk herniasyonu ihtimali çok düşüktür. Ancak bunun istisnaları vardır, idrar kaçırma ve bacaklarda kuvvetsizlik gibi bulgularla ani olarak ortaya çıkan Cauda Sendromu bu istisnalardan bir tanesidir. İstisnalardan bir diğeri spinal stenoz adı verilen omurilik kanalının normal ölçülerden dar olması halidir.

Genel Bilgiler ve Terimler 

Lomber ( bel ) bölgede 5 adet omur vardır, bunlar tıbbi terminolojide kolaylık olması için L1 den L5 e kadar numaralandırılarak ifade edilirler. Örneğin L4 – L5 kısaltmasıyla 4. ve 5. bel omuru kastedilmektedir. Bel ağrısı çeken ya da bel fıtığı teşhis edilen hastaların ve yakınlarının, sık sık duyduğu, doktorunuzun kullandığı ve de MR / BT raporlarında çok sık karşılaştığınız bazı terimlerin karşılıklarını, aydınlatıcı olması amacıyla konunun başında aşağıdaki satırlarda bulacaksınız.

  • Lomber Bölge : Bel bölgesi
  • Lumbo-Sakral Bölge : Kuyruk sokumu-bel bölgesi
  • Sakrum : Kuyruk sokumu kemiği
  • Sakro-İliak Eklem : Kuyruk sokumu kemiği ile leğen kemiğinin yapmış olduğu eklem ( Sağ ve solda olmak üzere her iki tarafta da vardır. )
  • Lumbago : Bel ağrısı
  • Lumbosiyatalji : Belden bacağın arka kısmına siyatik sinir boyunca yayılan ağrı.
  • Disk Herni : Bel fıtığı
  • Skolyoz : Omurganın yanlara doğru çarpıklığı, eğriliği
  • Lordoz : Omurganın konveksliği öne bakan kavisli durumu ( Bel omurları normalde lordoz durumundadır )
  • İntervertebral : Vertebralar arası, omurlar arası
  • Postero-Lateral : Arka – yan
  • Posterior Longitidunal Ligament : Omurgaların, omurilik kanalına bakan yüzünü saran bağ dokusuna verilen ad. Bu bağ dokusunun omurgaların ön yüzünde olanına da anterior longitidunal ligament adı veri

Diskin Yapısı 

İki omur arasında yer alan diskler 4 – 6 mm kalınlığında, form değiştirebilen elastik yapılardır. Merkezi kısmında nucleus pulposus etrafında da halkavari anulus fibrosus adı verilen iki farklı yapıdan oluşan diskler bu özellikleriyle omurlar arasında yastık / amortisör görevi yapmaktadırlar. Diskler bütün omurga boyunca omurlar arasında yer alırlar ve böylece omurların birbiri üzerinde daha kolay hareket ederek ölçülü de olsa omurganın hareketliliğini sağlamış olurlar. Ayrıca omurgaya binen ağırlığın daha geniş yüzeye yayılması da sağlanmış olur.

Doğal olarak, lomber bölgede bulunan diskler, daha üst seviyelerdeki, örneğin boyun bölgesindeki disklere oranla daha fazla ağırlığa maruz kalırlar. Bu da disklerin neden bel bölgesinde daha fazla oluştuğunun nedenlerinden bir tanesidir.

Damarsal yapıları olmayan diskler beslenmeleri için gerekli olan oksijen, glikoz gibi maddeleri komşuluk yaptıkları omurların süngerimsi kemik yapılarından diffüzyon yoluyla alırlar. Bu nedenle direkt kan akımıyla beslenemeyen disklerde doku yaşlanması ( mikroskopik degenerasyonlar ) diğer dokulara göre daha erken başlar. Disklerdeki bu degeneratif değişimler otuzlu yaşlardan itibaren mikroskop altında görünür hale gelmektedir. İlerleyen yıllarda disklerdeki degenerasyonlara paralel olarak, omurların kenarlarında kalsifikasyonlar ( osteochondrose ) ve omurlar arasındaki eklemlerde de ( Spondylose ) degenerasyonlar oluşur. Direkt röntgen filmlerinde, görülen kalsifikasyon ya da halk arasında kireçlenme olarak adlandırılan oluşumlar bu degeneratif değişimlerdir

Protrüzyon – Perfore Disk – Serbest Fragman – Bulging Nedir?

Degeneratif değişimler sonucu suyunu ve elastikiyetini kaybeden nucleus pulposus, etrafını çevreleyen anulus fibrozisin de sağlamlığını kaybetmesi ile birlikte, bir zorlanma ya da yanlış bir hareket sonucu resim de görüldüğü gibi omurilik kanalı içerisine doğru bir kabarıklık oluşturur. Bu durum protrüzyon olarak adlandırılır. Bazan bu degenere disk, daha ileri safhada posterior logitidunal ligamanı delerek kanal içerisine doğru uzanır buna da Perfore Disk adı verilir. Perfore disk parçası omurilik kanalı içerine düşerse buna da serbest sequestr veya serbest fragman denir.

Ayrıca BT ve MR raporlarında çok sık rastlanan bir terim olan bulging ise protrüzyonun daha hafif şekli olup diskin yaygın bir şekilde omur kenarlarından taşmasıdır.

Hangi şekli olursa olsun diskin bu şekilde omurilik kanalına doğru uzanması, zaten normalde dar olan omurilik kanalı içerisinde, sinir kökleri ve diğer yapıların sıkışmasına yol açar. Sinir köklerinden birinin sıkışarak bası altında kalması sonucu sinirin yayıldığı ilgili alanda ( bacakta/ayakta ) uyuşma, karıncalanma, ağrı, ve kuvvetsizlik gibi şikayetler ortaya çıkar. 
Bir çok hasta ağrının bacağında olmasına rağmen neden belinden ameliyat olduğu konusunda tereddüt duymaktadır. Siyatik sinir, insanın en kalın siniridir. Aynı zamanda en sağlam siniri olup 90 kg ağırlığı kaldırabilir. Bu sinirin yapısına L4, L5 ve S1, S2 köklerin den gelen lifler iştirak ederler. Siyatik sinir; bacağın hareketini, kuvvetini sağlayan motor lifler ve duyusunu sağlayan sensitif liflere sahiptir. Köklerden her hangi birisinde olan sıkışma sonucu ağrı ve uyuşma gibi duyular sensitif liflerle ilgili alana kadar taşınır dolayısıyla hasta ağrıyı sinirin yayıldığı ilgili alanda duyar. Bel fıtıklarında ağrının siyatik sinir boyunca olmasından dolayı halk arasında kullanılan siyatik deyimi, bel fıtığı ile aynı anlamı taşımaktadır.

Hastaların Şikayetleri – Belirtiler Nelerdir?

Disklerdeki degeneratif değişimlerin derecesine göre hastalar başlangıçta zaman zaman tekrarlayan bel ağrısından ( lumbago ) şikayet edebilirler bu safhada ağırlık kaldırmak, yanlış bel hareketlerinden kaçınmak, jimnastik, ortopedik yatak gibi tedbirlerle kişinin kendisini kollaması gerekir hatta bazan bir ağrı kesici ve adele gevşeticiye de ihtiyaç duyulabilir.

Diskteki kabarıklık, protrüzyon safhasında ve sinir köküne de bası yapmış ise o zaman hasta; belinden bacağına yayılan ve bazı hareketlerle artan, öksürmek, hapşırmak ve ıkınmakla şiddetlenen ağrılardan şikayet edecektir. Ağrı basıya uğrayan sinir köküne göre, uygun alana yani topuğa veya ayak baş parmağına kadar yayılacaktır. Hasta ağrı yanında, sıkışan sinir kökünün hangi seviyede olduğu ile ilgili olarak bacağında, ayak parmakları veya tabanında ya da ayak üzerinde karıncalanma ve uyuşmalardan şikayet edebilir. Sıkışma daha ileri safhada ve sinir kökü uzun süre basıya maruz kalmış ise siyatik sinirin motor lifleri de ( hareketleri sağlayan lifler ) zarar görmüş olacağından ayağın yukarıya veya aşağıya doğru hareketlerinde kuvvet azalması da ortaya çıkacaktır.

Hangi seviyede olursa hangi bulgular ortaya çıkar?

  • L3 / L4 Disklerinde : Baskıda kalan kök L4 kökü olup, uyluk ön yüzü ve bacağın iç yüzünde ağrı veya duyu kusuru hissedilir. Etkilenen refleks patella ( diz ) refleksidir.
  • L4 / L5 Disklerinde : Baskıda kalan kök L5 köküdür. Kalça ve bacağın dış yan yüzü, ayak sırtı ve baş parmak ta ağrı, bacağın dış yüzünde, baş parmakta uyuşukluk hissedilir. Ayak baş parmağı ve ayağın yukarıya kaldırılmasında kuvvet azalması gelişebilir. Bu seviyede refleks kaybı olmaz.
  • L5 / S1 Disklerinde : Kalça, uyluk ve bacağın arka yüzlerinde, topuk ve ayak dış alt kısmında ağrı, bacağın arka yan yüzünde ve ayak dış kısmında duyu kusuru. Ayağın tabana doğru olan kuvvetinde azalma veya kayıp gelişebilir. Bu seviyede Aşil Refleksi etkilenir.

Bel fıtıkları, genellikle erişkin yaşlarda görülen bel ve bacak ağrılarının en başta gelen nedenlerinden biridir. Erkeklerde kadınlara göre 1.7 kat daha fazla rastlanır.

Bel fıtığı nasıl oluşur?

Degenere olarak elastikiyetini kaybeden nücleus pulposusun, herhangi bir zorlama veya yanlış hareketle anulus fibrozise ait bir yarıktan fırlaması veya nucleus pulposusun anulus fibrosus ile birlikte disk aralığından omurilik kanalına doğru sarkması sonucu bel fıtığı ya da disk hernisi dediğimiz olay gelişmiş olur. Hernie olan disk materyalinin, sinir kökünü sıkıştırması sonucu değişik şiddette bel ve bacak ağrısı ortaya çıkar. Posterior longitidunal ligamentin en sağlam olduğu yer orta hattır, bu nedenle çoğu hernie olmuş disk bir tarafa, sağa veya sola doğru oluşarak sinir kökünü sıkıştırır ve karekteristik siyatik ağrısına neden olur.

Lomber disk hernileri sıklıkla L4 / L5 ve L5 / S1 seviyelerinde oluşur. Ve buna bağlı olarakta L5 veya S1 kökleri bası altında kalır. Her iki kökte siyatik siniri oluşturduğu için hernie olan tarafta bası altında olan köke uygun alanda ağrılar meydana gelir. Sinir kökü sıkışması ile beraber sırtta omurganın yanında yer alan adeleler refleks olarak kasılır ve spasm içine girer, bu aslında vücudun koruyucu bir mekanizması ise de spasmdan dolayı belde hareketle artan ağrılar oluşur. Hatta adele spazmı nedeniyle omurgada skolyoz da gelişebilir. 
Sinir kökü sıkışması, çeşitli derecelerde bulgu ve belirtilerin gelişmesine neden olur. Bunlar ;

  • Bacağa yayılan ağrı
  • Öksürmek, ıkınmak hapşırmakla ağrıda artma
  • Çok uzun süre herhangi bir pozisyonda ( ayakta durma, oturma, yatma gibi ) kalmak tipik olarak ağrıyı artırır.
  • Belde eğrilikler ( skolyoz ) oluşabilir. Vücut refleks olarak ağrıyı hafifletmek için karşı tarafa eğilir.
  • Sıkışan sinir kökünün beslediği alana uyan bölgede uyuşukluk gibi duyu değişiklikleri.
  • Sıkışan sinir kökünün seviye ve tarafına göre sağ veya solda ayak, parmaklar veya bacakta ortaya çıkan kuvvetsizlik
  • Refleks değişiklikleri ( azalma, kaybolma gibi )

Bel fıtıkları en sık olarak L4 / L5 ve L5 / S1 seviyelerinde görülürler, daha nadir olarak L3 / L4 ve daha üst seviyelerde de rastlanabilir. 

Hangi hastalıklarla karışır?

  • Myopati
  • Polynöropati
  • Perifer sinir harabiyetleri ( pereneus sinir felci )
  • Brucella enfeksiyonu
  • Spinal tümör
  • Conus sendromu
  • Spinal stenoz

ile karışabilir ve kesin tanı MR ile konur.

Teşhis için neler gerekir?

  • Bel bölgesinin 2 yönlü ( ön-arka ve yandan ) röntgen filmi.
  • Bilgisayarlı Tomografi veya MR

daha nadiren de Myelografi, Myelografi den sonra BT, EMG gibi tetkikler teshis için gerekli olabilir.

Bel Fıtıklarında Tedavi ;

Bel fıtıklarında, tartışmasız acil ameliyatı gerektiren durumlardan bir tanesi Cauda sendromu, diğeri de hastada düşük ayak gelişmesidir.

Cauda sendromunda, degenere olmuş massiv disk materyali ( nucleus pulposus ) posterior ligamanı yırtarak omurilik kanalı içerisine girer ve omurilikten çıkan sinir lifleri üzerine bası yapar. Sinir lifleri üzerinde oluşan bu bası sonucu hastada süvari yaması tarzında duyu kusuru ( uyuşukluk ), bacaklarda paraplejiye ( her iki bacağın felci ) kadar gidebilen kuvvetsizlik, idrar ve büyük aptestini kaçırma, seksüel yetersizlik ( geç safhada belli olur ) ile karekterize çok ağır bir tablo ortaya çıkar. Cauda sendromunda hastanın daha önce bel ağrısı ve siyatik tarzında şikayetleri olabilir ancak olmadan da bu tablo meydana gelebilir. Özetle Cauda sendromunda, ani gelişen ağır nörolojik belirtiler söz konusudur ve acilen müdahale edilmez ise hastanın paraplejik olma ihtimali yüksektir. Gecikmiş müdahale de gelişmiş olan bulguların ( bacaklardaki felç ve idrar – gaita kontrulünün ) geri dönme şansı azdır.

Düşük ayak teşekkül eden hastalarda, hasta ayağını ayak bileğinden yukarıya kaldıramaz ve ayağını sürükliyerek yürür. Bu durumda tespit edilen herniasyonun acil operasyonu, hastanın seçebileceği tek alternatiftir.

Bel fıtıklarında, hastanın acil ameliyatını gerektiren durumların dışında ki ameliyat endikasyonları;

Şunu unutmamak lazımdır, ” Doktor ameliyatı önerir, ameliyat kararını hasta verir” Bel fıtığı tespit edilen hasta, operasyon endikasyonu olsa bile, önce medikal tedavi veya fizik tedavi gibi diğer alternatifleri denemek ister. Eğer bunlardan sonuç alamazsa ameliyat olmaya karar verir. Bu nedenle;

  • Ağrı kesiciye ve diğer medikal tedavi yöntemlerine cevap vermiyen vakalar.
  • Uyuşukluğun ilerlemesi
  • Ayakta veya ayak parmaklarında kuvvetsizliğin başlaması

hastaları operasyona yönlendiren nedenler arasındadır.

Tıbbi açıdan ise ;

  • MR tetkiki sonucu basıya neden olan büyük bir fıtık tespit edilmişse
  • MR tetkiki sonucu fıtıklaşan disk materyali kopup kanalın içine girmisse ( serbest fragman )

ameliyat kaçınılmazdır.

Bel Fıtıklarında Konservatif Tedavi;

Hastanın klinik bulgularına, ağrının şiddetine ve MR bulgularına göre değerlendirmek şartıyla 6 – 8 haftalık bir süre konservatif tedavi denenebilir. Bunlar arasında;

  • Yatak istirahati
  • Ağrı kesici ve adele gevşeticiler ile birlikte Medikal tedavi
  • Fizik tedavi, Hidroterapi, Masaj…sayılabilir.

Konservatif tedaviden sonuç alınamayan vakalar operasyona gönderilir.

Ameliyat olmaya karar veren hastanın seçenekleri nelerdir?

  • Bilinen ve en çok uygulanan klasik ameliyat yöntemi.
  • Mikroşirürjikal teknikle yapılan klasik yönteme benzeyen müdahale.
  • Perkütan endoskopik disk operasyonu
  • Laser disk dekompresyonu.

Ön Çapraz Bağ Yaralanmaları ve Ameliyatı (Öncesi & Sonrası)

Diz ekleminin kemik yapısı; femur, tibia ve patella bölgelerinden oluşmaktadır. Ön çapraz bağlar, femuru tibiaya bağlayan diz içindeki dört ana bağdan biridir. Ön çapraz bağlar, diz ortasında çapraz olarak hareket eder ve tibianın femurun önüne kaymasını önler. Aynı zamanda dizin stabilitesini koruyarak dönebilmesini sağlar. Ön çapraz bağ yaralanmaları, çoğu herhangi bir nesne ila temas olmaksızın kişinin yaptığı yanlış hareketler sonucu oluşurken küçük bir kısmı başka birinin veya nesnenin doğrudan temasından kaynaklı ortaya çıkmaktadır. Yaralanmalar genellikle dizin kesilmesi, döndürülmesi veya yanlamasına manevralar ve kontrol dışı yapılan hareketlerden sonra ortaya çıkar.

Çapraz Bağ Nedir?

Dizde 4 ana bağ vardır. Ligamentler, kemikleri birbirine bağlayan bağlar, ekleme stabilite ve güç sağlayan elastik doku bantları olarak bilinir. Dizdeki dört ana bağ femuru (uyluk kemiği), tibiaya (incik kemiği) bağlar. Bunlardan biri olan ön çapraz bağ, diz merkezinde bulunan bağdır ve tibianın dönmesini ve ileri doğru hareketini kontrol eder. Arka çapraz bağ ise, dizin arkasında yer alır ve tibianın geriye doğru hareketini kontrol eder. Medial kolleteral bağ, dizin içindeki stabiliteyi sağlarken yanal kolleteral bağ ise, dizin dış stabilitesini korur. Ön çapraz bağlar, en yaygın yaralanan bağlardandır. Ani bir bükme hareketi sırasında genellikle gerilir veya yırtılır. Kayak, basketbol ve futbol gibi sporlarda ön çapraz bağların yaralanma riski fazladır. Arka çapraz bağ da dizde yaygın olarak yaralanmaların olduğu bir bağdır. Genellikle trafik kazası veya futbol gibi oyunlarda, doğrudan ani bir çarpma ile ortaya çıkar.

Çapraz Bağ Kopması Nasıl Anlaşılır?

Çoğu zaman bir çapraz bağ yaralanması ağrıya neden olmaz. Kişi, yaralanma meydana geldiği sırada bir patlama sesi duyabilir, ardından ayakta dizin üzerinde durmaya çalıştığında, bacak burkulması ve şişlik gözlemlenebilir. Bununla birlikte, her birey semptomları farklı şekilde yaşayabilir. Ön çapraz bağ yaralanmaları hemen sonrasında, hastalar genellikle ağrı ve şişlik oluşumu ile karşılaşırlar ve diz düzgün bir şekilde hareketini sağlayamaz. Yaralanmalardan birkaç saat sonra ise büyük miktarda diz şişmesi, eklem hareketinde ağrı, hassasiyet kaybı ve yürürken rahatsızlık hissedilir. Ön çapraz bağ yaralanmaları tanı koymak için fiziksel muayeneye ek olarak röntgen ve MRI yöntemi kullanılabilir. Röntgen yöntemi, çapraz bağ kopması veya kemikte meydana gelen yaralanmaları anlayabilmek için elektromanyetik enerji ışınlarını kullanan bir tanı testidir. MRI ise, vücuttaki organ ve yapıların ayrıntılı görüntülerini üretmek için büyük mıknatıslar ve radyofrekanslar kullanan bir tanı yöntemidir. Genellikle kemiklerde ve çevresindeki bağ veya kaslarda hasar veya hastalık belirlemede kullanılır.

Ön Çapraz Bağ Ameliyatı

Ön çapraz bağ ameliyatı, dizindeki ön çapraz bağın işlevini geri kazandırmak için yapılan bir cerrahi müdahaledir. Ön çapraz bağ yaralanmaları yaygın olarak basketbol, futbol, kayak ve jimnastik gibi ani hareketler ve dönmeler içeren spor aktivitelerinde daha sıklıkla ortaya çıkar. Ön çapraz bağ ameliyatı sırasında, yırtılmış olan ligament çıkarılır ve dizin başka bir kısmından veya kadavradan alınan bir parça tendon ile değiştirilir. Bu ameliyat, diz ekleminizin etrafındaki küçük insizyonlarla, ayakta yapılan bir işlemdir. Ön çapraz bağ ameliyatı, kemik ve eklem cerrahi işlemleri konusunda uzmanlaşmış bir ortopedik cerrah tarafından yapılır. Bazı uzmanlar şişlik inene kadar ameliyatın ertelenmesi gerektiğini söyler. Yetişkinlerde genel sağlık durumu göz önünde bulundurulsa da yaş ameliyat için bir faktör olarak değerlendirilmemektedir.

Ön Çapraz Bağ Ameliyatı Öncesi

Ameliyattan birkaç hafta önce fizik tedavi programı uygulanır. Buradaki amaç, ameliyattan önce ağrı ve şişliği azaltmak, dizin hareket açıklığını düzeltmek ve kasları güçlendirmektir. Sert ve şişmiş bir diz ile ameliyat olan insanlar ameliyattan sonra tam olarak hareket alanını geri kazanamayabilirler. Ön çapraz bağ ameliyatı, ayakta yapılan bir cerrahi işlem olduğu için aynı gün, birinin yardımı ile eve gitmek mümkündür. Daha önceden kullanılan ilaçlar ve yeme düzeni ile ilgili doktora bilgi verilmelidir. Aspirin gibi ilaçlar kanama riskini arttırabileceği için doktor tarafından ameliyattan en az bir hafta önce bu ilaçların bırakılması istenebilir. Ameliyattan bir gece yeme-içme ve ilaç alımı gibi konularda doktorun talimatlarını izleyerek hareket etmek gerekmektedir.

Ön Çapraz Bağ Ameliyatı Sonrası

Ön çapraz bağ ameliyatı sonrası anestezinin etkisi sona erdikten sonra eve gidilebilir. Belli bir süre koltuk değneği kullanmak gerekebilir. Cerrah greftin korunmasına yardımcı olmak için dizlik veya atel giyilmesini isteyebilir. Ön çapraz bağ ameliyatı sonrası ağrılar ve şişliğin nasıl kontrol edileceği konusunda doktor bazı talimatlar verebilir. Genel olarak bacağı yüksekte tutmak, diz bölgesine buz kompresi uygulamak ve mümkün olduğunca istirahat edilmesi gerekmektedir. Ağrıları hafifletmek için Asetaminofen, İbuprofen ve Naproksen sodyum gibi maddeler içeren ilaçlar verilebilir.  Ön çapraz bağ ameliyatı sonrası fizik tedavi, diz çevresindeki kasları güçlendirmeye ve esnekliği arttırmaya yardımcı olur. Bir fizyoterapist, gözetim altındayken veya evde yapılması gereken egzersizlerin nasıl yapılacağını öğretecektir. Rehabilitasyon planını takip etmek, doğru biçimde iyileşmek ve mümkün olan en iyi sonuçları elde etmek için önemlidir.

Ön Çapraz Bağ Ameliyatı Sonrası Ne Zaman Yürünebilir?

Ön çapraz bağ ameliyatı herhangi bir komplikasyon olmaması koşuluyla ayakta tedavi yöntemi uygulanarak yapılır. Şaşırtıcı bir şekilde, hastalar ameliyattan 1-2 gün sonra yürüyebilir. Fakat bu yalnızca günde birkaç dakika ile sınırlıdır. İlk iki hafta boyunca günde birkaç dakika yürümek ve ayakta durmak şişlikleri azaltır, kas gücünü ve esnekliği geri kazanmaya yardımcı olur. Bu hareketler koltuk değneğinden yardım alınarak gerçekleştirilir. Bu yürüyüşler, ortopedi uzmanı ve fizyoterapist tarafından oluşturulmuş program dahilinde gerçekleştirilir. Tam olarak iyileşme ise yaralanmanın derecesine, yaş ve ağırlık gibi faktörlere bağlı olarak değişiklik gösterir. Hastalar ilk 2-4 hafta boyunca yardımsız olarak ancak kısa süre yürüyebilir. 10-12 hafta sonra ise hafif tempolu yürüyüş, koşu ve hatta pliometrik egzersizler yapılabilir.

Çapraz Bağ Kopmaları Ameliyatsız Tedavi Edilebilir mi?

Ön çapraz bağ (acl) yaralanmaları tedavisi, ameliyatsız olarak yapılan ve cerrahi olmayan tedavide, ileri fizik tedavi ve rehabilitasyon, dizi yaralanma öncesi duruma yakın bir duruma geri getirebilir ve hastayı instabilitenin nasıl önleneceği konusunda eğitebilir. Bu yöntem, menteşeli dizlik kullanımı ile desteklenebilir. Bunların yanı sıra, ameliyat olmayı tercih etmeyen birçok kişi, tekrarlayan instabilite atakları nedeniyle dizinde ikincil yaralanma yaşayabilir. Dizde meydana gelen diğer yırtılmalarla beraber, ön çapraz bağlarının aynı anda kombine biçimde yırtılması durumunda cerrahi tedavi önerilmektedir. Bazı durumlarda kişiler cerrahi müdahaleye gerek duymazlar. Bunlar:

  • Yırtılmalar kısmi ve instabilite belirtisi bulunmuyorsa
  • Yüksek fiziksel hareket gerektiren sporlar yapmaktan vazgeçenler
  • Fiziksel aktivitenin yoğun olmadığı yaşam tarzı benimseyen kişiler
  • Büyüme plakları hala açık olanlar (çocuklar)

Çapraz Bağ Ameliyatı Sonrası Egzersizler

Çapraz bağ yaralanmaları sonrası, bacak kuvvetinde ve diz stabilitesinde hareket etmeyi zorlaştıran bozulmalar olur. Çapraz bağ yaralanmalarından sonra hastaların ameliyat olmayı seçip seçmemesine bağlı olarak, bacak gücü ve hareketlerinin mümkün olan en kısa sürede geri kazanılması önemlidir. Buna yönelik ameliyat sonrası, doktorun da onayıyla beraber bir egzersiz programı oluşturulmalıdır. Egzersizlere yavaşça başlanmalı ve egzersizlerin yoğunluğu kademeli olarak arttırılmalıdır. Acı ve ağrı hissedildiği durumda kişinin kendini zorlamaması gerekir. Ayrıca egzersiz yapmak, uyluk kaslarını güçlendirmeyi ve çapraz bağların yaralanmasından sonra diz hareketlerini yeniden kazanmayı sağlar. Yapılacak olan bu egzersizlere dizin şişmesi azalmaya başladığında ve çapraz bağ yaralanması olan bacağın herhangi bir destek almadan yavaş yavaş iki ayağın üzerinde durabilmeyi sağladığında başlanması gerekir. Ameliyat sonrası yapılan egzersizler iyileşme için hayati bir öneme sahiptir.

Çapraz Bağların İyileşme Süreci

Ön çapraz bağ ameliyatı, cerrahi bir işlemdir ve herhangi bir ameliyatta olduğu gibi, cerrahi işlemin uygulandığı bölgede kanama ve enfeksiyon olması potansiyel risklerdendir. Dizde ağrı veya sertlik, greftin zayıf iyileşmesi ve spora döndükten sonra greft yetmezliği gibi problemler, ameliyatın potansiyel riskleri arasında sayılabilir.

Düzenli olarak takip edilerek uygulanan rehabilitasyon ile başarılı geçen bir çapraz bağ ameliyatı, genellikle dizdeki stabilitenin korunmasını ve eski fonksiyonların geri kazanılmasını sağlar. Ameliyattan sonraki ilk birkaç hafta içinde, her iki dizde de eşit hareket kabiliyetinin sağlanması gerekmektedir. İyileşme genellikle 9 ay sürer. Sporcuların eskisi gibi aktivite yapmaları ve spor faaliyetlerine geri dönmeleri ise 8 ila 12 ay arasında değişmekle birlikte daha fazla da sürebilmektedir.

Toz Alerjisi ve Semptomları Nelerdir? Korunma & Tedavi Yöntemleri

Toz alerjisi, “mite” adı verilen toz akarlarına karşı gelişen bir alerjidir. Türkçede “mayt” olarak tabir edilen bu canlılar, gözle görülemeyecek kadar küçüktür. Bu canlılar ev ortamında bulunan tozların içinde, sıcak ve nemli alanlarda yaşarlar. İnsanlardan dökülen deri hücreleri ile beslenirler. Toz akarlarının bulunduğu ortamda, belirtileri soğuk algınlığına benzeyen toz alerjisi rahatsızlığı sıklıkla görülür. Her yaştaki insan grubunda rastlanabilir. Özellikle küçük çocuklarda sık karşılaşılan bir rahatsızlıktır. Toz alerjisinin oluşumunu önlemek için ev ortamında gerekli temizlik ve hijyen önlemlerinin alınması büyük bir önem taşır. Soğuk algınlığı belirtilerine ek olarak hırıltı, öksürük ve nefes darlığı gibi çeşitli semptomları bulunan toz alerjisi, yaşam alanlarını toz akarlarından koruyarak önlenebilir. Gerekli durumlarda ise ilaç tedavisine başvurulur. Hijyen tedbirleri alınmadığında kronikleşerek astıma neden olabilir.

Toz Alerjisi Semptomları Nelerdir?

Toz alerjisi, sıradan bir soğuk algınlığı, grip, nezle veya enfeksiyon ile karıştırılması olası belirtilere sahiptir. Ancak diğer hastalıklarda ortaya çıkabilen ateş, kusma ve ishal görülmez. Kısaca sıralamak gerekirse, toz akarı alerjisi belirtileri şunlardır:

  • Hapşırma
  • Öksürme
  • Burun akıntısı
  • Gözlerde kızarıklık ve sulanma
  • Nazal akıntı
  • Burun tıkanıklığı
  • Yüz ve baş ağrıları
  • Göz altlarında mavimsi morluklar

Hastanın yaşam alanı tozlardan arındırılmadığında ve yeterlik temizlik sağlanamadığında hastalık kronikleşerek ilerleyebilir. Bu durumda astıma dönüşebilir. Toz alerjisi kaynaklı astım hastalığının belirtileri daha şiddetlidir. Soğuk algınlığı belirtilerinden kolayca ayırt edilebilir. Eğer astıma neden olan bir toz alerjisi mevcutsa, hastada şu semptomlar görülür:

  • Nefes darlığı
  • Göğüs sıkışıklığı ve göğüste acı hissi
  • Nefes verirken horlama veya ıslık benzeri seslerin çıkması
  • Nefes darlığı, öksürük gibi nedenlerden dolayı uyuyamama
  • Soğuk algınlığı veya enfeksiyon sonrası artan öksürük ve hırıltı şikayetleri

Ne Zaman Doktora Başvurulmalıdır?

Belirtilerin soğuk algınlığına benziyor olması, toz alerjisinin saptanmasını geciktirebilir. Grip, nezle semptomlarına benzer şikayetlerin bir haftadan uzun sürmesi durumunda mutlaka doktora başvurulmalıdır. Ayrıca aşırı burun tıkanıklığı, geceleri uyuyamama, göğüsten gelen hırıltı gibi şikayetler olduğunda da doktora muayene olunması gerekir. Kısa süreli aktivitelerde çabuk yorulma, hırıltı nöbetleri, gittikçe artan nefes darlığı gibi durumlarda vakit kaybetmeden doktora başvurulmalıdır.

Toz Alerjisi Oluşumu Destekleyen Risk Faktörleri Nelerdir?

Diğer alerjik hastalıklarda olduğu gibi toz alerjisinde de genetik miras önemli bir rol oynar. Ailede astım, toz alerjisi veya alerjik rinit taşıyan bireylerin olması, gelecek nesillerde de alerji oluşumunu destekleyen önemli faktörlerdendir. Bunun yanında toz akarlarına aşırı maruz kalmak, alerji oluşumunu tetikler. Çocuklar ve gençler, kişisel hijyen konusunda yetişkinler kadar hassas değildir. Bu nedenle diğer enfeksiyonel hastalıklarda olduğu gibi toz alerjisine de daha açıktırlar. Çocukluk ve gençlik çağındaki bireylerin toz alerjisine yakalanmaması için yetişkinlerin ev hijyenine daha fazla önem vermesi gerekir.

Toz Alerjisi Teşhisi Nasıl Konur?

İlk olarak doktor, fiziksel muayene yapar. Hastanın şikayetlerini dinleyerek semptomları değerlendirir. Gerekli görürse bazı kan ve deri testlerinin yapılmasını talep eder. Deri testinde hastanın derisine lokal olarak belli bir miktarda şüphe duyulan alerjenden enjekte edilir. Derinin verdiği reaksiyonlar doktor tarafından değerlendirilir. Kızarıklık, şişme gibi komplikasyonlar oluşuyorsa hastanın bu alerjene duyarlı olduğu anlaşılır. Kan testinde ise hastadan alınan bir miktar kan, içine alerjen enjekte edilerek laboratuvara gönderilir. Laboratuvar sonucuna göre doktor teşhis koyabilir.

Toz Alerjisinden Korunmak İçin Hangi Önlemler Alınmalıdır?

Günlük hayatta ve yaşam alanlarında bazı hususlara dikkat edilerek toz alerjisinden korunmak mümkündür. Alerji semptomlarına sahip olan kişiler şu noktalara dikkat etmelidir:

  • Evcil hayvanların (kedi, köpek, kuş gibi) yatak odasına girmesine izin verilmemelidir. Alerji semptomlarının artması durumunda evcil hayvan beslemekten vazgeçilmelidir.
  • Çarşaf, nevresim, yatak, yastık seçimlerinde anti alerjik ürünler tercih edilebilir.
  • Toz akarları genellikle döşemelik ürünlerde saklanarak yaşar. Bu nedenle koltuk, yatak, halı, perde gibi eşyaların havalandırılmasına ve temiz tutulmasına büyük bir özen gösterilmesi gerekir.
  • Çok sık kullanılmayan ve açıkta bırakılan eşyalar toz tutar. Toz alerjisi olan bireyler evlerini gereksiz aksesuarlardan ve iç mekân bitkilerinden arındırmalıdır. Kitap, gazete gibi eşyalar, açık raflar yerine kapalı dolap içlerinde muhafaza edilerek toz oluşumu azaltılabilir.
  • Toz akarlarına elverişli bir yaşam alanı oluşturmamak için aktif yaşam alanlarının yüksek nem oranından korunması gerekir. Nem oluşumuna neden olan durumlardan kaçınmak ve yaşam alanını sık sık havalandırmak çözüm olabilir.
  • Ev içinde etkili bir havalandırma sistemi kullanıldığından emin olunmalıdır.
  • Kapalı mekanların zemini sıklıkla süpürülmeli; nevresim, çarşaf ve yastık kılıfları en az haftada 1 kere değiştirilmelidir.
  • Hastanın toz alerjisi semptomları şiddetliyse halı ve kilim kullanımını azaltmak da fayda sağlayabilir.

Toz Alerjisi Nasıl Tedavi Edilir?

Toz alerjisinin tedavisinde en önemli unsur toz akarlarından uzak durmaktır. Ancak, yaşam alanındaki toz akarlarını tamamen ortadan kaldırmak imkansızdır. Azalmayan semptomlar görüldüğünde ilaç tedavisi uygulanır. Doktor yönlendirmesi ile reçeteli veya reçetesiz bazı ilaçların kullanılması gerekebilir. Toz alerjisi tedavisinde kullanılan başlıca ilaçlar şunlardır:

  • Antihistaminik ilaçlar: Hap, burun spreyi veya likit olarak kullanılabilen türleri bulunur.
  • Nazal kortikosteroidler: Burun spreyi olarak kullanılır. Burun tıkanıklığı, akıntı, hapşırma gibi şikayetlerin giderilmesinde oldukça etkilidir. Alerji kaynaklı, burun içi şişlikleri giderir. Doktor önerisi doğrultusunda belli bir süre kullanılıp; bırakılmalıdır.
  • Lökotrien reseptör antagonistleri: Alerjenlerlerin etkisini kimyasal bir şekilde ortadan kaldırır.
  • Cromolyn sodyum: Bir çeşit burun spreyidir. Alerjenlerin kimyasal salınımını önler.

Bazı hastalarda bu ilaçlar kesin bir sonuç vermeyebilir. Şikayetlerin devam etmesi durumunda bazı uzun süreli tedavi yöntemlerine başvurulur. Bu tedaviler şu şekilde sıralanır:

  • Subkutan İmmünoterapi: Toz alerjisine karşı aşılama yönteminin kullanıldığı bir tedavi yöntemidir. Her dozda daha fazla alerjen hastaya enjekte edilerek uzun sürede hastanın bağışıklık kazanması ve semptomlarının giderek azalması hedeflenir. Bu tedavi 3 ile 5 yıl arasında sürebilir.
  • Dilaltı İmmünoterapi: Alerjenin dil altı tableti olarak hastaya belli dozlarda verildiği bir tedavi yöntemidir.

Magnezyum Eksikliğinin Belirtileri Nelerdir? Magnezyum Eksikliğinin Sebepleri

Magnezyum sağlıklı kemikler, kaslar, sinirler ve kalp için gereklidir. Vücudun enerjiyi, kan basıncını, kan şekerini ve diğer birçok süreci kontrol etmesine yardımcı olur. Magnezyum; sinir ve kasların işlevi, proteinlerin sentezi, kan şekerinin ve kan basıncının dengelenmesi dışında vücudun çeşitli işlevlerini düzenleyen çok sayıda enzim sisteminin yapısında bulunur. Enerji üretimi, kemik gelişimi ve kalp ritmi üzerinde de etkisi vardır. Yetişkin bir insan vücudunda magnezyum en çok kemiklerde ve yumuşak dokularda bulunur. Birçok gıdanın tüketimi ile birlikte doğal olarak magnezyum alınabilir. Bunlardan bazıları fıstık, fındık, kepekli tahıllar, süt, muz, ıspanak, fasulye ve somondur. Bir kişi için önerilen magnezyum miktarı yaş, boy ve kilo gibi faktörlere bağlı olarak değişiklik gösterebilir. Her ne kadar tüketilen gıdalarda magnezyum bulunsa da bazı insanlar vücutlarının ihtiyaç duyduğu kadar magnezyum almaz. Bu durumun uzun süre devam etmesi üzerine magnezyum eksikliği ortaya çıkabilir.

Magnezyum Eksikliği Nedir?

Magnezyum eksikliği, vücudun sağlığı için ihtiyaç duyduğu miktarda magnezyuma sahip olmamasıdır. İnsan vücudunda bulunan birçok enzim işlevini devamlı bir şekilde sürdürebilmek için magnezyuma ihtiyaç duyar. İnsan vücudu magnezyum mineralini üretemediği için magnezyumun besinler ve takviye ilaç ile yeterli miktarda alınması önem taşır. Yeterli miktarda magnezyum alınmadığı takdirde magnezyum eksikliği ortaya çıkabilir. Magnezyum eksikliği, devam etmesi durumunda çeşitli sağlık problemlerine yol açabilir. Magnezyum eksikliğine bağlı olarak ortaya çıkan sağlık sorunları nadirdir. Ancak uzun vadede devam eden magnezyum eksikliği bu riski artıracaktır. Bununla birlikte belirli faktörler, bir kişinin magnezyum eksikliği semptomları geliştirme riskini artırabilir.

Magnezyum eksikliğinin yol açabileceği sağlık sorunlarının arasında;

  • İştahsızlık,
  • Mide bulantısı ve kusma,
  • Uykulu olma,
  • Zayıflık (Güçsüzlük),
  • Yüksek kan basıncı,
  • Diyabet hastalığı yer alır.

Her ne kadar magnezyum eksikliğinin bu tür sağlık problemlerine yol açması nadir olsa da diğer sağlık koşulları nedeni ile uzun vadede magnezyum eksikliği yaşayan kişilerde bu gibi sağlık sorunları ortaya çıkabilir. Magnezyum eksikliği zamanla kemikleri zayıflatabilir, şiddetli baş ağrılarına sebep olabilir ve hatta kalbe zarar verebilir. Bu durum zaman içerisinde vücut için önemli olan diğer minerallerin de seviyelerinde azalmaya neden olabilir. Sorunun ilerlememesi için kısa sürede teşhis edilmesi gerekir. Magnezyum eksikliğinden şikayetçi kişilerin tedavi alması önem taşır.

Magnezyum Eksikliğinin Belirtileri

Magnezyum eksikliği başlangıçta belirti vermeyebilir ya da fark edilmeyebilir, önemsenmeyebilir. Magnezyum eksikliğini sadece belirtilerinden yola çıkarak teşhis etmek kolay değildir. Magnezyum eksikliği kan testi ya da idrar testi ile teşhis edilebilir. Eğer aşağıdaki belirtilerden herhangi biri fark edilirse bir doktor ile konuşmak ve teşhis için gereken testleri yaptırmak faydalı olacaktır.

Magnezyum eksikliğinin yaygın belirtileri şu şekildedir:

  • Bitkinlik ve kuvvetsizlik,
  • İştahsızlık,
  • Kas krampları ve spazmlar,
  • Mide bulantısı ve kusma,
  • Uyuşma,
  • Anormal kalp ritimleri.

İstemsiz kas kramplarının ve spazmlarının başka birçok nedeni olabileceği ihtimalini göz önünde bulundurmakta fayda vardır. Bu belirtilerden bazıları kullanılan ilaçların yan etkileri olabileceği gibi başka nedenlerden kaynaklanıyor da olabilir. Dolayısı ile bir doktor desteğine başvurmak ve uygun testleri yaptırmak en doğru seçim olacaktır. Magnezyum seviyesini öğrenmenin en kolay yolu kan testidir.

Magnezyum kan testi, yaptırılan diğer kan testleri gibidir. Bir hemşire ya da sağlık çalışanı koldaki ya da eldeki damarlardan kan örneği alır. Yapılan kan testinin sonuçlarına göre magnezyum seviyesinin düşük olup olmadığı görülür. Kan testi yerine idrar testi yapıldığında da benzer bir süreç işler. Alınan örnek laboratuvarda incelenir ve magnezyum seviyesi belirlenir.

Magnezyum Eksikliğinin Nedenleri

Magnezyum eksikliği çok sayıda nedene bağlı olarak gelişebilir. Magnezyum içeren gıdaları yeteri kadar tüketmemek ya da çeşitli hastalıklar dolayısı ile magnezyum kaybetmek bu nedenler arasında yer alır. Ancak magnezyum eksikliğine yol açan nedenler bunlarla sınırlı değildir. Vücudun magnezyum kaybetmesine ve dolayısı ile magnezyum eksikliği durumunu geliştirmesine sebep olabilecek çok sayıda etken vardır.

Magnezyum eksikliğinin yaygın nedenleri arasında sayılabilecek durumlar aşağıda listelenmiştir:

  • Emzirme,
  • Yeme bozuklukları,
  • Yanlış diyet yapmak,
  • İdrar çıkışını artıran ilaçlar,
  • Vücudun büyük bir bölümünde ciddi yanıklar,
  • Belirli böbrek hastalıkları,
  • Yoğun alkol kullanımı.

Yukarıdakilere ek olarak, magnezyum eksikliğini nedenleri olarak sıralanamayacak ancak magnezyum eksikliği riskini artıran faktörler arasında değinilmesi gereken bazı durumlar vardır. Örneğin yaş bu risk faktörlerinden bir tanesidir. İnsanlar yaşlandıkça, vücudun magnezyum gibi mineralleri doğal olarak özümseme kabiliyeti azalır. Alkol bağımlılığı ve hamilelik gibi faktörler de magnezyum eksikliği riskini artırır. Hamile ya da emziren kadınlarda vücudun ihtiyaç duyduğu magnezyum miktarı artar. Dolayısı ile beslenme şekline daha büyük bir özen göstermek gerekir. Aksi takdirde vücuda yeteri kadar magnezyum girmez ve magnezyum eksikliği durumu gelişir. Sağlıklı ve magnezyum açısından zengin bir diyet yapmak, risk faktörlerini azaltacaktır. Ancak belirli durumlarda sadece beslenme şeklini değiştirerek magnezyum eksikliği riskinden kurtulmak mümkün değildir. Bu durumda doktor tarafından önerilecek tedavi yöntemlerine başvurmak gerekir.

Magnezyum Eksikliği Nasıl Tedavi Edilir?

Tedavi süreci, sahip olunan magnezyum eksikliğinin şiddetine ve türüne bağlı olarak değişiklik gösterebilir. Damar yoluyla verilen ilaçlar, magnezyum takviyesi ya da semptomları azaltan ilaçlar gibi tedavi yöntemlerine başvurulabilir. Magnezyum seviyesi çok düşük olmayan hastalara genellikle magnezyum takviyesi yazılır. Bu tür ilaçlar zaman zaman ishale neden olabilir, dolayısı ile doktor tarafından dozunun özel olarak ayarlanması gerekir.

Herkesin magnezyum seviyesi aynı olmadığı için bir başkasına verilen ilaçların kullanılması tehlikeli olacaktır. Magnezyum takviyesine başvurmadan önce bir doktor ile görüşmek çok önemlidir. Magnezyum eksikliği olan kişilerin yeterli dozda takviye almaması, semptomları azaltmak için yeterli olmayacaktır. Ayrıca doktor tarafından önerilen dozdan fazlasını almak kusma, ishal, karın krampları ve aşırı durumlarda düzensiz kalp ritmine yol açabilir. Doktor tarafından verilen magnezyum takviyesinin doğru dozaj ile kullanılması çok önemlidir. Bunun yanı sıra sağlıklı ve dengeli bir şekilde beslenmenin faydası olacaktır. Özellikle magnezyum açısından zengin besinlerin dengeli bir diyete dahil edilmesi önerilir. Bu tedavi yöntemleri doktora danışmadan ve gerekli testleri yaptırmadan uygulanması doğru değildir.

Diş Ağrısına Ne İyi Gelir?

Ağız ve diş hijyeni; sağlıklı bir yaşam için olmazsa olmaz unsurlardan biridir. Ağız içi hijyen sağlanmadığında, diş hastalıkları başta olmak üzere pek çok rahatsızlık ortaya çıkabilir. İnsanlarda görülen diş ve diş eti hastalıklarının en yaygın belirtisi ise diş ağrısıdır. Diş ağrısı; her yaştan kişiyi etkileyebilen ciddi bir sağlık sorunudur. Diş ağrısının altında yatan nedenler kişiden kişiye farklılık gösterebilir. Diş ağrısının giderilmesi için altta yatan nedenin araştırılması ve uygun tedavi yönteminin tespit edilmesi gerekir. Diş ağrısı tedavi edilmediği takdirde bu durum, diş kaybıyla sonuçlanabilir.

Diş Ağrısı Nedir?

Diş ağrısı, bir dişin içerisi veya çevresinde hissedilen keskin ve donuk ağrı olarak tanımlanabilir. Diş ağrısı aniden ortaya çıkabileceği gibi, yemek yerken ya da bir şeyler içerken de hissedilebilir. Diş enfeksiyonu, çürük diş, diş eti hastalıkları ve diş hassasiyeti; diş ağrısının en yaygın nedenleri arasında sıralanabilir. Ağrı, bazen farklı bir bölgede olup çeneye yayılabilir.

Diş Ağrısı Nedenleri Nelerdir?

Diş ağrısı, dişin pulpa adı verilen orta kısmının iltihaplanmasıyla ortaya çıkan bir durumdur. Pulpanın içerisinde ağrıya çok duyarlı sinir uçları bulunur. Bu nedenle, pulpitis olarak da adlandırılan pulpa iltihaplanmasında, diş ağrısına oldukça sık rastlanır. Bazı durumlarda, çene kaynaklı ağrılar da diş ağrısı şeklinde hissedilebilir. Diş ağrısının başlıca sebepleri şu şekildedir:

  • Diş eti hastalıkları: Diş etlerinin iltihaplanması sonucu ortaya çıkan diş eti hastalıklarında kızarıklık ve diş ağrısı gibi belirtiler görülür.
  • Diş çürükleri: Dişte çürük oluşumu; dişin “mine” adı verilen dış yüzeyinde aşınma ve boşluk ortaya çıkması sonucu görülür. Diş minesinde oluşan plak, çoğunlukla beslenme alışkanlıkları nedeniyle kırılır. Bu da çürük oluşumunu tetikler. Çürükler, diş ağrısına sebep olabilir.
  • Hassas dişler: Diş minesinin yıprandığı durumlarda, dişin dentin adı verilen orta tabakası açığa çıkar. Bu tabakada çok fazla sinir ucu bulunur. Bu durum da sıcak veya soğuk yiyecek ve içecek tüketildiğinde, sinir uçlarında hassasiyete yol açar. Oluşan bu hassasiyet de bazı durumlarda diş ağrısına yol açabilir.
  • Bruksizm: Uyurken diş sıkma ya da gıcırdatma olarak da bilinen bruksizm de diş ağrısına neden olabilir. Dişlerinizi sıkmak, diş minesini yıpratabilir ve hatta diş çatlaklarına sebebiyet verebilir.

Diş ağrısının diğer sebepleri ise şu şekilde sıralanabilir:

  • Çatlak dişler
  • Diş apsesi
  • Gömülü diş
  • Migren gibi belirli baş ağrıları
  • Çene ve kafatası arasındaki eklem ya da kaslarda ortaya çıkan problemler

Diş Ağrısı Belirtileri Nelerdir?

Diş ağrısı; en çok diş ve çene bölgesinde şiddetli olarak hissedilir. Ancak, bazı durumlarda diş ağrısı, sıcak veya soğuk uyaranlara karşı da gelişebilir. Aynı zamanda, diş ağrısı; yanak ve kulağa doğru yayılabilir. Diş ağrısının diğer belirtileri ise şu şekildedir:

  • Diş veya diş etlerinin etrafında kanama veya akıntı
  • Bir dişin etrafında veya çene bölgesinde şişlik
  • Ağız kokusu
  • Ateş
  • Lenf bezlerinin şişmesi

Diş Ağrısı Nasıl Tedavi Edilir?

Diş ağrısının tedavisi için öncelikle altta yatan nedenin kesin bir şekilde belirlenmesi gerekir. Bunun için doktorunuz sizden bazı testler yaptırmanızı isteyebilir. Tıbbi geçmişinizin incelenmesi, fiziksel muayene ve varsa istenilen testlerin değerlendirilmesinin ardından, uygun bir tedavi yöntemiyle diş ağrıları giderilebilir. Doktorunuz gerekli gördüğü takdirde; dolgu, diş çekme veya diğer işlemler yapılabilir. Ancak, bu gibi tedavi yöntemlerinin sonuç vermeyeceği vakalarda, kanal tedavisi veya kuron kaplama gibi yöntemlere başvurulur. Diş veya diş etinizde herhangi bir enfeksiyon varsa, doktorunuz antibiyotik kullanmanızı önerebilir.

Diş Ağrısına Neler İyi Gelir?

Diş ağrısını hafifletmek için evde uygulayabileceğiniz bazı yöntemler bulunur. Ancak, bunların geçici çözümler olduğu unutulmamalıdır. Uzun süren diş ağrılarınız varsa, mutlaka bir diş hekimine danışmanız önerilir.

Diş ağrısına iyi gelen, evde kendinizin uygulayabileceği yöntemler şu şekildedir:

  • Tuzlu su ile gargara yapmak: Tuzlu su, doğal bir antiseptiktir. Dolayısıyla, tuzlu su ile gargara yapmak, dişlerin arasında biriken yemek kalıntılarının giderilmesine yardımcı olur. Tuzlu su ayrıca dişteki iltihabı hafifletebilir ve ağızdaki yaraların iyileşmesini sağlayabilir.
  • Soğuk kompres uygulamak: Diş ağrısını geçici olarak gidermenin yollarından biri de ağrının hissedildiği bölgeye soğuk kompres uygulamaktır. Soğuk kompres, bölgedeki kan damarlarının daralmasına neden olur. Bu da ağrıyı hafifletir.
  • Sarımsak: Doğal bir antibiyotik olan sarımsak da ağrının hafifletilmesi için kullanılabilir. Bunun için sarımsağı ezerek macun hale getirdikten sonra, ağrının görüldüğü bölgeye uygulayabilir ya da çiğneyebilirsiniz.
  • Karanfil yağı: Karanfilin içerisinde doğal bir antiseptik olan öjenol bulunur. Bu nedenle, karanfil yağı diş ağrılarını hafifletmek için kullanılabilir. Küçük bir kap suyun içerisine bir damla karanfil yağı ekleyerek gargara yapabilir ya da karanfil yağını pamuğun üzerine dökerek ağrıyan bölgeye uygulayabilirsiniz.
  • Kekik: Tıpkı karanfil ve sarımsak gibi güçlü bir antioksidan olan kekik de diş ağrılarının hafiflemesine yardımcı olur. Birkaç damla kekik yağını suyla seyreltip ağrıyan bölgeye uygulayabilirsiniz.

Tüm bu yöntemlerin tedavi niteliğinde olmadığı ve sadece geçici olarak ağrının hafiflemesine yardımcı olduğu unutulmamalıdır. Dolayısıyla, devam eden diş ağrıları için mutlaka uzman bir hekime başvurulmalıdır.

Diş Ağrısı Nasıl Önlenir?

Düzenli diş bakımı ile diş ağrısı ve diğer diş rahatsızlıklarının önüne geçilebilir. Diş ağrılarını önlemek için yapılabilecekler şu şekildedir:

  • Sağlıklı bir beslenme düzenine sahip olmak, her sağlık sorununun önlenmesinde olduğu gibi, diş ağrılarının önlenmesi açısından da son derece önemlidir. Örneğin, rafine şeker tüketimi dişte zararlı bakterilerin üremesi için uygun ortamı sağlar. Bu nedenle, diş minesine zarar veren şeker ve asit içeriği yüksek gıdalardan uzak durulmalıdır.
  • Ağız içi hijyenin bir bütün olduğu unutulmamalıdır. Bu nedenle, diş fırçalamak tek başına ağız hijyeninin sağlanması açısından yeterli değildir. Aynı zamanda, mutlaka diş ipi ve ağız gargarası da kullanılmalıdır.
  • Diş eti hastalıklarını önlemek için yumuşak diş fırçaları tercih edilmelidir.
  • Diş ve diş taşlarının yılda en az iki kez temizlettirilmesi gerekir. Bu sayede hem diş çürükleri hem de diğer diş ve diş eti rahatsızlıklarının önüne geçilebilir.
  • Sigara ve alkol gibi zararlı alışkanlıkların dişlere zarar verebileceği unutulmamalıdır.

Burun Kanaması Neden Olur? Nasıl Tedavi Edilir?

Burun kanaması sıkça rastlanan bir durumdur. Kanamalar endişe verici olsa da çoğu olayda korkulacak bir durum bulunmamaktadır. Kılcal damarların hassas olması ve hasar

Burun kanaması sıkça rastlanan bir durumdur. Kanamalar endişe verici olsa da çoğu olayda korkulacak bir durum bulunmamaktadır. Kılcal damarların hassas olması ve hasar görmesi ile oluşan ön burun kanamalarında basitçe yapılabilecek müdahaleler ile kanamayı durdurmak mümkündür. Ancak kimi zaman da burun kanamaları ciddi rahatsızlıkların da göstergesi olabilmektedir. Burun kanaması nedir, neden oluşur ve burun kanaması ilk yardım nasıl olmalıdır gibi merak edilen tüm soruların cevaplarına bu makaleden ulaşabilirsiniz.

Burun Kanaması Nedir?

Burun, yüzeysel damarlardan oluşan bir organdır. Çevresinde kas dokusu bulunmayan bu damarlar farklı sebepler ile de kanayabilmektedir. Mevsimsel, darbe, yabancı cisim, hızlı sümkürmek gibi nedenler ile burun kanayabileceği gibi kimi zamanda bazı hastalıkların habercisi olabilmektedir.

Burun kanamaları ön burun ve arka burun kanaması olarak ikiye ayrılmaktadır. Burnu besleyen damarların burun deliğine yaklaşık 1 cm uzakta olması sebebiyle lokal sebeplerden oluşan kanamalar ön burun kanamaları olarak adlandırılır. Ön burun kanaması tedavisi genellikle basit müdahaleler ile yapılabilir. Ancak burnun arkasında bulunan ve burnu besleyen damarlarda gelen kanamalar ciddi rahatsızlıkların belirtisi olabilmektedir. Arka burun kanaması, burundan olabileceği gibi genze ve boğaza da akabilmektedir. Bu sebeple de arka burnun kanamaları, ön burun kanamalarına göre daha zor tedavi edilebilmektedir.

Epistaksis olarak da adlandırılan burun kanaması toplumun yaklaşık %60’ında görülmektedir. Bu yüzdeyi oluşturanlar ise genellikle çocuklar ve yaşlılardır. Ayrıca yapılan araştırmalara göre burun kanaması kadınlara göre erkeklerde daha sık görülmektedir.

Burun Kanaması Nedenleri

Ön veya arka burun kanaması nedenleri farklı olabilmektedir. Bu nedenler sistemik rahatsızlıklar olabileceği gibi lokal olaylardan da oluşabilmektedir.

Lokal Nedenler:

•Buruna ya da yüze gelen darbeler

•Burun kırıkları

•Yabancı cisimlerin buruna sokulması

•Burun karıştırma

•Kemik eğriliği

•Üst solunum yolu enfeksiyonları

•Sinüzit

•Alerjik durumlar

•İlaç kullanımı (kortizonlu burun spreyleri, burun içini kurutan, kan inceltici)

•Güçlü bir şekilde burun silme

•Kimyasal maddelere maruz kalma

•Kuvvetli sümkürme

•Kuru hava

Sistemik Nedenler:

•Kalp ve damar hastalıkları

•Tansiyon

•Şeker hastalığı

•Pıhtılaşma bozuklukları

•K vitamini eksikliği

•Karaciğer hastalıkları

•Sinüs, geniz ve burun kanserleri

•Alkol kullanımı

•Gebelik

•Hormonal nedenler

Çocuklarda Burun Kanaması Nedenleri

Çocuklarda meydana gelen burun kanaması ebeveynleri oldukça tedirgin eden bir durumdur. Genellikle 2 ila 10 yaş arasındaki çocuklarda görülen burun kanaması genellikle korkutucu değildir. Çocukların burnunu sertçe karıştırması, yabancı bir cismi burnuna sokması burun içi mukozasının tahriş olmasına yola açar. Soğuk ve kuru havalarda kılcal damarların çatlaması, üst solunum yolu enfeksiyonu sırasında oluşan burun akıntısı da çocuklarda burun kanaması sebepleri arasında bulunmaktadır.

Çocukları da korkutan burun kanamasının önüne geçmek için öncelikle burnun nasıl temizlenmesi gerektiği öğretilmelidir. Tırnakların kısa tutulması çocukların burnunu kanatmaması için dikkat edilecek bir önlemken aynı zamanda ebeveynler de temizlik konusunda çocuklarına yardımcı olmalıdır. Evlerdeki kuru havayı ortadan kaldırmak, tuzlu steril su ile burnu nemli tutmak da yapılabilecek çocuklarda burun kanaması riskini ortadan kaldırabilmektedir.

Hamilelikte Burun Kanaması

Hamilelikte durduk yere burun kanaması oldukça sık rastlanan bir olaydır. Anne adaylarını bu durum korkutsa da endişe edecek bir durum bulunmamaktadır. Gebeliğin özellikle ilerleyen zamanlarında anne ve bebek sağlığı için kan miktarında artış olmaktadır. Bu artış ile de burun mukozası içindeki damarlara basınç uygulanır ve kanama meydana gelir. Burun kanaması nedenleri arasındaki lokal olaylar da burun kanamasını tetikleyebilmektedir.

Hamilelik sırasında yaşanan burun kanamasının ne anne ne de bebek sağlığına bir zararı bulunmamaktadır. Az miktarda gelen kanamalar basit yöntemler ile durdurulabilmektedir.

Burun Kanaması Nasıl Durdurulur?

Ön burun kanamalarında basit müdahaleler ile kanamayı durdurmak mümkündür. Ani burun kanaması yaşayan kişilerin öncelikle sakin olması gerekmektedir. Telaş yapmadan dik pozisyonda oturup başın biraz öne eğilmesi kan yutulmaması için önemlidir. Ağızda kan varsa tükürülmeli ve burun deliklerine işaret parmaklar ile 10 dakika baskı yapılmalıdır. 10 dakikadan önce baskı işlemi bırakılmamalıdır. Bu uygulama sadece iki taraf değil tek taraflı burun kanaması olaylarında da yapılmalıdır.

Kanama durduktan sonra tekrarlamaması için tuzlu su içeren spreyler ile burun temizlenmelidir. Burnu temizlerken güç uygulamamalı, şiddetli hapşırma ve sümkürme hareketleri yapılmamalıdır. Bir süre ağır aktivitelerde bulunmamak ve sıcak su ile banyo yapmamak da tekrar kanamasını önlemek açısından önemlidir.

Eğer kanama durmuyor ve tekrar ediyorsa, sadece burunda değil başka yerlerde de kanama meydana geliyorsa, kan sulandırıcı ilaç kullanılıyorsa, hafif darbelerde bile morarma oluşuyorsa, fenalaşma ya da bayılma hissi varsa, nefes almada zorluk çekiliyorsa, yüksek ateş veya döküntü görülüyorsa, karaciğer, hemofili gibi sistemik hastalık varsa, kan kanseri tedavisi görülüyorsa geç kalmadan KBB doktoruna başvurmak gerekmektedir. Yapılacak olan gerekli kan sayımları, tomografi taraması, endoskopi, röntgen gibi tanı yöntemleri uygulanarak kanamanın kaynağı bulunabilmektedir. İlaç kullanılan kişilerin de ilaçları kanama sebebine bağlı olarak değiştirilebilmektedir.

Gece Burun Kanaması

Uykuda burun kanaması gün içerisinde oluşan burun kanamaları kadar endişe verici olabilmektedir. Ancak bu durum da yine lokal nedenlerden dolayı oluşabilmektedir. Kullanılan ilaçlar, oda havasının kuru olması, pıhtılaşma gibi sorunlar kanamaya neden olabilmektedir. Kanama fark edildiği zaman basit tampon yöntemleri uygulanabilir. Ancak sık sık devam ediyorsa ve genze kaçan kanamalar mevcutsa doktora gitmek gerekmektedir.

Boğaz Ağrısı Neden Olur, Nasıl Tedavi Edilir?

Boğaz ağrısı, en yaygın görülen sağlık sorunlarından biridir. Başta enfeksiyonlar olmak üzere birçok hastalığın semptomu olarak ortaya çıktığından dolayı çe

Boğaz ağrısı, en yaygın görülen sağlık sorunlarından biridir. Başta enfeksiyonlar olmak üzere birçok hastalığın semptomu olarak ortaya çıktığından dolayı çeşitli nedenleri olabilir. Boğazda yanma, kuruluk ve kaşıntıyla birlikte görülebilir. Genellikle boğaz ağrısı, bakteri ya da virüslerden kaynaklanır. Bir hastalık nedeniyle yaşanan boğaz ağrısı, çoğunlukla hastalık tedavi edildikten sonra ortadan kalkar. Ancak yutkunmakta, yemekte ve konuşmakta zorluk oluşturması nedeniyle kişinin yaşam kalitesini oldukça düşürebilir.

Boğaz Ağrısına Neden Olan Faktörler Nelerdir?

Boğaz ağrısının birçok farklı nedeni olabilir. Beraberinde görülen semptomlar da nedene göre değişir. Küçük enfeksiyonlardan sistemik hastalıklara kadar pek çok durum, boğaz ağrısına yol açabilir. Son derece rahatsız olabilen bu sorun, genellikle kısa sürede geçer. En yaygın nedenler ise viral ya da bakteriyel enfeksiyonlardır. Bunların yanı sıra kuru hava gibi çevresel faktörler de boğaz ağrısına yol açabilir.

Viral enfeksiyonlar farenjit vakalarının büyük bir kısmını oluşturur. Adenovirüs, renovirüs ve koronavirüs dahil olmak üzere 200’den fazla virüs türü nedeniyle görülen soğuk algınlığı buna sebep olur. Eğer boğaz ağrısı viral enfeksiyon nedeniyle ortaya çıktıysa burun tıkanıklığı, burun akıntısı, baş ağrısı, ateş ve hapşırma da görülebilir. Bunlara ek olarak bademcikte iltihaplanma da oluşabilir.

Boğaz ağrısının yaygın diğer bir nedeni bakteriyel enfeksiyonlardır. Boğaz ağrısına yol açan bakteriyel enfeksiyonlardan ilki streptokok boğaz enfeksiyonudur. Bu hastalıkta boğaz ağrısıyla birlikte ateş, ağız kokusu, boğazda görülebilir iltihap, mide bulantısı ve kusma görülebilir. Streptokok boğaz enfeksiyonunun dışında boğmaca zatürre ve farklı diğer bakteriyel enfeksiyonlar da boğaz ağrısına yol açabilir.

Boğaz ağrısının nedeni mantar enfeksiyonları da olabilir. Ağız içinde pamukçuk oluşumuna sebep olan Candida Albicans isimli mantar, boğaza doğru ilerleyerek ağrıya yol açabilir. Genellikle bu enfeksiyonda herhangi bir semptom görülmez.

Yalnızca ağız dil ve boğazda ağrı hissedilebilir. Ancak yemek borusuna ulaştığı durumlarda ciddi sorunlara neden olabilir.

Boğaz ağrısının bir başka nedeni ise alerjik farenjittir. Bu hastalıkta burundan ya da ağızdan giren bir alerjen boğaz ağrısına yol açar. Özellikle mevsimsel alerjilerde burun tıkanıklığı varsa ve kişi ağızdan nefes alıyorsa bu durum sıkça görülür. Ağız içinde kuruluk ve tahriş hissedilebilir. İlerleyen süreçlerde ise postnazal akıntı dolayısıyla boğazda ve bademciklerde iltihaplanma da olabilir. Bunun sonucunda boğazın arkasında yumru varmış hissi oluşabilir.

Boğaz ağrısı; düşük nem, sigara kullanımı, hava kirliliği veya bağırma nedenli de görülebilir. Ayrıca boğazda biriken mide asidi de boğazda tahrişe neden olarak ağrı yapabilir. Bu durum gastroözofageal reflünün bir semptomu olarak ortaya çıkabilir. Bu hastalık çoğunlukla öksürük, mide ekşimesi ve ağızda asit tadı ile birlikte görülür. Ancak zaman zaman görülen tek semptom boğaz ağrısıdır.

Boğaz Ağrısında Ne Zaman Doktora Başvurulmalıdır?

Normal şartlar altında boğaz ağrısı 1 hafta ile 10 gün arasında geçer. Eğer bu süre içinde geçmediyse ve hastanın alerjisi yoksa bir sağlık uzmanından yardım almak gerekir. Aşağıdaki belirtiler görüldüğünde boğaz ağrısı için doktora başvurulmalıdır:

  • 10 günden uzun süren şiddetli boğaz ağrısı
  • Nefes almak, yutmak ya da ağzı açmakta zorluk
  • Kulak ve eklem ağrısı
  • 38 derecenin üstünde ateş
  • Tükürükte veya mukusta kan olması
  • Yüzde ya da boyunda şişlik veya kitle
  • 2 haftadan uzun süren ses kısıklığı
  • Deride döküntü veya kızarıklık

Boğaz Ağrısının Nedeni Nasıl Teşhis Edilir?

Boğaz ağrısının nedenini teşhis etmek için çeşitli yöntemler bulunur. Bunun sebebi boğaz ağrısına yol açan pek çok farklı faktörün olmasıdır. İlk olarak hastanın tıbbi geçmişi incelenerek semptomları dinlenir. Daha sonra fiziki muayeneler gerçekleştirilir.

Eğer bakteriyel enfeksiyon kaynaklı bir boğaz ağrısından şüpheleniliyorsa streptokok boğaz enfeksiyonu olup olmadığını tespit etmek için boğazdan sürüntü alınabilir. Pamuk uçlu aplikatör yardımıyla boğazın arkası ve bademcikler yerden alınan örnek test edilir. Testin sonucunda boğaz ağrısından nedeninin streptokok boğaz enfeksiyonu olup olmadığı hızlı bir şekilde öğrenilebilir.

Sürüntü testinin sonucu negatif çıktıysa ancak bakteriyel enfeksiyon ihtimali varsa boğaz kültürü testi de yapılabilir. Boğaz kültürü testinde de boğazdan alınan dokular incelenir. Bu iki testin yanı sıra zaman zaman kan testi de yapılabilir. Bazen boğaz ağrısının nedeni kanser gibi ciddi bir durum olabilir. Dolayısıyla uzun süre devam eden boğaz ağrısında nedenin bulunması için daha fazla test gerekebilir.

Boğaz Ağrısı Nasıl Tedavi Edilir?

Genellikle boğaz ağrısı, herhangi bir tedaviye ihtiyaç duyulmadan bir hafta gibi kısa bir süre içerisinde geçer. Ancak bu durum ağrının nedenine göre değişebilir. Boğaz ağrısının nedeni teşhis edildikten sonra tedavi buna göre uygulanır. Streptokok boğaz enfeksiyonları da dahil olmak üzere bakteriyel enfeksiyonların yol açtığı boğaz ağrısının tedavisi için doktor tarafından antibiyotik kullanımı önerilebilir. Böyle bir durumda ilaçların tavsiye edildiği şekilde kullanılması gerekir.

Eğer ortada bakteriyel bir enfeksiyon ya da başka bir sağlık sorunu yoksa boğaz ağrısının giderilmesi için tedavi uygulanır. Soğuk algınlığı ve viral enfeksiyonlarda ağrıyı rahatlatmak amaçlanır. Viral enfeksiyonun neden olduğu boğaz ağrısını geçirmek için antibiyotik kullanılmaması önemlidir. Çünkü antibiyotikler viral enfeksiyonlarda etkili olmaz.

Alerji kaynaklı bir boğaz ağrısında ise öncelikle alerjinin tedavi edilmesi hedeflenir. Reflü, bronşit ya da zatürre gibi hastalıklarda da süreç bu şekilde ilerler. Ağrının altında yatan sorunun giderilmesi ağrının da tedavi edilmesini sağlar. Boğaz ağrısının asıl nedeninin bir tümör olduğu tespit edildiği takdirde ise tedavi buna uygun şekilde planlanır.

Boğaz Ağrısını Önlemek İçin Neler Yapılabilir?

Boğaz ağrısı doktorun bilgisi dahilinde evde yapılan uygulamalarla da rahatlatılabilir. Boğaz ağrısı semptomlarının hafifletilmesi için şu yollar izlenebilir:

  • İyi bir şekilde dinlenmek
  • Bol su içerek boğazın kurumasını engellemek
  • Ortam havasını nemlendirmek
  • Tuzlu su ile gargara yapmak
  • Boğaz pastilleri kullanmak
  • Bal tüketmek
  • Limonlu veya ballı su içmek
  • Yeşil çay veya zencefil çayı gibi bitki çaylarını tüketmek

Boğaz ağrısı yaşayan kişiler, bu yöntemleri uygulamadan önce bir uzman görüşü almalıdır. Bunlara ek olarak yapılacak bazı küçük değişiklikler ile boğaz ağrısı önlenebilir. Sık sık ellerin yıkanması, ağız ve burna dokunmamak, hapşırık veya öksürük için mendil kullanmak, yaşam alanlarını hijyenik hale getirmek bu konuda yardımcı olabilir.

Yüksek Riskli Gebelik Nedenleri Nelerdir?

Yüksek riskli gebelik, anne ve/veya bebeğin sağlık durumu açısından potansiyel komplikasyonların daha fazla olduğu bir durumdur. Bu durum, gebelik sürecinde ortaya çıkabilen çeşitli faktörlerden kaynaklanabilir. Yüksek riskli gebelik nedenleri çeşitli olabilir ve her biri anne ve bebeğin sağlığını etkileyebilir.

  • Hangi Durumlar Yüksek Riskli Gebeliklere Yol Açabilir?
    Anne Yaşı
    Kronik Hastalıklar
    Önceki Gebeliklerde Yaşanan Komplikasyonlar
    Gebelik Öncesi Hipertansiyon veya Preeklampsi
    Çoğul Gebelikler
    Genetik Faktörler
    Ruh Sağlığı
  • Yüksek Riskli Gebeliklerde Hangi Faktörlere Dikkat Edilmelidir?

Hangi Durumlar Yüksek Riskli Gebeliklere Yol Açabilir?

Anne Yaşı: 

İleri yaş gebelikleri (35 yaş ve üzeri), genellikle yüksek riskli gebelikler olarak kabul edilir. İleri yaş, doğurganlık yeteneğini azaltabilir ve bazı genetik bozuklukların riskini artırabilir. Anne adaylarının yaşlanmasıyla birlikte, gebelik süresince meydana gelebilecek komplikasyon riski de artar.

Kronik Hastalıklar:

Anne adayının gebelik öncesinde veya gebelik sırasında var olan kronik hastalıkları, yüksek riskli gebeliklere neden olabilir. Örneğin, diyabet, hipertansiyon, böbrek hastalığı, kalp hastalığı gibi durumlar anne ve bebeğin sağlığını olumsuz etkileyebilir ve özel tedavi ve izleme gerektirebilir.

Önceki Gebeliklerde Yaşanan Komplikasyonlar: 

Önceki gebeliklerde yaşanan bazı komplikasyonlar, yeni bir gebelik için yüksek risk faktörü oluşturabilir. Örneğin, önceki gebeliklerde preeklampsi (gebelik zehirlenmesi), erken doğum, düşük, büyüme kısıtlaması gibi sorunlar yaşanmışsa, gelecek gebelik yüksek riskli kabul edilir.

Gebelik Öncesi Hipertansiyon veya Preeklampsi: 

Gebelik öncesinde hipertansiyon veya preeklampsi (gebelik zehirlenmesi) geçiren kadınlar, gelecek gebelikleri için yüksek riskli kabul edilir. Bu durumlar anne ve bebeğin sağlığını etkileyebilir ve yakın izlem ve tedavi gerektirebilir.

Çoğul Gebelikler: 

İkiz, üçüz gibi çoğul gebelikler, yüksek riskli gebeliklere yol açabilir. Çoğul gebeliklerde, erken doğum, düşük doğum ağırlığı, plasenta sorunları gibi komplikasyonlar daha sık görülür ve bu nedenle yakın izleme ve özel bakım gerektirir.

Genetik Faktörler:

Anne veya babadan geçen genetik hastalıklar, doğmamış bebeğin sağlığını etkileyebilir. Ailede doğumsal anomaliler, genetik bozukluklar veya genetik hastalıklar varsa, bu durum yüksek riskli gebeliğe yol açabilir.

Ruh Sağlığı: 

Anne adayının gebelik sırasında veya öncesinde ruh sağlığı sorunları yaşıyorsa, bu da yüksek riskli bir gebeliğe neden olabilir. Özellikle depresyon, anksiyete gibi durumlar, anne ve bebeğin sağlığını etkileyebilir ve uygun tedavi ve destek gerektirebilir.

Yüksek Riskli Gebeliklerde Hangi Faktörlere Dikkat Edilmelidir?

Yüksek riskli gebeliklerde, anne adayı ve bebeğin daha sıkı izlenmesi, özel tedavi ve bakım gerekebilir. Bu, daha sık doktor kontrolleri, ultrason taramaları, kan testleri, tansiyon takibi ve diğer tıbbi testleri içerebilir. Ayrıca, beslenme, egzersiz, stres yönetimi ve uygun ilaç kullanımı gibi sağlıklı yaşam tarzı faktörlerine de dikkat etmek önemlidir.

Sonuç olarak, yüksek riskli gebelikler anne ve/veya bebeğin sağlık durumu açısından potansiyel komplikasyonların daha fazla olduğu durumları ifade eder. Anne yaşı, kronik hastalıklar, önceki gebeliklerde yaşanan komplikasyonlar, gebelik öncesi hipertansiyon veya preeklampsi, çoğul gebelikler, genetik faktörler ve ruh sağlığı bu durumlardan bazılarıdır. Yüksek riskli gebeliklerde, düzenli takip, özel tedavi ve uygun bakım sağlanmalıdır. Her bir yüksek risk faktörü, anne ve bebeğin sağlığını etkileyebileceğinden, bireysel durumlarda doktorunuzla yakın iletişimde olmanız önemlidir.