Generic selectors
Exact matches only
Search in title
Search in content
Post Type Selectors

Yüz felci nedir?

Beyinde yüz kaslarına giden sinir hücrelerinin gövdesinde hasarlanma veya yüzdeki kasların ana sinirinin çeşitli nedenlerden dolayı hasar görmesi sonucu gerçekleşen yüz felci, yaşam kalitesini olumsuz etkileyen bir hastalıktır. İlk belirtiler görüldüğünde hızlıca tanı sürecinin gerçekleşmesi ve tedaviye başlanması gereken hastalıkta tedaviler kişiden kişiye ya da sorunun oluş nedenine göre değişiklik gösterebilmektedir.

Yüz felci nedir?
Yüz felci belirtileri nelerdir?
Yüz felci neden olur?
Yüz felci tanısı nasıl konulur?
Yüz felci tedavisi nasıl yapılır?
Yüz felci hakkında sık sorulan sorulan 

Yüz felci nedir?

Yüz felci, yüz kaslarının bir kısmının veya tamamının hareket ettirilememesi durumudur. Yüze gelen sinir liflerinin etkilenmesi sonucu, yüzün mimik kaslarında hareket kaybı oluşmaktadır. Her yaşta görülebilen bu sağlık sorununda; hasta kaşını kaldıramaz, gözünü kapatamaz ve ağzını hareket ettiremez. Yüz felcinde fasiyal sinirin hasar görmesi nedeniyle yüz mimik kaslarında hareket gelişir. Bu durum tıpta fasiyal paralizi olarak adlandırılır.

Yüz felci belirtileri nelerdir?

Yüz felci birçok belirtiye sahiptir ve bu belirtiler, nedenlere bağlı olarak kişiden kişiye değişebilir. Genel anlamda, belirtiler arasında tek taraflı yüz felci, göz kırpmada kontrol kaybı, mimiklerde azalma, gözyaşı üretiminde azalma, ağızda sarkma, etkilenen bölgede tat kaybı, yüz kaslarında seğirme, yeme ve içme zorluğu, kulakta ağrı, çene bölgesinde ağrı, çevresel seslere duyarlılık, baş ağrısı yer alabilir. Ancak, inmeye bağlı olarak da yüz felci gelişebilir. Bu durumda bilinç değişikliği, kafa karışıklığı, baş dönmesi, görme sorunları, denge problemleri, epileptik nöbetler, kol veya bacaklarda güçsüzlük gibi ek belirtiler ortaya çıkabilir. İnme ve normal yüz felci belirtilerini ayırmak önemlidir. Yüz felci belirtileri görüldüğünde hastaların acilen sağlık kuruluşuna götürülmesi gereklidir.

Yüz felci neden olur?

Yüz felcine neden olan en önemli durum Bell paralizisidir. Bu durumda, yüzün tek bir tarafındaki kaslar etkilenir ve ani bir şekilde ortaya çıkar. Altında tümör ya da kafa travması gibi bir neden bulunmaz; genellikle fasiyal sinirin hasar görmesiyle ilişkilidir. Ancak inmenin sebep olduğu yüz felci daha ciddi bir durumdur. Oksijen eksikliği, beyin hücrelerinde aşırı basınç, yüz yaralanmaları, baş-boyun tümörleri, orta kulak enfeksiyonu, Lyme hastalığı, multipl skleroz, Guillain-Barré sendromu, bazı cerrahi müdahaleler ve doğum travması, inme kaynaklı yüz felci nedenleri arasında yer alır.

Yüz felci, bazen kulak-boğaz enfeksiyonlarından hemen sonra ortaya çıkabilir. Soğuk ve rüzgar, kulağın arkasındaki kemiğin içinde ödem oluşumuna ve iltihaplanmaya neden olabilir. Bu duruma “Bell paralizisi” denir. Özellikle şiddetli kulak ağrısı, yüz felcinin habercisi olabilir. Yüz bölgesinin yanı sıra, kulağın arkasındaki kemiği korumak da yüz felci riskini azaltabilir. Soğuk havalarda bedeni korurken, yüz bölgesi dışarıdan gelebilecek müdahalelere daha hassas olduğu için koruma gerektirir. Bu nedenle yüz felci genellikle soğuk havaları seven ve kendini iyi koruyamayan kişileri etkiler. Yaz aylarında ise klima veya farklı serinletici cihazların yanlış kullanımına bağlı olarak ortaya çıkabilir. Yüz felci, aniden ortaya çıkabileceği gibi enfeksiyonlar ve travmalara bağlı olarak da gelişebilir.

Yüz felci tanısı nasıl konulur?

Nöroloji uzmanları, yüz felci şüphesi olan hastalara detaylı bir nörolojik muayene uygular ve kapsamlı bir anamnez alır. Muayane sırasında hastadan göz kırpması, gülümsemesi, kaş çatması, alnını kırıştırması, kaşlarını kaldırması gibi çeşitli mimikler yapması istenir ve bu kas hareketleri dikkatlice değerlendirilir. Ayrıca, elektromiyografi (EMG), manyetik rezonans görüntüleme (MRG) ve bilgisayarlı tomografi (BT) gibi görüntüleme testleri ile kan testleri yapılır. Bu tetkikler, yüz felcinin nedenini belirlemede yardımcı olabilir.

Yüz felci tedavisi nasıl yapılır?

Yüz felci tedavisi, temel olarak altında yatan nedenlere bağlı olarak değişiklik gösterir. Yüz felci, özel tedavilerle ele alınmaya çalışılır, ancak öncelikle altta yatan nedenin belirlenmesi gereklidir. Tedavi sürecinde, ek belirtiler de gözlemlenebilir ve bu değerlendirmenin ardından bir tedavi planı oluşturulur.

Ani başlayan yüz felcine sahip hastalara genellikle ilk günlerde yüksek doz kortizon tedavisi uygulanır. Kortizon dozu daha sonra kademeli olarak azaltılarak tedavi tamamlanır. İlaç tedavisi, yüzdeki sinir hasarına özgü olarak belirlenir. Eğer yüz felcine enfeksiyon veya travma gibi nedenler yol açtıysa, tedavi planı buna göre şekillenir. Kronik bir hastalık, örneğin diyabet, varsa hastaya özel bir tedavi programı uygulanır. Sinir hasarı fazla olan ve erken dönemde teşhis edilmemiş hastalarda tedavi süreci uzayabilir.

Eğer hasta altı ay içinde iyileşmezse, estetik operasyonlar düşünülebilir. İnme kaynaklı bir yüz felci durumunda, öncelikle inme tedavisi uygulanır. Pıhtı kaynaklı bir inme varsa ve yeni oluşmuşsa, pıhtı çözücü yöntemler uygulanabilir. Eğer inme uzun zaman önce oluşmuşsa, daha fazla hasar riskini azaltmak için ilaç tedavileri uygulanır.

Yüz felcinde gözler etkilenebilir ve bu durumda göz kırpma eksikliği nedeniyle kornea kuruyabilir. Göz nemini korumak önemlidir, bu nedenle hastalar göz hekimine yönlendirilebilir. Farklı nedenlere bağlı yüz felcinde cerrahi müdahale düşünülebilir. Bu tür ameliyatlar, hasarlı sinirlerin veya kasların onarılmasını içerebilir veya varsa tümörler çıkarılabilir. Bazı durumlarda, inmeye bağlı olarak kas kontrolünde bozulma yaşanabilir. Bu durumda, geçici felç için botoks enjeksiyonları ve fizik tedavi uygulanabilir.

Klima kullanımı yüz felcine neden olur mu?

Klimanın dikkatli bir şekilde kullanılması, yüz felci riskini azaltabilir. Özellikle yaz aylarında araçta veya ofiste terliyken, klima ve rüzgara doğrudan maruz kalmaktan kaçınılmalıdır. Ani sıcaklık değişimleri, yüz sinirinde ödem oluşumuna ve sonrasında yüz felcine neden olabilir. Bu nedenle, klimanın doğru bir şekilde ayarlanması ve vücudun ani sıcaklık değişimlerinden korunması önemlidir.

Duş almak yüz felcine yol açar mı?

Duş aldıktan sonra klimalı bir ortama girecekse, saçlar ve yüz iyice kurulanmalıdır. Islak saçla dışarı çıkılmamalıdır. Duş aldıktan sonra arabaya binilecekse, aracın camları açık tutulmamalıdır.

Araba kliması yüz felci yapar mı?

Arabada klima kullanılacaksa önce dolaylı soğutma yapılmalıdır. Yani klima çalıştırılmadan önce aracın kapıları ve camları bir süre açık tutularak ortamın doğal olarak soğuması sağlanmalı, ardından klima kullanımına geçilmelidir. Bu aşamadan sonra araç klimasının rüzgarı, özellikle yüz bölgesine doğrudan gelmemesi için önlemler alınmalıdır.

Vantilatör yüz felci yapar mı?

Vantilatör ya da klima gibi cihazların yüz bölgesine doğrudan yönlendirilen rüzgarın doğru kullanılmaması durumunda yüz felcine neden olabilir.

Kışın yüz felcinden korunmak için ne yapmalı?

Kış aylarında soğuğun yoğun olduğu zamanlarda dışarı çıkarken dikkatli olmak önemlidir. Yüz bölgesini doğrudan rüzgar ve soğuğa maruz bırakmamak için koruyucu önlemler alınmalıdır. Bu nedenle, dışarıya çıkarken yüzünüzü korumak için mümkünse balaclava, bere veya kar maskesi gibi aksesuarları kullanabilirsiniz. Ayrıca, banyo sonrasında hemen soğuk havaya maruz kalmaktan kaçınılmalı ve saçlar iyice kuruduktan sonra dışarı çıkılmalıdır. Islak saçlarla soğuk havaya maruz kalmak, yüz felci riskini artırabilir. Yüz ve boyun bölgesini sıcak tutmak için kalın kaşkol veya atkılar tercih edilebilir. Bu önlemler, aşırı soğuk hava koşullarına karşı koruma sağlayarak yüz felci riskini azaltabilir.

Yüz felci nükseder mi?

Yüz felci, nadiren de olsa tekrarlayabilir. Eğer yüz felci tekrarlıyorsa, başka bir hastalığın veya risk faktörünün varlığı incelenmelidir. Yüz felcinin tekrar etme olasılığı genellikle %5 ila 15 arasında değişmektedir ve bu durum altta yatan hastalıklar ve risk faktörlerine bağlı olarak farklılık gösterebilir.

Yüz felci egzersizleri faydalı mı?

Yüz kasları için uygulanan masaj ve egzersizler, tedavi sürecini önemli ölçüde hızlandırabilir. Yüz felci egzersizleri, farklı yüz bölgeleri için özelleştirilmiş şekillerde yapılabilir. Ağız çevresi için ağız, burun çevresi için burun, göz çevresi için göz, alın çevresi için alın egzersizleri, nöroloji ve fizik tedavi uzmanları tarafından kişinin durumuna göre önerilecektir. Fizik ve Tedavi uzmanlarına danışılarak, hastanın durumuna uygun olarak kaş kaldırma, göz sıkma, ıslık çalma, balon şişirme, sakız çiğneme gibi egzersizlerin günlük yaşam içinde düzenli olarak yapılması önerilmektedir.

Yüz felci kalıcı mıdır?

Yüz felci, genellikle birkaç saat veya gün içinde maksimum seviyeye ulaşır. Yüz felcinin kalıcı olmaması için ilk 24 saat kritik bir öneme sahiptir. Herhangi bir hastalık gibi, yüz felcinde erken teşhis ve tedavi büyük bir önem taşır. Bu nedenle, yüz felci belirtileri fark edildiğinde hemen bir sağlık kuruluşuna başvurulmalıdır.

Yüz felci nasıl geçer?

Yüz felcinin nedenine bağlı olarak uygulanacak tedaviler, yüz felcinin iyileşmesini sağlamaktadır.

Yüz felci iyileşme belirtileri nelerdir?

Yüz felci iyileşme belirtileri ve süreci kişiden kişiye, yüz sinirinin hasar derecesine ve yüz felcinin oluşma nedenine göre değişiklik gösterir.

Yüz felci kaç güne geçer?

Hafif durumlardaki yüz felcinde düzelme genellikle birkaç gün içinde gerçekleşebilir. Ancak daha ciddi vakalarda iyileşme süreci birkaç ay veya daha uzun bir zaman alabilir.

Hafif yüz felci kaç günde düzelir?

Hafif vakalarda ve erken teşhiste genellikle düzelme süreci oldukça hızlı olabilir, birkaç gün içinde gerçekleşebilir.

Yüz felci nasıl belli olur?

Yüz felci, yüzde ağrı, baş ağrısı, baş dönmesi, kulak ağrısı, kulak çınlaması, sese karşı hassasiyet, konuşma zorluğu, salyayı tutamama, mimik yapmakta zorlanma, göz hareketlerinde zorlanma gibi belirtilerle kendini gösterebilir.

Yüz felci için hangi doktora gitmek gerekir?

Yüz felci şüphesiyle başvurulacak ilk sağlık kuruluşlarından biri, nöroloji bölümü doktorlarıdır. Yüz felcinin nedeni, nöroloji uzmanları tarafından belirlendikten sonra hastalar, gerektiğinde ilgili birimlere yönlendirilebilirler.

Stres yüz felci yapar mı?

Stres, ani gerginliklerin vücut savunma sistemi üzerinde olumsuz bir etki yaratmasına neden olabilir. Stresle birlikte yaşanan soğuğa maruz kalma, ıslak saçla dışarı çıkma, ani sıcaklık değişiklikleri veya hatta geçirilen bir grip bile yüz felci riskini artırabilir.

Sigara yüz felci yapar mı?

Sigara içmek, özellikle solunum yollarına olumsuz etki yapar. Sigara kullanan bireylerde grip, sinüzit, orta kulak iltihabı ve yüz felci gibi sorunların daha sık görüldüğü bilinmektedir.

Yüz felci kaç yaşında çıkar?

Yüz felci her yaş grubunda ortaya çıkabilir. Çocukluktan erişkinlik dönemine kadar her yaşta görülebilir.

Yüz felci tek taraflı mı olur?

Yüz felci, nadiren olmakla birlikte tek taraflı olabileceği gibi, bazen iki taraflı da meydana gelebilir. Kişideki risk faktörleri devam ettiği sürece yüz felci tekrarlayabilir.

Kantaron yağı yüz felci üzerinde etkili mi?

Yüz felcinde bitkisel tedavilerin etkileri belirsizdir ve bu tür yöntemler kullanılmadan önce bir uzmana danışılmalıdır.

Yüz felci geçirenler ne yememeli?

Yüz felcinin özel bir beslenme yöntemi bulunmamaktadır. Bu konuda uzman tavsiyeleri almak için nöroloji uzmanına başvurmak önemlidir.

Yüz felci geçiren banyo yapabilir mi?

Yüz felci geçiren kişiler banyo yapabilir, ancak banyo sonrasında dikkat edilmesi gereken bazı önlemler bulunmaktadır. Bu önlemler arasında saçların iyice kurutulması ve banyo sonrasında klima veya rüzgara maruz kalınmaması yer almaktadır. Eğer dışarı çıkılacaksa, yüz, baş, boyun ve kulak çevresinin korunması önemlidir.

Yüz felci sıcak uygulama yaparak düzelir mi?

Bu tür yöntemler, uzman doktora danışılmadan uygulanmamalıdır. Yarar ve zarar dengeleri gözetilerek bu tür yöntemleri bir uzmana sormak doğru olanıdır.

Çocuklarda yüz felci görülür mü?

Yüz felci, sadece yetişkinlerin karşılaştığı bir durum değildir. Çocuklar da yüz felcinden etkilenebilir ve bu durum çocuklarda daha ciddi etkiler bırakabilir.

Yüz felci sınıflandırılması nasıl yapılır?

Yüz felci üç farklı derecede sınıflandırılabilir. Birinci derecede, fasiyal sinir geçici bir sersemlik yaşar ve kısa sürede normale döner. İkinci derecede, fasiyal sinirde hasar meydana gelir, ancak sinirin dış kısmı sağlam kalır. Bu durum birkaç ay içinde iyileşme belirtileri gösterir. Üçüncü derecede ise fasiyal sinirde ciddi hasar meydana gelir, iyileşme süreci daha uzun sürer ve bazen cerrahi müdahale gerekebilir.

Yüz felci insanları nasıl etkiler?

Yüz felci belirtileri genellikle görsel olarak algılansa da, bu durum geçiren kişiyi psikolojik olarak da etkiler. Aynı zamanda gözün açık kalması durumunda uyuma zorluğu gibi sorunlar ortaya çıkabilir ve bu da sosyal hayatta bazı olumsuzluklara neden olabilir. Yüz felci, hastanın yaşam kalitesini düşüren bir sorundur ve psikolojik etkileriyle kişilerde endişe yaratabilir. Bu nedenle psikoterapi gibi destekleyici yöntemlerin kullanılması uygun olabilir.

Kalıcı yüz felci olur mu?

Kalıcı yüz felci, tedaviye rağmen bazı yüz fonksiyonlarının geri gelmemesi olarak tanımlanabilir. Bu durumda, plastik cerrahi yöntemleri çeşitli kaslar ve tendonlar üzerinde çalışarak kısmen bazı fonksiyonları geri getirebilir.

Uyku terörü nedir?

Uyku terörü, kişinin uyku sırasında çığlık atma, yoğun korku hissetme ve fiziksel aktivitelerde bulunma durumunu içerir. Genellikle “gece terörü” olarak adlandırılan uyku terörü, çoğunlukla uyurgezerlikle ilişkilendirilir. Uyurgezerlik gibi, uyku terörü de uyku sırasında istenmeyen olaylar olarak kabul edilen parasomni kategorisine girer.

Uyku terörü nedir?
Uyku terörünün belirtileri nelerdir? 
Uyku terörü kimlerde görülür?
Uyku terörü neden olur? Risk faktörleri nelerdir?
Uyku teröründe tanısı nasıl konulmaktadır?
Uyku teröründe tedavi nasıl  planlanır? 
Uyku terörü hakkında sık sorulan sorular 

Uyku terörü nedir?

Parasomniler, genellikle uykuya geçiş sırasında ortaya çıkan istenmeyen anormal davranışların, fiziksel aktivitelerin ve çeşitli otonomik belirtilerin meydana gelmesi durumunu ifade eder. Bu belirtiler arasında çarpıntı, terleme, ciltte kızarıklık, göz bebeklerinde büyüme gibi otonomik tepkiler bulunabilir. Uyku terörü de parasomni kategorisi içinde yer alır.

Uyku terörünün belirtileri nelerdir? 

Uyku terörü, uykunun ilk saatlerinde NREM uykusunda ortaya çıkan, ağlama veya yüksek sesli çığlıkla başlayan, otonomik belirtilerde artışın eşlik ettiği ani korku ataklarıdır. Uyku terörü yaşayan kişiler, korku ve çığlıkla birlikte aniden kalkabilir, zarar verebilecek hareketlerde bulunabilir, yanındaki kişiye vurabilir ya da koşabilir. Bu esnada dış uyaranlara tepki vermezler ve genellikle zorlukla uyandırılabilirler. Kişi uyanıp farkına vardığında konfüzyon ve korku hissi yaşayabilir. Ayrıca, otonomik sistem uyarılmasına bağlı olarak terleme, ciltte kızarıklık, çarpıntı, göz bebeklerinde büyüme gibi belirtiler de görülebilir.

Uyku terörü kimlerde görülür?

Uyku terörü genellikle çocukluk çağında ortaya çıkar ve başlangıç yaşı genellikle 3 ila 12 yaş arasındadır. Bu durum özellikle erkek çocuklarda daha sık görülür. Ergenlik döneminde ise genellikle düzelmeye eğilimlidir. Ancak erişkinlerde çok daha nadir bir durumdur ve yaşam boyu görülme sıklığı genellikle %1’in altındadır.

Uyku terörü neden olur? Risk faktörleri nelerdir?

Uyku terörünün kesin nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte, genetik faktörlerin önemli olduğu ve eşlik edebildiği psikiyatrik hastalıkların varlığı bilinmektedir. Birinci derece akrabalarda uyku terörü görülme riski, ailesinde bu durumu yaşamayanlara göre daha yüksektir. Şizoid, borderline ve bağımlı kişilik bozuklukları, travma sonrası stres bozukluğu, yaygın anksiyete bozukluğu ve uyurgezerlikle birlikte ortaya çıkabilmektedir. Ayrıca, uyku apne sendromu, yorgunluk, huzursuz bacak sendromu, alkol ve madde kullanımı gibi faktörlerle de sıkça ilişkilendirilebilir.

Uyku teröründe tanısı nasıl konulmaktadır?

Uyku terörü tanısında en önemli adım, hastadan ve yatak partnerinden alınan öyküdür. Tanı koymada video kaydı da yardımcı olabilir. Tıbbi hastalıkların sorgulanması, madde ve alkol kullanımı, psikiyatrik hastalıkların sorgulanması ve nörolojik açıdan detaylı bir değerlendirme, doğru tanı koymak açısından önemlidir. Eğer tanı konusunda emin olunamıyorsa, polisomnografi ile yapılan uyku kaydı, doğru tanıya ulaşmada önemli bir araç olabilir.

Uyku teröründe tedavi nasıl  planlanır? 

Tedavinin ilk adımı, hastanın güvenliğini sağlamaktır. Bu kapsamda, hastaya zarar verebilecek nesneler uyuduğu ortamdan uzaklaştırılmalıdır. Uyku hijyeni, bu hastalarda önemlidir ve bilgilendirme bu konuda faydalı olabilir. Eğer ataklar belirli saatlerde ortaya çıkıyorsa, bu saatlerden 15 dakika önce kişinin uyandırılması ve bir süre uyanık kalmasının sağlanması da fayda sağlayabilir. Tetikleyici faktörler arasında alkol ya da madde bağımlılığı varsa, tedavi bu maddelerin bırakılmasıyla başarılabilir. Depresyon, anksiyete, uyku apnesi gibi potansiyel tetikleyicilerin tespiti ve tedavisi de önemlidir.

Uyku terörü atakları nadir ise yukarıdaki öneriler yeterli olabilir. Ancak ataklar sık ve kişinin işlevselliğini olumsuz etkiliyorsa, antidepresanlar tedavi sürecinde değerlendirilebilir. Benzodiazepinler, etkili bir seçenek olabilir, ancak bağımlılık riski ve kesildikten sonra atakları tetikleme potansiyeli nedeniyle genellikle ilk tercih olarak önerilmez.

Uyku terörü hakkında sık sorulan sorular 

Uyku terörü esnasında ne yapılmalıdır?

Uyku terörü sırasında, kişinin yanında bulunan yakınının sakinliğini koruması önemlidir. Ataklar genellikle 20 saniye ile 5 dakika arasında sürebilir. Uyku terörü yaşayan kişinin o sırada uyandırılması genellikle zordur. Aile üyelerine, kişiyi uyandırmaya ve sakinleştirmeye çalışmalarının genellikle faydasız olduğu, yalnızca kişinin zarar görmemesi için güvenli bir ortamın oluşturulması gerektiği anlatılmalıdır. Atak sona erdiğinde, kişide uyku hali ve zihinsel bulanıklık devam edebilir; ancak bir süre sonra hasta tekrar uykuya dalacaktır. Genellikle uyku terörü yaşayan birey, yaşananı sabah hatırlamayabilir.

Bebeklerde uyku terörü nedir?

Uyku terörü genellikle 3 yaşından sonra ortaya çıkar, ancak nadir durumlarda daha erken yaşlarda görülebilir. Bu durumda bebek veya çocuk çığlık atabilir ve etrafına korkuyla bakabilir. Ancak ebeveynlerin bilmesi gereken önemli bir nokta, bu sırada çocuğun uyanık olmadığıdır. Bu nedenle, bu süreçte sakin olunmalı ve olayın sonunda çocuk sakinleştirilmelidir.

Çocuklarda uyku terörü olduğu zaman nasıl tedavi edilir?

Öncelikle yetişkinlerde uygulanan koruyucu yöntemler çocukluk çağında da büyük önem taşır. Çocuğun o sırada kendisine zarar vermemesi için güvenli bir uyku odası oluşturulmalıdır. Hareketlerin yoğun olduğu dönemde ebeveynler, çocuğun kendisine zarar vermesini önlemek amacıyla onu sıkıca tutabilirler. Ayrıca, uykusuzluğun bu durumu tetikleyebileceği bilinmeli ve uyku saatlerine ile uyku hijyenine özen gösterilmelidir. Eğer bu yöntemlerle tedavi sağlanamıyorsa ve 2-3 aydan daha uzun süre sık ataklar yaşanıyorsa, çocuk psikiyatrisi veya çocuk nörolojisi uzmanına başvurularak organik nedenlerin ayırıcı tanısı yapılarak tedavi planı oluşturulmalıdır.

Uyku terörü ve epilepsi arasındaki fark nedir?

Uykuda görülen motor hareketlerin ayırıcı tanısı, her klinisyen için büyük öneme sahiptir. Özellikle NREM uykusu sırasında ortaya çıkan parasomniler, uyku terörü gibi durumlarla karışabilir ve bu nedenle doğru tanı koymak önemlidir. Nokturnal frontal lob nöbetleri, özellikle 10 ile 16 yaş arasında görülen ve parasomnilere benzeyen epileptik nöbetlerdir. Bu tür nöbetlerin başlangıç yaşı genellikle parasomnilere göre daha ileri bir dönemdedir ve aile öyküsü bulunma olasılığı yüksektir. Bu nöbetler, uyku terörü gibi, uykunun başlangıç döneminde yani NREM uykusunda ortaya çıkar.

Nokturnal frontal lob nöbetleri ile parasomniler arasındaki ayrım, muayene ve EEG ile mümkündür. Ancak bazen bu ayrımı yapmak zor olabilir. Ayrım yapılamayan hastalarda veya epilepsi tedavisine rağmen nöbetler kontrol altına alınamadığında, tam kanallı elektroensefalografi video polisomnografi tanıda altın standart olarak kabul edilir.

Safra yolu kanseri nedir?

Safra yolu hastalıkları arasında en yaygın olanlarından biri safra kesesi taşları, diğeri ise safra yolu tümörleridir. Safra yolu kanseri, sindirim sistemi kanserleri arasında beşinci sıklıkta görülen bir türdür. Vücut safra kesesinin işlevini yerine getirmediğinde bile yaşamını sürdürebilir, bu nedenle safra yolu kanseri genellikle ileri aşamalarda fark edilir. Safra kesesi kanseri daha çok 60 yaş ve üzeri kişilerde görülür ve tedavi edilmezse hızla ilerleyebilir. Bu nedenle safra kesesi kanserini erken teşhis etmek, diğer kanserlerde olduğu gibi son derece önemlidir.

Safra yolu kanseri nedir?
Safra yolu kanseri neden olur?
Safra yolu kanseri nasıl belirti verir?
Safra yolu kanserine nasıl tanı konur?
Safra yolu kanserinin tedavisi nasıl yapılır?
Safra yolu kanseri hakkında sık sorulan sorular 

Safra yolu kanseri nedir?

Safra yolu kanseri, safra yollarının duvar hücrelerinden kaynaklanan ve sıklığı düşük olan bir tümördür. Safra yollarının herhangi bir yerinden kaynaklanabilir, ancak %60’ı sağ ve sol ana safra yollarının birleştiği bifurkasyon bölgesinden meydana gelir.

Safra yolu kanseri neden olur?

Safra yolu kanserinin en yaygın nedenleri şunlar arasında yer almaktadır: primer sklerozan kolanjit, koledok (ortak kanal) kisti, Hepatit B ve C, ülseratif kolit, hepatolityazis (karaciğer taşı), ileri yaş, obezite, bilienterik anastomozlar ve tifo taşıyıcılığı (bu, eski kaynaklarda sıklıkla neden olarak belirtilir).

Safra yolu kanseri nasıl belirti verir?

Safra yolu kanserinde, ilk tespit edilen belirtilerden biri ağrısız sarılıktır. Bu, deri altında bilirubin birikmesi nedeniyle kaşıntı ile sonuçlanabilir. Hastalığın ileri dönemlerinde kilo kaybı da dahil olmak üzere çeşitli belirtiler görülebilir. Ayrıca, belirtilere ateş de eşlik edebilir.

Safra yolu kanserine nasıl tanı konur?

Safra kesesi kanserini erken evrede teşhis etmek son derece önemlidir. Safra yolu kanseri teşhisinde ilk adım olarak karaciğer safra yolu ultrasonu yapılır. Safra yollarında genişleme belirtileri gözlenirse, bilgisayarlı tomografi veya manyetik rezonans görüntülemeleri tanı koymada yardımcı olabilir. Safra yollarının ani bir şekilde sonlandığı tespit edilebilir, ancak kitle belirtileri gözlenmeden. ERCP (endoskopik retrograd kolanjiyopankreatografi) ile biyopsi veya sürüntü alınabilir. Özellikle safra yollarının distal (uzak) bölgelerinde kanser şüphesi varsa, EUS (endoskopik ultrasonografi) ile değerlendirme yapmak faydalı olabilir. Klinik olarak sarılık, kaşıntı ve kilo kaybı gibi belirtileri olan bir hastada, CA19-9 tümör belirteci 100 U/ml’nin üzerindeyse, bu da teşhisi destekler. Tanı yöntemleri hastanın sağlık durumu, yaşı, belirtileri ve önceki test sonuçlarına göre belirlenir.

Safra yolu kanserinin tedavisi nasıl yapılır?

Safra yolu kanseri tanısı konulduğunda, hastaların çoğunluğu için ameliyat seçeneği sıkça elverişsizdir. Bu hastalık gelişimi sırasında geç belirtiler verdiği için teşhis genellikle ileri evrede konur. Ameliyatla tedavi edilebilecek hastaların ameliyat tipi, kanserin bulunduğu bölgenin konumuna bağlıdır. Örneğin, proksimal (yukarıda) safra yolu kanserleri için hepatektomi gibi büyük cerrahi müdahaleler gerekebilirken, distal (aşağıda) kanserler için genellikle Whipple ameliyatı tercih edilir.

Safra yolu kanseri tedavisi, genellikle tümörün cerrahi müdahale ile çıkarılmasına dayanır. Tedavi süreci büyük bir ameliyatı içerebilir ve bazen karaciğerin bir kısmının da alınmasını gerektirebilir. Safra kesesi kanseri sinsi bir hastalık olduğu için tanısı genellikle ileri aşamalarda konur ve bu nedenle çoğu hasta için ameliyat seçeneği mümkün olmayabilir. Ancak erken teşhis edilen safra yolu kanseri, başarılı bir tedavi olasılığını artırabilir. Ameliyat uygulanamayacak kadar ileri evre hastalığı olan bazı hastalarda, sarılığı ve ağrıyı hafifletmek için endoskopik işlemler, ağrı yönetimi, ve perkütan drenaj (radyolojik müdahale) gibi tedavi seçenekleri düşünülebilir.

Safra yolu kanseri hakkında sık sorulan sorular 

Safra yolu tıkanırsa ne olur?

Safra yolu tıkanıklığına bağlı olarak ilk ortaya çıkan belirti genellikle sarılıktır. Karaciğer içindeki safra kanalları genişler ve bu, safra yollarındaki basıncın artması ve bakteri birikiminin artmasıyla sonuçlanarak safra yolu enfeksiyonuna, yani kolanjite yol açabilir. Bu durum bazen bilier sepsis olarak adlandırılır ve hayati risk taşır.

Safra yolu kanser evreleri nelerdir?

Safra yolu kanseri, genellikle üç evreye ayrılır. İlk evrede, kanser safra yolları içinde sınırlıdır ve cerrahi tedaviye en iyi yanıtı verme olasılığı daha yüksektir. İkinci evrede, kanser safra kesesini, karaciğeri, pankreası veya portal ven ile hepatik arterin bir kısmını etkilemiştir. Üçüncü evrede, yakındaki organlara yayılmıştır ve dördüncü evrede uzak organlara metastaz yapmıştır.

Safra yolu kanser çeşitleri nelerdir?

Safra yolu kanserleri, yerlerine bağlı olarak farklı türlerde sınıflandırılır. Bu türler intrahepatik, hiler ve distal olarak gruplara ayrılır. Hiler bölge safra yolu kanserleri için özel bir sınıflandırma olan Bizmuth sınıflaması şu şekildedir:

Tip I: Kanser, ortak hepatik kanalda ve bifurkasyondan uzaktadır.
Tip II: Kanser, ortak hepatik kanalda ve bifurkasyonu etkilemiştir.
Tip III: Kanser, ortak hepatik kanalda ve bifurkasyonla birlikte sağ veya sol hepatik kanalı da içermektedir.
Tip IV: Bifurkasyonun içinde bulunan kanser, hem sağ hem de sol kanalı ve bu kanallara açılan segmentleri de etkilemiştir.

Safra yoluna stent takılır mı?

Sarılık düzeylerini azaltmak için safra yollarına bir tür tıbbi stent yerleştirilir. Bu stentleme işlemi benign (zararsız) bir darlık veya kanser gibi durumlardan kaynaklanabilir. Safra yolu kanseri nedeniyle ameliyat gereken hastalarda, ameliyat sonrası hastanın karaciğer segmentinin bulunduğu tarafta bir stent yerleştirilir.

Safra yolu kanseri ameliyatından sonra hasta nelere dikkat etmelidir?

Ameliyat sonrası kemoterapi (kimyasal tedavi) tedavilerini düzenli olarak almalı ve doktorları tarafından yakın bir takip altında olmalıdırlar. Ayrıca, kontrol görüntülemeleri ve tetkiklerini aksatmamaları önemlidir.

Safra kesesi taşı kanser yapar mı?

Safra kesesi kanseri olan hastaların %90’ından fazlasında safra kesesi taşı bulunmaktadır, ve yapılan çalışmalar bunu doğrulamıştır. Ancak bu, kanserin safra kesesi taşından etkilendiği ve bunun kansere neden olduğu kesin bir görüşü desteklememektedir. “Safra kesesi taşı kansere yol açar” gibi bir görüş kesin olarak kanıtlanmamıştır. Safra kesesi taşının neden olduğu hastalıklar arasında kanser en düşük sıklıkta görülenidir. Safra kesesi taşı, genellikle enfeksiyon, safra yollarının tıkanması, sarılık ve pankreas iltihabına yol açmadan önce diğer sorunlara neden olabilir.

Safra yollarında daralma neden olur?

Safra yollarındaki daralma genellikle safra yollarında taş oluşumundan kaynaklanır. Ayrıca, daha önce geçirilen işlemler (ameliyatlar veya stentleme) nedeniyle de meydana gelebilir.

Safra kesesinde polip tehlikeli midir?

Safra kesesinde, boyutu 10 mm’den büyük ve birden fazla olan polipler, kanser gelişme riski taşırlar. Bu durumda, safra kesesinin kolesistektomi (laparoskopik veya açık yöntemle) ile alınması önerilir. Boyutu 10 mm’den küçük olan tek polipler ise 6 aylık aralıklarla ultrason ile takip edilir.

Safra kesesinin alınması vücutta ne gibi eksikliklere neden olur?

Safra kesesinin çıkarılmasının vücut üzerinde olumsuz bir etkisi yoktur. Safra, karaciğer tarafından üretilir ve safra kesesi ameliyatı sonrasında vücutta safra eksikliği olmaz

Safra taşları kansere neden olur mu?

Kronik inflamasyon, kansere neden olabilen bir faktör olabilir. Safra kesesi kanseri nedeniyle ameliyat edilen hastaların %90’ında safra kesesinde taşlar görülmüştür.

Orak hücreli anemi nedir?

Orak hücreli anemi, genetik bir hastalık olan ve kırmızı kan hücrelerinin anormal bir şekilde hilal şekli alarak küçük kan damarlarını tıkamasına neden olan ciddi komplikasyonlara yol açabilen bir hastalıktır. Bu hastalıkta, normalde yuvarlak ve esnek olan kırmızı kan hücreleri yerine, orak şeklini almış sert hücreler bulunur ve bu hücreler birbirlerine dolanarak damarları tıkarlar. Ebeveynlerin her ikisi de orak hücre taşıyıcısı olduğu için hemoglobin elektroforez testi sonucunda normalde HbA olması gereken yerine HbS bulunur. Ebeveynler bu durumdan klinik olarak etkilenmezler, ancak bu hastalığı taşıyıp taşımadıkları ancak test sonucuyla anlaşılabilir. Bu nedenle özellikle Akdeniz bölgesinde yaşayan genç çiftler, evlenmeden önce ülkemizde de zorunlu olan hemoglobin elektroforez testini yaptırmalıdır.

Orak hücreli anemi nedir?
Orak hücre anemi risk faktörleri nelerdir?
Orak hücreli anemisinin nedenleri nedir?
Orak hücreli aneminin belirtileri nelerdir?
Orak hücreli anemi nasıl teşhis edilir?
Orak hücre anemisi nasıl tedavi edilir?
Orak hücre anemisi ile ilgili sık sorulan sorular

Anne ve baba orak hücre geni taşıdığında, bebekleri bu hastalıkla doğma riski taşırlar. Orak hücre taşıyıcısı olan her iki ebeveyn, çocuk sahibi olmadan önce bir genetik danışmanlık hizmeti almalı ve önerilen yöntemlere uygun bir şekilde bebek sahibi olmalıdır. Orak hücre anemisi hastalarında, krizler sonucu kemik ağrıları sık görülmektedir. Bu hastalar için ağrıyı hafifleten ve hastalığa bağlı komplikasyonları önlemeye yardımcı olan ilaç tedavileri uygulanmaktadır. Ancak bazı orak hücre anemisi hastaları, erken teşhis ve tıbbın geldiği son noktadaki gelişmeler sayesinde allojenik kök hücre nakilleri ile 50’li yaşlara kadar hayatta kalabilmektedirler. Memorial Şişli Hastanesi Çocuk (Pediatrik) Hematoloji Bölümü’nden Prof. Dr. Atila Tanyeli, orak hücre anemisinin nedenlerini, hastalıktan korunma yöntemlerini, teşhis ve tedavi seçeneklerini açıklamaktadır.

Orak hücreli anemi nedir?

Orak hücreli anemi, genetik bir kan hastalığıdır. Kan, vücuttaki dokulara oksijen taşıyan kırmızı kan hücreleri tarafından temin edilir. Ancak orak hücre anemisi, bu oksijenin iletilmesini bozan bir hastalıktır. Normal hemoglobine sahip sağlıklı kırmızı kan hücreleri, pürüzsüz, disk benzeri ve esnek bir yapıya sahiptir, bu nedenle kan damarlarında serbestçe hareket edebilirler. Ancak orak hücreler serttir ve birbirlerine dolandıklarında hilal şeklini alırlar. Oksijenlerini kaybettiklerinde bu şekle dönüşürler. Bu hücreler birbirlerine dolanarak yumaklar oluşturur ve kan damarlarında serbestçe hareket edemezler. Bu, küçük kan damarlarının tıkanmasına ve sağlıklı kanın oksijen taşımasının engellenmesine neden olabilir. Normal kırmızı kan hücreleri 120 güne kadar yaşayabilirken, orak hücreler sadece 10 ila 20 gün yaşarlar. Ayrıca, şekil ve sertlikleri nedeniyle dalak tarafından da yok edilebilirler.

Orak hücre anemi risk faktörleri nelerdir?

Orak hücre anemisi, bir genetik hatadan kaynaklanan kalıtsal bir hastalıktır. Orak hücre anemisi olan kişiler, hastalığı biyolojik ebeveynlerinden miras alırlar. Bu nedenle aile geçmişinde orak hücre anemisi bulunan bebeklerde orak hücre anemisi riski yüksektir. Hem anne hem de baba, bu geni taşıyorsa bebek orak hücreli anemi ile doğar. Sadece anne veya baba tarafından geçen orak hücre anemisi genine sahip olan bebekler ise genellikle sağlıklı olarak doğarlar. Ancak bu bebekler, hastalığın taşıyıcısı olma potansiyeline sahiptir. İki taşıyıcı ebeveynin çocuk sahibi olması durumunda, çocukların orak hücre anemili olma riski artar. Her iki ebeveyn de birer orak hücre geni taşıdığında, bir çocuğun orak hücre anemisine sahip olma olasılığı yaklaşık %25’tir. Bu nedenle riski azaltmanın en etkili yolu tüp bebek yöntemiyle gebe kalmaktır.

Orak hücreli anemisinin nedenleri nedir?

Orak hücre anemisi, vücutta bulunan demir açısından zengin bir bileşik olan hemoglobin üreten bir genin mutasyonu nedeniyle ortaya çıkar. Hemoglobin, kırmızı kan hücrelerinin vücudun her yerine akciğerlerden oksijen taşımasını sağlar. Orak hücre anemisi ile ilişkilendirilen hemoglobin, kırmızı kan hücrelerinin sert, yapışkan ve anormal bir şekle sahip olmasına neden olur. Bir çocuğun bu hastalıktan etkilenmesi için hem annenin hem de babanın orak hücre geninin birer kopyasını taşıması ve bu mutasyona uğramış iki kopyayı da çocuğa geçirmesi gerekmektedir. Sadece bir ebeveynin bu geni geçirmesi durumunda çocuk, orak hücre anemisi taşıyıcısı olur. Tipik bir hemoglobin geni ve bu genin mutasyona uğramış bir versiyonuna sahip olan bireyler, hem tipik hemoglobin hem de orak hücreli hemoglobin üretirler.

Orak hücreli aneminin belirtileri nelerdir?

Orak hücre anemisi hastalarında normal kırmızı kan hücrelerinin oluşmasına yardımcı olan bir genin mutasyona uğraması veya değişmesi nedeniyle ortaya çıkar. Orak hücre hastalığı ile ilişkilendirilen belirtiler her hastada farklı şekillerde görülebilir. Ayrıca, orak hücre hastalığı belirtileri diğer kan bozuklukları veya tıbbi problemlerle benzerlik gösterdiği için doğru teşhis için mutlaka uzman bir doktora danışılmalıdır. Orak hücre anemisinin yaygın belirtileri ve komplikasyonları şunlardır:

Anemi: Orak hücreler kısa ömürlüdür ve yok oldukları için vücutta daha az kırmızı kan hücresi bulunur. Bu nedenle orak hücresi anemisi hastalarında anemi (kansızlık) görülür. Şiddetli anemi baş dönmesi, nefes darlığı ve aşırı yorgunluk gibi belirtilere neden olabilir.

Ağrı Krizleri: Orak hücreler kan damarlarını tıkayarak kan akışını yavaşlatır veya tamamen engeller. Bu nedenle vücudun farklı bölgelerinde ağrılar ortaya çıkabilir. Genellikle yetişkinlerde göğüs, kol veya bacaklarda ağrı görülür, ancak bebeklerde ve küçük çocuklarda ellerde ve ayak parmaklarında ağrılı şişlikler olabilir. Kan akışındaki kesintiler dokuların ölümüne yol açabilir.

Akut Göğüs Sendromu: Göğüs bölgesinde oluşan orak hücre anemisi krizi hayatı tehdit edebilir. Genellikle vücuda stres, enfeksiyon, ateş veya dehidrasyon gibi faktörlerin etkisiyle ani bir şekilde ortaya çıkar. Orak hücreler akciğerlerdeki küçük damarlardaki oksijen akışını engelleyerek zatürreye benzer belirtilere neden olur ve bu belirtiler ateş, ağrı ve şiddetli öksürüğü içerebilir.

Dalak Sıkışması (Havuzlama): Krizlerin kaynağı genellikle dalakta biriken orak hücrelerdir. Bu durum, hızlı bir şekilde tedavi edilmezse hayati riskler oluşturabilecek ani bir hemoglobin düşüşüne yol açar. Ayrıca, kan hacmi arttıkça dalak büyüyebilir ve ağrılı hale gelebilir. Orak hücre anemisi hastalarının çoğu, çocukluğa kadar çalışan bir dalağa sahip olmazlar. Aktif olmayan bir dalak, enfeksiyon riskini artırır ve bu tür enfeksiyonlar 5 yaşından küçük çocuklarda başlıca ölüm nedenidir.

Felç: Orak hücre hastalığı olan kişiler için ani ve ciddi bir komplikasyondur. Şekilsiz hücreler, beyne oksijen taşıyan ana kan damarlarını tıkayabilir. Beyine giden kan ve oksijen akışında herhangi bir kesinti ciddi beyin hasarına yol açabilir ve felçlere neden olabilir.

Sarılık: Sarılık, orak hücre hastalığının yaygın bir belirtisidir. Orak hücreler normal kırmızı kan hücreleri kadar uzun ömürlü değildir, bu nedenle karaciğer bu hücreleri filtreleyemez. Bu parçalanmış hücrelerden gelen bilirubin vücutta birikerek sarılığa neden olur.

Priapizm (Uzun Süreli Ereksiyon): Orak hücrelerin penisteki kan damarlarını tıkaması sonucu ortaya çıkar. Hızlı bir şekilde tedavi edilmezse, iktidarsızlığa yol açabilir.

Lütfen unutmayın ki orak hücre anemisi ile ilgili herhangi bir belirti veya komplikasyon durumunda bir sağlık profesyoneline başvurmanız önemlidir. Bu hastalığın teşhisi ve tedavisi uzmanlık gerektiren bir alandır.

Orak hücreli anemi nasıl teşhis edilir?

Orak hücre anemisi belirtileri ile başvuran hastalar, ilk olarak detaylı bir aile ve tıbbi geçmişin dinlenmesi ile değerlendirilir. Daha sonra kapsamlı bir fiziksel muayene yapılır ve ardından kan ve diğer testler uygulanır. Hemoglobin elektroforezi adlı kan testi ile kişinin orak hücre taşıyıcısı olup olmadığı veya orak hücre geni ile ilişkilendirilen herhangi bir hastalığa sahip olup olmadığı tespit edilir.

Orak hücre anemisi nasıl tedavi edilir?

Orak hücre anemisinin tedavisinde erken teşhis son derece önemlidir. Tedavinin amacı felç dahil organ hasarlarını, enfeksiyonları önlemek ve semptomların hafifletmektir. Orak hücre krizlerini önlemek için bazı ilaç tedavileri uygulanır. Ayrıca hastanın anemi ve inmeye karşı önlemler almak için kan nakilleri yapılır. Kronik ağrı, akut göğüs sendromu, dalak sekestrasyonu ve diğer acil durumları tedavi etmek için, orak hemoglobini normal hemoglobinle seyreltmek için kullanılırlar. Kemik iliği nakli, orak hücre hastalığının önemli bir tedavi seçeneğidir. HLA uyumlu bir sağlam kardeşe sahip olan hastalarda, 16 yaşına gelmeden yapılması tavsiye edilir ve ciddi komplikasyonları önlemeye yardımcı olabilir.

Orak hücreli anemi insanları nasıl etkiler?

Orak hücreli anemisi ile doğan bebeklerde ilk birkaç ay boyunca genellikle belirgin belirtiler görülmeyebilir. Ancak aşırı yorgunluk, anemi kaynaklı huzursuzluk, şişmiş eller ve ayaklarla birlikte ağrı, sarılık gibi belirtiler ortaya çıkabilir. Ayrıca bebeklerde bağışıklık sistemini etkileyen ve bakteriyel enfeksiyon riskini artırabilen dalak hasarı da görülebilir. Orak hücre anemisi olan kişiler yaşlandıkça, vücutlarının dokularının yetersiz oksijen almasından dolayı farklı ve daha ciddi tıbbi sorunlar geliştirme riski taşırlar. Kemik erimesi bu hastalığın önemli bir komplikasyonu olabilir.

Orak hücreli anemisi hastalarda en sık hangi rahatsızlıklara neden olur?

Orak hücreli anemisi olan bireylerde inme, akciğer, böbrek, kemik erimesi, dalak ve karaciğer hasarı riski yüksektir.

Orak hücre anemisinin komplikasyonları nelerdir?

Orak hücre anemisi hastalarının vücudundaki herhangi bir veya tüm büyük organları etkilenebilir. Karaciğer, kalp, böbrekler, safra kesesi, gözler, kemikler ve eklemler, orak hücrelerin anormal işlevinden ve küçük kan damarlarından doğru şekilde akamamasından dolayı zarar görebilir.

Çocuğun orak hücreli anemi ile doğma şansı nedir?

Anne ve babanın orak hücre anemisini taşıyıp taşımadığına bağlı bir durumdur. Ebeveynlerin her ikisinin de orak hücre anemi taşıyıcısı olması halinde doğacak çocuktaki risk olasılığı %25’tir.

Orak hücreli anemi nasıl önlenir?

Orak hücreli anemi kalıtsal bir hastalıktır. Çocuklarınıza geçirebileceğiniz orak hücre özelliğiniz olup olmadığını öğrenmek için kan testi yaptırabilirsiniz.

Orak hücre anemisi hastaları ne kadar yaşar?

Orak hücre anemisi ile doğan bebeklerin teşhisi ve tedavisi eskiden zorlu bir süreçti. Ancak günümüzdeki tıbbi ilerlemeler sayesinde orak hücre teşhisi hızlı bir şekilde konulabilir ve semptomları ile komplikasyonları azaltan tedaviler uygulanabilir. Tedavi alan orak hücre anemisi hastaları günümüzde 50’li yaşlara kadar yaşayabilirler. Erken dönemde nakil olan hastaların bu olasılık daha da yüksektir.

Akciğerde sıvı birikmesi (plevral efüzyon) nedir?

Bazı hastalıkların bir sonucu olarak akciğerlerde sıvı birikebilir ve bu sıvı, akciğerlerdeki birçok hava kesesinde toplanarak nefes almayı zorlaştırabilir. Akciğerlerde sıvı birikmesi olarak adlandırılan bu durum, genellikle kalp sorunlarından kaynaklanır, ancak akciğerde sıvı birikmesine başka nedenler de yol açabilir. Bu durumun hızla tedavi edilmesi hayati önem taşır.

Akciğerde sıvı birikmesi (plevral efüzyon) nedir?
Akciğerde sıvı birikmesi (plevral efüzyon) neden olur?
Akciğerde sıvı birikmesinin belirtileri nelerdir?
Akciğerde sıvı birikmesine tanı nasıl konur?
Akciğerde sıvı birikmesi tedavisi nasıl yapılır?
Akciğerde sıvı birikmesi (plevral efüzyon) hakkında sık sorulan sorular

Akciğerde sıvı birikmesi (plevral efüzyon) nedir?

Akciğer dışında, göğüs kafesinin içinde bulunan ve plevral aralık olarak adlandırılan bölgede sıvı birikmesine “plevral efüzyon” veya “plevral sıvı” denir. Plevral sıvı, akciğere baskı yaparak akciğerin işlevini engeller ve bazı sağlık sorunlarına yol açabilir. Akciğerde sıvı birikmesi, tam olarak “plörezi” anlamına gelmez. Akciğerde sıvı birikmesinin diğer bir adı ise “akciğer ödemi”dir. Akciğer ödemi, akciğerin içindeki hava keseciklerine denilen “alveoler” bölgelerinde sıvı birikmesini ifade eder. Halk arasında akciğerde sıvı birikmesi olarak adlandırılan durum, aslında plörezi değil plevral efüzyondur. Terimler arasındaki bu fark, Türkiye’de tüberkülozun yaygın olduğu dönemlerde, plevral aralıkta sıvı birikimiyle ilişkilendirilen tüberküloz terimleri için kullanılmıştır.

Akciğerde sıvı birikmesi (plevral efüzyon) neden olur?

Plevral efüzyon, akciğerin sıkıştırılmasına ve normal çalışmasının engellenmesine neden olduğu için rahatsızlık yaratan bir durumdur. Akciğerde sıvı birikiminin yani plevral efüzyonun birçok farklı nedeni vardır. Bu nedenler, hem akciğere özgü olanlar hem de akciğer dışında başka hastalıklardan kaynaklananlar olmak üzere iki ana kategoride incelenebilir.

Akciğerle doğrudan ilgili nedenler arasında zatürre önemli bir yer tutar. Zatürre, akciğerin sıvı birikimine neden olabilen bir enfeksiyon hastalığıdır. Akciğer kanseri, akciğer apsesi, interstisyel akciğer hastalığı gibi çeşitli akciğer hastalıkları da sıvı birikimine yol açabilir.

Akciğerle ilgili olmayan nedenler arasında ise sistemik hastalıklar bulunur. Kalp yetmezliği, romatizmal hastalıklar, metabolizma bozuklukları ve böbrek yetmezliği gibi sistemik hastalıklar, vücut genelinde sıvı birikimine yol açarak plevral alanda sıvı birikimine sebep olabilir. Bu tip sistemik hastalıklara bağlı sıvı birikimi, genellikle iki taraflı veya vücudun farklı bölgelerinde şişliklere neden olabilir.

Plevral efüzyon, sadece akciğerlerde değil, aynı zamanda karın, bacaklar ve diğer bölgelerde de şişliklere yol açabilir. Bu sıvıların özellikleri tedavi yöntemlerini etkileyebilir. Örneğin, böbrek yetmezliği, kalp yetmezliği ve romatizmal hastalıklar gibi sistemik hastalıklara bağlı olarak biriken sıvılar genellikle berrak sıvılardır. Ancak akciğer hastalıklarına bağlı olarak oluşan sıvılar daha yoğun olabilir ve içerisinde mikroplar veya hücreler barındırabilir.

Bazı durumlarda, mediastinal hastalıklar gibi lenfoma veya lenf sistemi hastalıkları da plevral alanda sıvı birikimine neden olabilir. Bu tür sıvı birikimleri “şilotoraks” olarak adlandırılır ve bu durum, alınan besinlerle emilen yağların lenf sisteminde hareketini bozduğu için plevral alanda birikir.

Akciğerde sıvı birikmesinin belirtileri nelerdir?

Plevral sıvı birikiminin ana belirtisi, akciğerin etkili bir şekilde çalışamamasından kaynaklanan nefes darlığıdır. Bu nefes darlığı, sıklıkla yan ağrısı gibi tanımlanan ağrı ile birlikte görülebilir. Tek taraflı plevral sıvı birikimi durumunda, ağrı nefes darlığından daha belirgin olabilir. Ancak iki taraflı plevral sıvı birikimi durumunda her iki belirti de yaygın olarak görülebilir.

Akciğerde sıvı birikmesine tanı nasıl konur?

Nefes darlığı şikayeti olan hastaların fizik muayenesi sırasında bazen akciğer sesleri alınamayabilir ve bu durum şüphe uyandırabilir. Bu nedenle, uzman bir doktor genellikle hastadan göğüs röntgeni isteyecektir. Göğüs röntgeni görüntülerinde sıvı birikiminin belirgin bir izi görülebilir. Tanı konusunda daha fazla ayrıntıya ihtiyaç duyulduğunda, gerektiğinde bir bilgisayarlı tomografi taraması (CT taraması) da yapılabilir. Bu yöntem, kesin tanının konmasına yardımcı olabilir.

Akciğerde sıvı birikmesi tedavisi nasıl yapılır?

Hasta, şikayetleriyle bir doktora başvurduğunda, ilk adım bu sıvının neden oluştuğunu ve kökenini belirlemektir. Sıvının nedeni, hastalığın türüne göre değişebilir. Kalp yetmezliği, romatizmal hastalıklar, böbrek yetmezliği gibi sistemik hastalıklara bağlı sorunlarda, ilgili hastalığın tedavi edilmesi sıvının kendiliğinden azalmasına neden olabilir. Ancak kanser, zatürre, lenfoma gibi akciğerle ilgili sıvı birikimi sorunlarında, sıvının boşaltılması ve temel nedenin tedavi edilmesi gerekebilir.

Sadece sıvı ve zatürre söz konusu ise, sıvıyı boşaltmak için iğne veya göğse yerleştirilen bir drenaj tüpü kullanılabilir. Bu işlemlere “torasentez” denir ve tüp takarak boşaltma işlemine “tüp torakostomi” adı verilir. Altta yatan hastalık tedavi edildikten sonra, sıvı sorunu çözüldüğünde drenaj tüpü çekilir ve hasta normal yaşamına devam edebilir.

Akciğerde sıvı birikmesi (plevral efüzyon) hakkında sık sorulan sorular

Her zatürre sonrasında akciğerde sıvı birikir mi?

Her zatürre vakası sonrasında akciğerde sıvı birikimi meydana gelmez. Özellikle zatürre erken bir aşamada teşhis edilip ilaç tedavisi uygulandığında, sıvı birikimi olmadan iyileşme sağlanabilir. Ancak, teşhis gecikirse veya akciğerin büyük bir bölgesini etkilediyse, sıvı birikimi daha yaygın olabilir. Zatürre dışında, tüberküloz, akciğer apsesi, kanser gibi durumlarda akciğerde sıvı birikimi görülebilir, ancak bu durum kendiliğinden düzelmez ve genellikle açık ameliyatla tedavi edilir.

Akciğerde sıvı birikmesi ciddi bir durum mu?

Akciğer etrafında biriken sıvı, yani plevral efüzyon, ilk bakışta önemsiz gibi görünebilen ancak potansiyel olarak ciddi bir durumdur. Sıradan bir soğuk algınlığına benzer basit semptomlar, aslında ciddi sağlık sorunlarının habercisi olabilir. Göğüs ağrısı veya öksürük gibi sıradan görünen şikayetler, altında yatan sorunun ciddiyetine işaret edebilir.

Akciğerde sıvı birikmesi kendi kendine geçer mi?

Küçük bir plevral efüzyon genellikle kendi kendine düzelir. Ancak, plevral efüzyona yol açan temel nedeni tedavi etmek önemlidir. Örneğin, eğer zatürre veya kalp yetmezliği gibi hastalıklar plevral efüzyona neden oluyorsa, bu hastalıkların tedavisi için ilaçlar kullanılır. Bu hastalıklar tedavi edildiğinde, genellikle plevral efüzyon da ortadan kalkar.

Kolesterol nedir?

Kan kolesterol seviyelerinin yükselmesi, kalp-damar hastalıklarının riskini artırabilir. Bu nedenle, sağlıklı bir yaşam sürdürmek için kolesterol seviyelerinin önerilen aralıklarda tutulması son derece önemlidir.

Kolesterol nedir?

Kolesterol, vücutta birçok hücrenin ve hücre içi yapıların bileşiminde yer alan, hormon üretiminde ve vücut fonksiyonlarında önemli bir rol oynayan bir tür yağdır. Kolesterolün görevleri arasında cilt altındaki mikroplara karşı koruma, alyuvarlar ve sinir dokularını güçlendirme, vücuttaki su dengesini düzenleme bulunmaktadır. Sağlıklı bir yaşam için kolesterol düzeyinin belirli sınırlar içinde tutulması oldukça önemlidir.

Kolesterol, insan vücudundaki tüm hücrelerde bulunan mum benzeri bir yapıdır. Vücut, günlük yaklaşık 1 gram kolesterol ihtiyacının büyük bir kısmını kendisi üretir. Kolesterolün büyük bir kısmı karaciğerde üretilir ve vücuttaki toplam kolesterolün yaklaşık %70’ini oluşturur. Geri kalan kolesterol kısmı böbreküstü bezlerinde, ince bağırsakta ve üreme organlarında sentezlenir. Ayrıca, vücuda dışarıdan yumurta sarısı, peynir, et gibi hayvansal gıdalardan alınan kolesterolle de katkı sağlanır.

Kolesterol, hücrelerin dayanıklılığı için gereklidir ve sadece sağlık açısından değil, aynı zamanda yaşamın devamı için hayati bir öneme sahiptir. Ayrıca, üreme ve çoğalma süreçleri dahi kolesterolün katkısı olmadan gerçekleşemez. Cinsiyet hormonları olan testosteron ve östrojenin üretimi için kolesterol gerekir. Bu nedenle kolesterol, vücut için vazgeçilmez bir bileşendir.

Kolesterol çeşitleri nelerdir?

Hücre zarlarının oluşumu ve bakımı için gereken kolesterol, temel olarak iki türe ayrılır: iyi ve kötü kolesterol. Kolesterol, doğası gereği suda çözünmeyen bir yağ türüdür. Bu nedenle, kan içinde taşınabilmesi ve çözünmesi için karaciğer tarafından bir proteinle birleştirilir (paketlenir). Bu kolesterol-protein birlikteliğine lipoprotein denir. İki temel türü vardır: LDL-kolesterol (düşük yoğunluklu lipoprotein), kötü huylu kolesterol olarak bilinir. HDL-kolesterol (yüksek yoğunluklu lipoprotein) ise iyi huylu kolesteroldür. İyi kolesterol (HDL), vücuttaki fazla kolesterolü toplar ve atılmasına yardımcı olurken, kötü kolesterol (LDL) kolesterolü vücut dokularına taşır ve arter duvarlarında birikmesine yol açabilir.

Sadece kötü kolesterol seviyelerini düzeltmek yeterli değildir, aynı zamanda iyi kolesterol seviyelerini artırmak da önemlidir. İyi ve kötü kolesterol düzeylerinin her ikisi de bilinmelidir. Kan içinde ölçülen başka bir yağ türü de trigliserittir. Trigliserid, kolesterol gibi kan içinde çözünen bir yağdır, ancak ateroskleroz (damar sertliği) ile ilişkisi kolesterol kadar belirgin değildir.

Kolesterol ne işe yarar? Görevleri nelerdir?

Kolesterolün vücut içindeki işlevleri şunlar şekilde özetlenebilir:

  • Hücre zarlarının yapısına katkı sağlar.
  • Bağırsakta sindirim için safra asitlerinin üretilmesine yardımcı olur.
  • Vücudun D vitamini sentezlemesine izin verir.
  • Belirli hormonların, özellikle üreme ve kortizol gibi, üretilmesini destekler.

LDL neden kötü?

Kolesterolün bir türü olan LDL, “kötü” kolesterol olarak bilinir çünkü yüksek LDL seviyeleri arterlerin sertleşmesine yol açabilir. Bu durumun iki temel etkisi vardır. İlk olarak, vücuttaki oksijen bakımından zengin kan akışını sıkıştırarak kan damarlarını daraltabilir. İkincisi, kan pıhtılarını tetikleyebilir ve bu da kalp krizi veya felce yol açabilecek şekilde kan akışını tıkayabilir.

HDL neden iyidir?

Kolesterol türlerinden biri olan HDL, kardiyovasküler sisteminizin sağlıklı kalmasına yardımcı olur. Aslında, LDL’nin arterlerden uzaklaştırılmasına yardımcı olur. HDL, kötü kolesterolü (LDL) karaciğere geri taşıyarak burada parçalanmasına yardımcı olur. Yüksek HDL kolesterol seviyeleri kalp krizi ve felce karşı koruyucu olabilirken, düşük HDL seviyeleri bu riskleri artırabilir.

Kolesterol değerleri neden çıkar?

Karaciğer, vücutta kolesterol üreten bir organdır. Ancak kolesterol, çoğunlukla besinler yoluyla alınır. Yüksek yağ içeriğine sahip gıdaları aşırı tüketmek, kolesterol seviyelerini yükseltebilir. Aşırı kilo ve hareketsiz bir yaşam tarzı da yüksek kolesterol riskini artırabilir. Genellikle kilolu insanlar yüksek trigliserit seviyelerine sahiptirler. Egzersiz yapmamanın yanı sıra hareketsiz bir yaşam tarzı, aynı zamanda iyi kolesterol olarak bilinen HDL seviyelerini de düşürebilir.

Sağlıklı bir yaşam sürdürmek için gerekli olan kolesterolün büyük bir kısmı vücut tarafından üretilir. Bununla birlikte, dışarıdan alınan birçok gıda da kolesterol içerir. Ne kadar çok hayvansal gıda ve kızartılmış yiyecek tüketilirse, kolesterol alımı da o kadar artar. Ancak yüksek kolesterol sadece besinlere bağlı değildir. Hareketsiz yaşam tarzı, obezite, aile öyküsü gibi faktörler de kolesterol yüksekliğine katkıda bulunabilir.

Bazı hastalıklar da kolesterol yüksekliğine yol açabilir. Tiroid bezi sorunları, karaciğer hastalıkları, böbrek iltihapları, diyabet, obezite ve bazı ilaçlar kolesterol seviyelerini artırabilir. Gelişmiş ülkelerde ölüm nedenleri arasında kalp ve damar hastalıkları ilk sırayı alırken, yüksek kolesterol, yüksek tansiyon, obezite gibi sorunların düzeltilmesi bu ölümleri önleyebilir veya geciktirebilir. Yüksek kolesterol, LDL-kolesterol seviyelerinin yükselmesi, kişinin kalp-damar hastalığı riskini artırır. Aynı zamanda HDL-kolesterolün (iyi kolesterol) düşük olması da bir risk faktörüdür. Bu risk faktörüne sahip kişilerde kalp krizi, felç, damar tıkanıklığı gibi hastalıkların gelişme riski daha yüksektir.

Kolesterol belirtileri nelerdir?

Kötü kolesterol genellikle sessiz seyreden bir durumdur. Hemen hemen hiçbir hastada kolesterolün yüksek olduğu sıradan bir muayeneyle tespit edilemez. Bazı aşırı yüksek kötü kolesterol durumlarında göz kapaklarında yağ birikimi, ellerde, tendonlarda yağ ve kolesterol birikimi bazen gözle görülebilir. Ancak bu nadir bir durumdur. Çoğu hastanın kolesterolü yüksek olabilir, ancak basit bir muayeneyle bunu anlamak mümkün değildir. Yüksek tansiyona “sessiz katil” deniliyorsa, yüksek kötü kolesterole de yine “sessiz katil” denilebilir.

Kolesterol değerleri kaç olmalı?

Kanda kolesterol ve LDL-kolesterol seviyelerinin yüksek olması hastalar için risk taşır. Ayrıca HDL-kolesterol seviyesinin düşük olması bir risk faktörüdür, ancak yüksek seviyeler olumlu bir durumu gösterir.

20 yaş ve üzeri kişilerde kan kolesterol düzeyi değerlendirilir. İdeal düzey, 200 mg/dl’nin altında olan bir değerdir. 200-239 mg/dl arası sınırlı, 240 mg/dl ve üzeri ise yüksek olarak kabul edilir. LDL-kolesterol düzeyi 130 mg/dl’nin altında ise istenen bir düzeyken, 130-159 mg/dl arası yüksek olarak kabul edilir. Kan HDL-kolesterol düzeyi ise 35 mg/dl’nin altında ise düşük olarak değerlendirilir.

Toplam kolesterolün 200 mg/dl’nin üzerinde olması, LDL-kolesterolün 130 mg/dl’nin üzerinde olması veya HDL-kolesterolün 35 mg/dl’nin altında olması, damar sertliği riskini artırır. HDL-kolesterol seviyesi arttıkça bu risk azalır. Ortalama HDL-kolesterol düzeyi kadınlarda 55 mg/dl ve erkeklerde 45 mg/dl civarındadır.

Her 10 mg/dl’lik artış, LDL-K (kötü kolesterol) değerlerinde kalp krizi riskini yaklaşık %20 artırırken, HDL-K (iyi kolesterol) değerlerinde yükselme, kalp damar hastalığı gelişme riskini %2 oranında azaltır.

Uzmanlar, 20 yaş ve sonrasında her beş yılda bir kolesterol testi yapmanızı önerir. Kalp hastalığı riski yüksek olanlar için doktorlar yıllık kolesterol kontrolü tavsiye edebilir. Bu “lipit profili” adı verilen test, kişinin en az 9 ila 12 saat aç kaldıktan sonra gerçekleştirilir. Bu test, toplam kolesterol, LDL (kötü) kolesterol, HDL (iyi) kolesterol ve trigliseritlerin (kanınızdaki bir tür yağ) anlık görüntüsünü sağlar.

Trigliserid nedir? Normal değerler kaç olmalıdır?

Kan incelen diğer bir yağ türü trigliseriddir. Trigliserid, kolesterol gibi kan içinde çözünen bir yağdır ve hem vücut tarafından üretilir hem de besinler aracılığıyla alınabilir.

Yapılan araştırmalar, trigliserid düzeyi yüksek olan kişilerde kalp hastalığının daha sık görüldüğünü göstermektedir. Normal bir trigliserid seviyesi 150 mg/dl’nin altında olmalıdır. 150 ile 199 mg/dl arasındaki değerler sınırda kabul edilir. Eğer trigliserid düzeyiniz 200-499 mg/dl arasındaysa yüksektir, 500 mg/dl’nin üzerinde bir değere sahipseniz, bu çok yüksek bir trigliserid seviyesini ifade eder.

Çocuklarda kolesterol değerleri kaç olmalı?

Kolesterol seviyeleri genellikle çocuklarda önemsenmese de son yıllarda yüksek kolesterol, çocuklar arasında en yaygın sağlık sorunlarından biri haline gelmiştir. Yüksek kolesterolün potansiyel sağlık sorunları genellikle uzun bir zaman diliminde ortaya çıktığından, çocukluk döneminde yüksek kolesterol belirgin bir semptoma yol açmaz.

Eğer anne ve babada yüksek kolesterol sorunu varsa, çocuklarında da yüksek kolesterol olma olasılığı artar. Ailesel yatkınlık, yüksek kolesterolün gelişiminde etkili bir faktördür. 2-19 yaş arası çocuklar için belirli kolesterol sınırları vardır. Çocuklar için 170 mg/dl normal bir değerken, 170-199 arasındaki değerler sınırda olarak kabul edilir. 200’den yüksek değerler ise yüksek kolesterol olarak kabul edilir. Çocukluk döneminde yüksek kolesterolün kontrol altına alınması oldukça önemlidir çünkü yüksek kolesterol, kalp-damar hastalıklarına yol açabilen bir risk faktörüdür. Yüksek kolesterolün erken dönemde kontrol altına alınması, gelecekte oluşabilecek kalp-damar sorunlarının riskini azaltabilir.

Yüksek kolesterol belirtileri nedir?

‘Yüksek kolesterol belirtileri nedir?’ sorusu oldukça yaygın bir sorudur. Çoğu insan yüksek kolesterol seviyelerine sahip olabilir, ancak bu durum belirgin belirtilerle kendini göstermeyebilir. Yüksek kolesterolün belirgin bir semptoma yol açmadığı durumlar sık görülür.

Ancak bazı kişilerin kolesterol seviyeleri çok yüksek olduğunda, göz çevresinde sarı yağ birikintileri (ksantelazmalar) veya tendonlar üzerinde (ksantomlar) belirgin sarı lekeler görülebilir. Özellikle genç bireylerde, korneanın üstünde ve altında gri veya beyaz bir şekilde ortaya çıkan yağ birikintileri, şiddetli ailesel hiperkolesterolemi vakalarının bir göstergesi olabilir.

Yüksek kolesterolün belirtilerinden biri de bacaklardaki arterlerin tıkanması sonucu oluşan ağrıdır. Bu ağrı, bacaklara yeterince kan gitmemesi nedeniyle ortaya çıkar ve genellikle egzersiz sırasında veya yürürken hissedilir.

Kolesterol hakkında sık sorulan sorular 

Kolesterol zararlı mıdır?

Kanda aşırı miktarda bulunan kolesterol yavaşça (yıllar içinde) damar duvarlarında birikir. Bu birikim sonucunda, damarda daralma veya tıkanma meydana gelebilir. Kolesterol hangi damarda birikmişse, o damarla ilişkili sorunlar ve hastalıklar ortaya çıkar. Kolesterol yüksekliğine bağlı belirtiler ve bulgular genellikle ani bir kolesterol artışı ile ilişkilendirilmez. Bunun yerine, uzun süreli kolesterol yüksekliği damar duvarlarında kolesterol birikmesine yol açar.

Kalbi besleyen damarlarda (koroner arterler) kolesterol birikimi, bu damarlardaki tıkanma ve daralma nedeniyle göğüs ağrısı, kalp krizi ve kalp yetmezliği gibi sorunlara neden olabilir. Bu tür durumlar, hastanın koroner baypas cerrahisi (darlıkların cerrahi olarak ortadan kaldırılması) veya anjiyoplasti (balonla daralmış koroner arterin genişletilmesi) gibi işlemlere ihtiyaç duymasına yol açabilir.

Beyni besleyen boyun damarlarındaki kolesterol birikimi ise felçlere, konuşma bozukluklarına, dengesiz yürümeye ve bilinç kaybına yol açabilir. Böbrek damarlarında kolesterol birikimi, yüksek tansiyon ve böbrek yetmezliğine neden olabilir. Ana atardamarda (aort) meydana gelen kolesterol birikimi de son derece tehlikelidir. Buradan kopan kolesterol birikintileri, daha küçük damarları tıkayarak farklı sorunlara yol açabilir. Bağırsağı besleyen damarları tıkayarak bağırsak ölümüne, göz damarlarını tıkayarak körlüğe, bacak damarlarını tıkayarak kangrene neden olabilirler.

Kolesterol yüksekliğiyle ilgili sorunlar ortaya çıktığında, hasta genellikle gecikmiş olur, bu nedenle kolesterol yüksekliğini önlemek ve yükselmişse düşürmek son derece önemlidir.

Kolesterol nasıl düşürülür?

Kolesterol seviyesini dengelemek için beslenmeye özen göstermek önemlidir. Hayvansal gıdalarda bulunan doymuş yağlara dikkat edilmelidir. Bu tür yağları içeren gıdalar arasında kırmızı et, tereyağı ve şarküteri ürünleri bulunur ve bu gıdaların tüketiminde dikkatli olunmalıdır. Yağ kullanımında ise zeytinyağı, fındık yağı, ayçiçek yağı ve soya yağı gibi sağlıklı yağlar tercih edilmelidir. Aynı zamanda omega-6 içeren fındık, badem ve omega-3 içeren yağlı balıklar ile ceviz ve keten tohumu gibi gıdalar, faydalı yağlar içeren besinlerdir.

Kırmızı et yerine tavuk, hindi veya balık tercih edilmelidir. Pişirme yöntemleri olarak ızgara, haşlama ve buğulama gibi daha sağlıklı seçenekler tercih edilmelidir. Tahıl, sebze ve meyveler aşırıya kaçmadan tüketilmelidir. Süt ürünleri tercih edilirken tam yağlı yerine az yağlı veya yağsız süt ürünleri tercih edilmelidir. Haftada 3 veya 4’ten fazla yumurta tüketilmemelidir. Kepekli gıdalar, diyetlerde sıkça önerilir, ancak kolesterol üzerinde çok fazla etkisi olmayan erimeyen posa içerirler. Bir dönem oldukça popüler olan antioksidan vitaminlerin kalp hastalıklarını önlemede etkili olmadığı artık bilinmektedir. Ayrıca, yüksek dozlarda kullanılan E vitamini ve beta karotenin bazı olumsuz etkileri olduğu da rapor edilmiştir.

Kolesterolü düşüren ve yükselten besinler nelerdir?

Kolesterol seviyelerini düşürmek için, kolesterol açısından zengin yiyeceklerden kaçınmak önemlidir. Bu tür yiyeceklere örnek olarak yumurtanın sarısı, hayvansal yağlar, sakatatlar, işlenmiş şarküteri ürünleri, margarin, trans yağlı yiyecekler, mayonez, kırmızı et gibi gıdalar verilebilir.

Kolesterolü düşürmek ve kalori alımını azaltmak için kepekli ekmek tüketmek iyi bir beslenme alışkanlığıdır. Fındık ve ceviz gibi gıdaların aşırı tüketilmesi kolesterol seviyelerini düşürmeye yardımcı olmayabilir. Ancak bu kuruyemişlerin belirli miktarlarda tüketilmesi önerilir. Özellikle günde 2-3 cevizin kolesterol üzerinde olumlu etkileri olduğu düşünülmektedir.

Meyve ve sebzelerin yeterli miktarlarda tüketilmesi önemlidir. Normal bir beslenme düzeninde meyve ve sebzelerin rolü büyüktür. Beyaz et, balık, hindi eti gibi gıdalar da kolesterol seviyelerini kontrol altında tutmak için tercih edilebilir.

Tuzun doğrudan kolesterolü yükseltmediği bilinmekle birlikte, aşırı tuz tüketimi tansiyon yükselmesine neden olabilir. Yüksek tansiyon, yüksek kolesterolle birleştiğinde kalp ve damar hastalıkları riskini artırabilir.

Harvard Health’in bir raporunda kolesterol seviyelerini etkin bir şekilde azalttığı düşünülen 11 kolesterol düşürücü gıda şunlardır:

  • Yulaf
  • Arpa ve kepekli tahıllar
  • Fasulyeler
  • Patlıcan ve bamya
  • Fındık
  • Bitkisel yağlar
  • Meyveler (özellikle narenciye, çilek, elma, üzüm)
  • Soya ve soya bazlı gıdalar
  • Yağlı balıklar (somon, ton balığı, sardalya vb.)
  • Lif bakımından zengin gıdalar

Yüksek oranda kötü kolesterol (LDL) içeren gıdalar ise aynı raporda şöyle sıralanmıştır:

  • Kırmızı et
  • Tam yağlı süt
  • Margarin
  • Hidrojenize yağlar
  • Pişmiş ürünler

Yüksek kolesterol nelere yol açar?

Yüksek kolesterol, arterlerin duvarlarında tehlikeli kolesterol ve diğer birikintilere (plaklar) neden olarak ateroskleroz (arterlerde plak birikimi) meydana getirebilir. Bu birikintiler atardamarlardaki kan akışını azaltabilir ve şu komplikasyonlara yol açabilir:

  • Göğüs ağrısı
  • Kalp krizi
  • İnme

Yüksek kolesterol seviyeleri, kalp hastalığı, inme ve periferik arter hastalığı için risk faktörlerinden biridir. Bu üç hastalıkta da temel mekanizma aynıdır. Arterlerdeki plak birikimi, bu kan damarlarının hücreleri ve organları için gerekli olan kan akışını etkileyerek sorunlara yol açabilir.

Aterosklerotik kalp hastalığı veya koroner arterlerin daralması, kalp kasının yeterli oksijen alamadığı durumlarda anjina benzer semptomlara neden olabilir.

Kolesterol nasıl düşürülür? Kolesterol yüksekliği tedavisi nasıldır?

Kolesterol yüksekliği tedavisi için yaşam tarzı değişikliklerine mutlaka öncelik verilmelidir. Bu değişiklikler olmadan ilaç tedavisi tek başına yeterli bir çözüm değildir. Yaş ilerledikçe, metabolizma yavaşlar ve bu nedenle alınan gıdalar vücutta yağ olarak depolanır. Hatta genetik yatkınlık gibi faktörlerle sağlıklı beslenmeye rağmen kötü kolesterol düzeyleri düşmeyebilir. Bu nedenle düzenli ve yeterli fiziksel aktivite, yağların yakılması ve kötü kolesterol seviyelerinin azaltılması konusunda kurtarıcı olabilir.

Kolesterolü düşürmek için özellikle 3 ana faktör önemlidir: egzersiz, diyet ve kilo kaybı.

  • Egzersiz: Haftanın çoğu gününde, en azından 30 dakika süren düzenli fiziksel aktivite hedeflenmelidir. Bu egzersiz programı, iyi kolesterolü (HDL) artırırken kötü kolesterolü (LDL) azaltır. Ayrıca bu, yüksek bel çevresine sahip, aşırı kilolu (erkekler için bel çevresi 102 cm’den fazla, kadınlar için ise 88 cm’den fazla) ve yüksek trigliseritlerle ve/veya düşük HDL seviyeleri ile birlikte olan kişiler için özellikle önemlidir.
  • Diyet: Kolesterol düşürme diyetinde, yağlı yiyecekler ve doymuş yağlardan uzak durulmalıdır. Zeytinyağı gibi sağlıklı yağlar tercih edilmelidir. Hazır ve işlenmiş gıdalardan kaçınılmalıdır. Örnek bir kolesterol düşürme diyeti şu şekilde olabilir:
Sabah:30 gram yarı yağlı beyaz peynir
2 dilim tam buğday ekmeği
Domates, salatalık
Şekersiz çay
2 adet ceviz veya 6-8 adet fındık
Ara:2-3 adet kepekli grisini
Şekersiz çay veya bitki çayı
1 porsiyon meyve
Öğle:150 gram beyaz et (tavuk, balık, hindi)
Haşlama, ızgara veya fırında pişirilmiş olmalı.
1 kase çorba
2 dilim tam buğday ekmeği
Bol salata (yağsız)
Ara:Probiyotik yoğurt
Akşam:1 porsiyon sebze yemeği (etsiz, az yağlı)
1 kase light yoğurt
2 dilim tam buğday ekmeği
Dilerseniz salata veya çiğ sebzeler (yağsız)
Ara:1 bardak light süt
1 porsiyon meyve

Not: Haftada 1-2 kez, 1 dilim beyaz peynir yerine 1 adet haşlanmış yumurta tüketebilirsiniz. Ayrıca şekerli gıdalardan uzak durmalısınız ve haftada en az 2 kez baklagil yemelisiniz.

  • Kilo verme: Fazla kiloları vermek, kötü kolesterolü (LDL) düşürmeye yardımcı olabilir ve özellikle yüksek trigliseritlerle ve/veya düşük HDL seviyeleri olan aşırı kilolu kişiler için risk faktörlerini azaltır.

Yaşam tarzı değişikliği sonucunda beklenen kolesterol düşüşü sağlanamazsa, doktor ilaç tedavisini önermektedir. İlaçlar, kötü kolesterolde %50’ye kadar bir azalma sağlayabilir. Son yıllarda kullanılan PCSK-9 inhibitörleri gibi enjekte edilebilir ilaçlar, kötü kolesterolde %60’lık bir düşüş sağlayabilmektedir. Ancak başlangıçta, ağızdan alınan statin türü ilaçlar verilmektedir ve hedefe ulaşılamazsa PCSK-9 inhibitörleri gibi enjekte edilebilir ilaçlar devreye girebilir. Kötü kolesterol düzeyleri ne kadar yüksek olursa olsun, ilaçlarla bunları düşürmek mümkün olabilir. Statinler kötü kolesterolü azaltırken, az da olsa iyi kolesterolü yükseltmektedir.

Kolesterol yüksekliği tedavisi mutlaka yaşam tarzı değişiklikleri ile birlikte yapılmalıdır.

Kolesterol ilaçlarının yan etkisi var mı?

Her etkili ilacın istenmeyen yan etkileri olabilir. Kolesterol ilaçlarının da nadiren görülen bazı yan etkileri bilinmektedir. Ancak bu tür sorunlar genellikle ilaç kesildiğinde ortadan kalkar ve kalıcı zarara neden olmaz.

Kolesterol ilaçlarının karaciğere olumsuz etkileri olabilir, ancak ilacın kullanımı, karaciğer fonksiyon testleri dört katına çıktığında kesilmesi gerektiği anlamına gelmez. Kolesterol ilacı kullanan kişiler arasında nadiren kas ağrıları ve yorgunluk gibi yan etkiler de görülebilir. Çok nadir durumlarda, kas erimesini işaret eden kreatin kinaz (CK) değeri 10 katına çıksa bile, ilacın kesilmesiyle normale döner. Bunlar dışındaki yan etkiler genellikle basit sorunlar olup tolere edilebilir.

Stres kolesterolü yükseltir mi?

Stres ile kolesterol arasında bir ilişki bulunmaktadır. Çünkü stres anlarında adrenalin ve noradrenalin gibi stres hormonlarında bir artış gözlenir. Bu maddelerin kandaki seviyelerinin yükselmesi, kolesterolün yükselmesine neden olabilir ve aynı zamanda obezite veya diyabet hastalarında kan şekerinin yükselmesine yol açabilir.

Sigara içmek kolesterolü yükseltir mi?

Sigara içen kişilerde özellikle iyi kolesterol düşer, kötü kolesterol ise yükselmeye başlayabilir; ancak sigara ile kolesterol arasında doğrudan bir bağlantı söz konusu değildir. Sigara kendi başına damar hastalıkları için bir risk faktörüdür. Kolesterolün de damar sertliği için risk faktörü olduğunu düşünülürse, iki risk faktörü bir araya geldiğinde risk çok daha fazla olur.

Yumurta kolesterol yapar mı?

Yumurta, en faydalı ve besleyici gıdalardan biridir. Öyle ki, bütün bir yumurta, bir tavuğun oluşması için gereken tüm besinleri içeren tek bir hücreyi barındırır. Ancak, yumurta sarısı yüksek kolesterol içerdiği için yumurtalar, kötü bir üne sahiptir. Günlük birkaç yumurta tüketimi, kolesterol seviyelerinde ciddi bir artışa neden olmaz. Yapılan araştırmalar, günde 3 yumurtaya kadar tüketmenin sağlıklı insanlar için tamamen güvenli olduğunu göstermektedir.

Yumurtanın vücut sağlığına birçok faydası vardır. Yumurtanın etkileyici faydaları aşağıdaki gibi sıralanabilir:

Yumurta, lutein ve zeaksantin bakımından zengindir. Bu yüksek değerler, yumurtanın göz hastalıkları riskini azaltan antioksidanları içerdiği anlamına gelir, özellikle makula dejenerasyonu ve katarakt gibi hastalıklar için faydalıdır.

Yumurtalar, kolin maddesini içinde bolca bulundurur. Kolin, tüm hücrelerde önemli bir rol oynar ve beyin sağlığına katkıda bulunur.

Yumurtalar, kemik ve kas sağlığı açısından önemlidir. İçerdikleri yüksek kaliteli hayvansal proteinler, bu alanlarda destekleyici etkilere sahiptir.

Yapılan araştırmalar, yumurta tüketiminin doygunluk hissini artırabileceğini göstermektedir.

Sonuç olarak, yumurtalar sağlıklı bir besin kaynağıdır ve günlük olarak tüketildiğinde birçok fayda sağlayabilir. Yüksek kolesterol endişesi taşıyanlar, doktorlarına danışarak uygun bir diyet planı oluşturmalıdır. Ancak sağlıklı bireyler için, yumurtaların güvenli ve besleyici bir seçenek olduğu unutulmamalıdır.

Karaciğer Kanseri Nedir?

Erken dönemde genellikle özgün bir belirti göstermeyen karaciğer kanseri, tanı konduğunda tedavi planlaması için geç kalınması riski taşır. Bu nedenle karaciğer kanserinin kesinlikle erken teşhis edilmesi büyük önem taşır. Karaciğer kanseri ilerledikçe, nedensiz kilo kaybı, iştah kaybı, sürekli karın şişliği, sıvı birikimi, halsizlik, sarılık gibi belirtiler ortaya çıkabilir. Bu durumda, tümörün çıkarılması veya karaciğer nakli gibi tedavi seçenekleri değerlendirilebilir.

Karaciğer Kanseri Nedir?
Karaciğer Kanseri Belirtileri Nelerdir?
Karaciğer Kanseri Neden Olur?
Karaciğer Kanseri Teşhisi Nasıl Konulur?
Karaciğer Kanseri Nasıl Tedavi Edilir?
Karaciğer Kanseri Hakkında Sıkça Sorulan Sorular

Karaciğer Kanseri Nedir?

Karaciğerin kendi hücrelerinden kaynaklanan kötü huylu (habis) tümörlere “primer (birincil) karaciğer kanseri” adı verilir. Bu tür kanser, karaciğerin kendi hücrelerinden kaynaklandığı için “hepatosellüler (karaciğer hücreli) karsinom” olarak adlandırılır. Bu kanser türü, sık görülen ve hayati risk taşıyan tümörlerden biridir. Ayrıca, hepatositlerden kaynaklanmayan diğer karaciğer tümörleri de bulunmaktadır. Örneğin, kolanjiosellüler karsinom (safra yollarından kaynaklı) tümörlere bir örnektir. Ayrıca, damarsal yapılarla ilişkili olarak ortaya çıkan anjiosarkom gibi karaciğer tümörleri de mevcuttur.

Bir kişinin karaciğeri sağlıklıysa, bu tür kansere yakalanma riski oldukça düşüktür. Ancak karaciğer hastalığı olanlar veya karaciğerde yapısal bozukluğa sahip olan bireyler (örneğin siroz veya siroz zemini olanlar), karaciğer kanseri riski altındadır. Karaciğer kanseri dünya genelinde en sık rastlanan kanser türlerinden biridir ve hayati risk taşıdığı için erken teşhis çok önemlidir. Bu hastalığın erken teşhisi hayati bir öneme sahiptir.

Esas tedavi yöntemi, kanserli dokunun çıkarılmasıdır. Ancak karaciğer, vücudun temel bir organı olduğu ve işlevselliğinin önemli olduğu bir organ olduğu için sadece tümörlü bölümün çıkarılması oldukça zor bir işlemdir. Bu nedenle karaciğer nakli, karaciğer kanseri hastalarının tedavisinde önemli bir yöntem olarak öne çıkar.

Karaciğer Kanseri Belirtileri Nelerdir?

Karaciğer kanserinin erken dönemde spesifik bir belirtisi genellikle bulunmaz. Bu nedenle teşhis konduğunda kanser genellikle ilerlemiş bir aşamada tespit edilir. Sıkça görülen belirtiler arasında kilo kaybı, iştahsızlık, halsizlik, kolay yorulma, sarılık, karında sıvı birikimi gibi bulgular yer alır. Bazen karın sağ üst tarafında ağrı veya dolgunluk hissi olabilir. Karaciğer kanseri teşhisi, genellikle kronik bir karaciğer hastalığı (örneğin siroz) ile ilişkilendirildiğinden, bu hastalıklar genellikle benzer semptomlar gösterir, bu da tanı koymayı zorlaştırabilir.

Karaciğer kanserleri, dünya genelinde kanser türleri arasında altıncı sırada yer alsa da, ülkemizde siroz ve karaciğer hastalıklarının yaygın olması nedeniyle daha sık görülebilir. Bu nedenle kronik hepatit veya erken evre sirozlu hastalar, tümör gelişme riskine karşı düzenli aralıklarla radyolojik yöntemlerle, özellikle ultrason ve gerektiğinde MR veya BT gibi görüntüleme yöntemleriyle takip edilmelidir. Bu takip, hastalığın erken teşhisi ve tedaviye başlama açısından son derece önemlidir.

Karaciğer Kanseri Neden Olur?

Karaciğer kanserinin nedenleri şu şekilde sıralanabilir: Hepatit B virüsü enfeksiyonları, Hepatit C ve Hepatit D virüsü enfeksiyonları, Aflatoksin (aspergillus flavus zehiri) maruziyeti, Siroz, Genetik konjenital metabolik hastalıklar, Hemokromatozis, Wilson hastalığı, Glikojen depo hastalığı, Kimyasal maddelere maruziyet (nitritler, hidrokarbonlar, solventler) karaciğer kanseri riskini artırabilir.

Karaciğer, vücudun birçok sistemini etkileyen bir merkez olarak işlev görürken aynı zamanda kan deposu ve bağışıklık sisteminin bir parçasıdır. Karaciğer kanseri riskini en fazla taşıyan gruplardan biri hepatit taşıyan bireylerdir. Karaciğer kanseri, erken dönemde spesifik belirtiler göstermediği için erken teşhis zor olabilir. Bu tür kanserlerin yaklaşık yüzde 80’i daha önce siroz teşhisi konmuş kişilerde gelişir, bu nedenle bu hastalar yakından takip edilmelidir.

Karaciğer kanseri riski taşımayan kişilere göre, Hepatit B ve C enfeksiyonlarına sahip bireylerin karaciğer kanserine yakalanma riski çok daha yüksektir. Neyse ki, Hepatit B aşıları ile bu risk önlenebilir. Hepatit C için geliştirilen tedaviler de oldukça olumlu sonuçlar vermektedir. Siroz, karaciğer hücrelerinin alkole, hepatite, bağışıklık sistemi sorunlarına vb. maruz kalarak hasar görmesi sonucu gelişen bir hastalıktır. Sirozlu hastaların yaklaşık yüzde 5’i karaciğer kanseri riski taşır. Ayrıca obezite, karaciğer yağlanması ve siroz riskini artırabilen önemli bir faktördür

Karaciğer Kanseri Teşhisi Nasıl Konulur?

Karaciğer kanseri, bazı durumlarda ileri bir aşamaya ulaşana kadar herhangi bir belirti göstermeyebilir. Kanser ilerledikçe, nedeni belirlenemeyen kilo kaybı, sürekli şiş karın, sıvı birikimi, iştah kaybı, sürekli halsizlik, sarılık gibi belirtiler ortaya çıkmaya başlayabilir. Bu tür şikayetler yaşayan kişiler, en kısa sürede doktora başvurmalıdır. Günümüzde, her türlü karaciğer gelişimini tespit etmek için görüntüleme yöntemleri kullanılabilmektedir. Özellikle risk altındaki hastalar, en ekonomik ve kolay uygulanabilen yöntem olan ultrasonografi ile takip edilmelidir. Bilgisayarlı tomografi (BT), manyetik rezonans görüntüleme (MR) ve anjiyografi gibi diğer yöntemler de başvurulabilir. Bazen tanıyı kesinleştirmek için bu görüntüleme yöntemlerinden birkaçı bir arada kullanılabilir. Kan testi yapılarak, bir tümör belirteci (marker) olan alfa feto protein (AFP) ölçülebilir. Bu testin yüksek çıkması kanser açısından önemli bir işarettir. Ancak kanserli hastalarda bile sonuçlar normal çıkabilir ve bu, tümörün olmadığı anlamına gelmez. Tanı için bazı durumlarda karaciğerden iğne biyopsisi yapılabilir. Ancak bu, sık sık başvurulan bir yöntem değildir ve biyopsi yapılıp yapılmamasına, bu alanda deneyime sahip olan, karaciğer hastalıkları ile ilgilenen uzmanlar, yani gastroenterologlar ve/veya cerrahlar karar vermelidir.

Karaciğer Kanseri Nasıl Tedavi Edilir?

Tedavi edilemeyen karaciğer kanseri olgularının sonuçları genellikle olumsuzdur. Bu durumdaki hastaların beklenen yaşam süresi genellikle 6-9 ay arasındadır. En etkili tedavi yöntemi, tümörün cerrahi olarak çıkarılmasıdır. Ancak cerrahi müdahalenin uygulanabilmesi, tümörün evresine ve çevresine yayılıp yayılmadığına, hastada mevcut olan karaciğer hastalığının şiddetine bağlıdır. Karaciğer dışına yayılmış bir karaciğer kanserinde cerrahi müdahalenin yeri genellikle yoktur. Cerrahi müdahalenin başarısı, tümörün çapı ile de ilişkilidir. Tümörün çapı 5 cm’den küçükse, cerrahi müdahale genellikle daha başarılıdır.

Karaciğer Kanseri Hakkında Sıkça Sorulan Sorular

Karaciğer kanserinin ilk belirtileri nelerdir?

Karaciğer kanseri, erken dönemde genellikle özgün belirtiler göstermez. Bu nedenle tanı konulduğunda kanser genellikle ileri bir aşamada teşhis edilir. Sıkça rastlanan belirtiler arasında kilo kaybı, iştah kaybı, halsizlik, çabuk yorulma, sarılık (cilt ve gözlerin sararması), karında sıvı birikimi gibi bulgular yer alır.

Karaciğer kanseri geçer mi?

Tedavi edilemeyen karaciğer kanserinin sonuçları genellikle olumsuzdur. Bu tür vakalarda, beklenen yaşam süresi genellikle 6-9 ay gibi kısa bir süreyle sınırlıdır. En etkili tedavi yöntemi, tümörün cerrahi olarak çıkarılmasıdır. Ancak cerrahi müdahalenin uygulanabilmesi, tümörün evresine ve çevresine yayılma durumuna, ayrıca hastada mevcut olan karaciğer hastalığının derecesine bağlıdır. Karaciğer dışına yayılmış bir karaciğer kanserinde cerrahi tedavi seçeneği genellikle uygun değildir. Cerrahi müdahalenin başarısı aynı zamanda tümörün çapı ile de ilişkilidir; daha küçük çaplı tümörlerde cerrahi başarı şansı genellikle daha yüksektir, 5 cm çapındaki tümörlere göre daha iyidir.

İdeal şartlarda (Karaciğer kanseri nasıl belli olur?

Karaciğer kanserinin erken dönemde çok spesifik belirtileri yoktur. Bu nedenle, genellikle tanı konduğunda kanser büyük boyutlara ulaşmış olabilir. Kanserin ilerlemesiyle birlikte, kilo kaybı, iştahsızlık, halsizlik, hızlı yorulma, sarılık, karın içinde sıvı birikimi gibi belirtiler ortaya çıkmaya başlayabilir. Bazen, karın sağ üst tarafında ağrı veya dolgunluk hissi de olabilir. Genellikle, karaciğer kanserinin temelinde kronik bir karaciğer hastalığı bulunur, özellikle siroz gibi. Bu tür hastalıklar benzer semptomlar gösterdikleri için teşhis konması karmaşık olabilir. Karaciğer kanserleri, dünya genelinde görülen kanser türleri arasında altıncı sırada yer alır, ancak ülkemizde sirozla ilişkili hastalıkların yaygın olması nedeniyle daha sık görülebilir. Bu nedenle, kronik hepatit veya erken evre sirozlu hastaların tümör gelişme riskini azaltmak amacıyla 6 ay ila 1 yıllık periyotlarla ultrason gibi radyolojik görüntüleme yöntemleriyle takip edilmeleri önemlidir. Gerektiğinde MR veya BT taramaları da yapılabilir.

Karaciğer kanseri nerede ağrı yapar?

Çoğu zaman, karaciğer kanseri belirtileri arasında kilo kaybı, iştahsızlık, halsizlik, hızlı yorulma, sarılık ve karında sıvı birikimi gibi bulgular ortaya çıkar. Nadiren, karın sağ üst tarafında ağrı veya dolgunluk hissi de hissedilebilir.

Karaciğer kanseri kimlerde görülür?

Hepatit B ve Hepatit C hastalıklarına sahip olan veya siroz teşhisi konmuş hastalarda gelişen karaciğer tümörleri, genellikle erken aşamada herhangi bir belirti göstermez. Ülkemizde Hepatit B ve Hepatit C, sık rastlanan hastalıklar arasında yer almaktadır. Hepatit virüsünün varlığı, karaciğer kanseri riskini artıran önemli bir faktördür.

Karaciğer kanseri hangi yaşlarda görülür?

Karaciğer kanseri tanı yaşının ortalaması 62’dir. Karaciğer kanseri teşhisi konmuş olan hastaların %90’ından fazlası 45 yaşın üzerindedir, %3’ü 35-44 yaş aralığındadır ve %3’ten azı ise 35 yaşından gençtir.

Karaciğer kanseri kaç evre?

Karaciğer kanserinin tedavi planlaması için öncelikle evrelendirme yapılmalıdır. Karaciğer kanserleri genellikle 4 evreye ayrılmaktadır:

Evre 1: Karaciğer kanserinde tümör dokusu sadece karaciğer içinde bulunur ve diğer organlara veya yapıları etkilemez.

Evre 2: Karaciğer kanserinde tümör dokusu, karaciğer dokusu içinde bulunur veya kan damarlarına ulaşmış küçük tümör oluşumları tespit edilir.

Evre 3: Karaciğer kanserinde birden fazla büyük tümör, karaciğer dokusunu etkisi altına almış veya büyük bir tümör büyük bir damarı etkilemiş olarak tespit edilir.

Evre 4: Karaciğer kanserinde kanser artık metastaz yapmış ve vücudun diğer bölgelerine yayılmıştır.

Karaciğer kanseri ne iyi gelir?

Karaciğer kanserine ne iyi gelir? Sorusu sıkça sorulmaktadır. Ancak karaciğer kanseri tedavisinde destek ürünlerin veya belirli yiyeceklerin özel bir yeri yoktur. Bu nedenle doktora danışmadan, faydalı olduğu iddia edilen herhangi bir ürünü kullanmaktan kaçınılmalıdır.

Karaciğerde kitle neye işaret eder?

Karaciğerdeki kitleler genellikle tümör olarak adlandırılır. Bu kitleler, çoğunlukla karaciğerin kendi dokusundan kaynaklanan iyi veya kötü huylu tümörlerdir. Ancak bazen başka bir hastalığın sonucu olarak karaciğere yayılan iyi huylu kitleler de görülebilir.

Karaciğerde kitle tehlikeli midir?

Karaciğer kitlelerinin çoğunu iyi huylu tümörler oluşturur. Kötü huylu tümörlerin büyük bir kısmı, diğer organlardan karaciğere yayılan metastazlardır. Ancak karaciğerin kendi dokusundan kaynaklanan kitleler de sıkça görülür.

Karaciğerde kitle ağrı yapar mı?

Karaciğer kanseri erken dönemde genellikle belirti vermez. Ancak tümör büyüdükçe, sağ üst karın bölgesinde yaygın bir ağrı meydana gelebilir. Hastalık ilerledikçe, bu ağrıya kilo kaybı ve karın bölgesinde şişlik de eşlik edebilir.

Karaciğerde iyi huylu kitle nedir?

Karaciğerin en yaygın iyi huylu tümörleri arasında hemangioma, adenom ve fokal nodüler hiperplazi bulunmaktadır. Hemangiomlar, karaciğerin en sık rastlanan iyi huylu tümörleridir. Bu tümörlerin kansere dönüşme riski düşüktür ve genellikle yırtılmaları (ruptür) veya kanama gibi komplikasyonlar nadirdir. Bu nedenle hastalar genellikle periyodik görüntüleme testleri ile takip edilmektedir.

Karaciğerde kitle tedavisi nasıl olur?

Karaciğer kanserinin tedavisinde en etkili yöntem, tümörün cerrahi olarak çıkarılmasıdır. Ancak cerrahi müdahalenin yapılabilmesi, tümörün evresine, çevresine yayılma durumuna ve hastanın karaciğer hastalığı derecesine bağlıdır. Karaciğer kanseri, karaciğer dışına yayıldığında cerrahi müdahalenin etkili olmadığı durumlar söz konusudur. Cerrahinin başarısı ayrıca tümörün boyutuyla da ilişkilidir. Eğer karaciğerdeki tümör cerrahi olarak çıkarılamayacak durumdaysa, karaciğer nakli bir tedavi seçeneği olabilir. Karaciğer nakli gerektiren birçok durum vardır ve karaciğer tümörleri bu durumlardan birini oluşturabilir.

Karaciğer kistin iyi huylu olduğu nasıl anlaşılır?

Karaciğer kistleri genellikle herhangi bir belirtiye yol açmaz ve çoğu iyi huyludur. Genellikle belirti göstermeyen kistler küçüktür. Ancak kist büyüdükçe karın bölgesinde bazı şikayetlere neden olabilir.

Karaciğer kist kaç cm tehlikelidir?

5 cm çapa sahip olanlara kıyasla oldukça iyidir.

İdeal şartlarda (Karaciğer kitle ameliyatı ne kadar sürer?

Kitlenin büyüklüğü ve metastaz durumuna bağlı olarak süre tahmini yaklaşık 1-2 saat arasında değişebilir.

Karaciğer kanseri nasıl önlenir?

Karaciğer kanserini önlemek için hepatit virüslerinden korunmak önemlidir. Özellikle Hepatit B virüsüne karşı aşı yaptırmak önemlidir ve bu aşıyı almak için geç değildir. Aşırı alkol tüketiminin siroza ve uzun vadede karaciğer kanserine yol açabileceği göz önünde bulundurularak, alkol tüketimine dikkat edilmelidir. Sağlıklı bir beslenme alışkanlığı benimsemek, obezite ve diyabet riskini azaltabilir ve bu sayede karaciğer yağlanması, siroz ve karaciğer kanseri riski de düşürülebilir.

Karaciğer kanseri tedavilerinde girişimsel radyoloji uygulamalarının önemi nedir?

Kanser tedavisinde girişimsel radyolojik uygulamaların türleri ve etkinliği, teknolojinin gelişmesiyle birlikte artmıştır. Bu tedaviler arasında, cilt yoluyla tümörün içine yerleştirilen bir iğne ile tümörü yakma işlemi olarak tanımlanabilen radyofrekans (RF) ve mikrodalga (MW) ablasyon tedavileri bulunmaktadır. Ayrıca, kan damarlarından anjiyografik tekniklerle tümöre ulaşılarak, tümörün beslenmesini kesen ve aynı zamanda yüksek dozda kemoterapötik veya radyoaktif izotop yüklü ilaçların verildiği kemoembolizasyon ile radyoembolizasyon (Yitrium 90-Y-90) tedavileri de uygulanmaktadır. Bu yöntemler, erken evre küçük tümörlerde tam tedavi sağlayabilirken, ileri evre tümörlerde diğer tedavilerin uygulanamadığı durumlarda tümörün yayılmasını yavaşlatma, durdurma veya tümörü küçültme amacıyla kullanılabilir.

Karaciğer kanseri tedavisinde Yitrium 90 tedavisi, diğerlerinden hangi özellikleriyle ayrılıyor?

Radyoembolizasyon veya selektif internal radyoterapi (SIRT) olarak bilinen bu tedavi yöntemi, temel olarak karaciğerdeki bir tümöre atardamarlar yoluyla ulaşılarak, dışarıdan verilemeyecek kadar yüksek doz radyasyon içeren Yitrium 90 radyoizotopu içeren mikroküreciklerin enjekte edilmesiyle gerçekleştirilir. Bu şekilde tümörün canlılığı ortadan kaldırılır. Yittrium 90 tedavisi iki aşamada uygulanır. İlk aşamada, hastanın karaciğer atardamarlarının ayrıntılı haritası çıkarılır ve mide-bağırsak sistemi ile bağlantılı damarlar tıkanır. Daha sonra, asıl Y90 radyoaktif ilacının etkisini taklit eden bir test ilacı karaciğer içine verilir ve tedavinin başarısını değerlendirmek için hazırlık anjiyografisi yapılır. Hazırlık anjiyosu için hastanın hastanede yatmasına gerek yoktur. Hazırlık aşaması sonucunda karaciğer damar yapısının tedaviye uygun olduğu belirlenirse, hastanın uygun tedavi dozu nükleer tıp doktoru tarafından hesaplanır ve tedavi günü belirlenir. Genellikle hazırlık anjiyosundan yaklaşık 7-10 gün sonra ikinci aşamada, tedavi karaciğer içine anjiyografik bir yöntemle uygulanır.

Karaciğer kanserinde Yittrium-90 tedavisi için kimler uygun?

Tedaviye uygun hasta grubu, mevcut tümöral hastalığın sadece karaciğerle sınırlı olduğu ve karaciğer dışında belirgin bir tümör odağı bulunmayan hastalardan oluşmaktadır. Ayrıca, hazırlık anjiyosu sırasında hastanın tedaviye uygunluğu da değerlendirilir.

Karaciğer metastazlarının tedavisi mümkün müdür?

Karaciğer metastazlarının tedavisi, kaynağın (hangi organ kanseri olduğu), yaygınlığın (karaciğerde kaç metastaz olduğu), metastazların karaciğerdeki yerinin, karaciğer dışında başka yerlere yayılıp yayılmadığına bağlı olarak değişiklik gösterir. Özellikle lenfomalar, bazı kemoterapi kombinasyonları ile tedavi edilebilirler. Meme ve akciğer kanserleri kemoterapiden kısmen fayda görebilirler. Karaciğer metastazlarının tedavisinde kalın bağırsak (kolorektal) kanseri metastazlarını ayrı bir kategori olarak ele almak gerekir. Kolorektal kanserler sıklıkla karaciğere metastaz yaparlar ve bu durumda karaciğerdeki metastazların cerrahi olarak çıkarılması tedavi açısından büyük önem taşır.

Karaciğer metastazı ne demektir?

Vücudun herhangi bir bölgesinde başlayan kanserin, orijinal yerinden (organdan) başka bir bölgeye yayılması, o kanserin metastaz yaptığı anlamına gelir. Bu metastazlar karaciğerde göründüğünde ise bu duruma “karaciğer metastazı” adı verilir.

Karaciğerde metastaz sık görülen bir durum mudur?

Evet, karaciğer büyük bir kanı filtreleyen organdır. Bu nedenle, dolaşımdaki kanser hücreleri genellikle karaciğerde yakalanır ve burada büyümeye devam eder. Özellikle sindirim sisteminden (bağırsaklar) gelen kanın ilk olarak karaciğerden geçmesi, bu bölgeye ait kanserlerin karaciğer metastazlarının sık görülmesine neden olur. Kolon, mide, pankreas, safra yolları, ince bağırsak gibi organlardan kaynaklanan kanserlerde karaciğer metastazı sıkça görülür. Ayrıca, meme kanseri, akciğer kanseri ve lenfoma gibi kanser türlerine ait metastazlar da yaygın olarak karaciğerde görülür.

Metastatik karaciğer kanseri yaşam süresi nedir?

Bu süre, hastadan hastaya, tedavi şekline ve birçok farklı parametreye bağlı olarak değişebilir.

Karaciğer kanseri bitkisel tedavi ile çözülebilen bir sorun mu?

Karaciğer kanseri tedavisinde bitkisel çözümlerin etkili olduğuna dair bilimsel kanıt bulunmamaktadır. Bu nedenle, doktora danışmadan bitkisel tedavi yöntemlerine başvurulmamalıdır.

Karaciğer kanseri gelişimi açısından risk faktörleri nelerdir?

Karaciğer kanserine neden olan faktörler şunlar olabilir:

Hepatit B Virüsü Enfeksiyonları: Hepatit B virüsü enfeksiyonları karaciğer kanseri riskini artırabilir.

Hepatit C Virüsü Enfeksiyonları: Hepatit C virüsü enfeksiyonları da karaciğer kanseri riskini artırabilir.

Hepatit D Virüsü Enfeksiyonları: Hepatit D virüsü, hepatit B virüsü ile birlikte enfeksiyon oluşturarak karaciğer kanseri riskini artırabilir.

Aflatoksin (Aspergillus Flavus Zehri): Bu mantar kaynaklı toksin, gıdalarda bulunabilir ve uzun vadeli maruziyet karaciğer kanseri riskini artırabilir.

Siroz: Kronik karaciğer iltihabı sonucu oluşan siroz, karaciğer kanseri riskini artırabilir.

Genetik, Konjenital, Metabolik Hastalıklar: Bazı genetik hastalıklar veya doğuştan gelen metabolik sorunlar karaciğer kanseri riskini artırabilir.

Hemokromatozis: Bu demir metabolizması bozukluğu, vücutta fazla demir birikimine yol açabilir ve karaciğer kanseri riskini artırabilir.

Wilson Hastalığı: Wilson hastalığı bakır metabolizması sorunlarına neden olur ve karaciğer kanseri riskini artırabilir.

Glikojen Depo Hastalığı: Glikojen depo hastalığı, glikojenin normalden fazla biriktiği nadir genetik bir hastalıktır ve karaciğer kanseri riskini artırabilir.

Kimyasallar: Bazı kimyasallara maruz kalma, özellikle nitritler, hidrokarbonlar ve solventler, karaciğer kanseri riskini artırabilir.

Karaciğer kanseri riskini azaltmak için hepatit B ve C enfeksiyonlarına karşı aşılanma, sağlıklı bir yaşam tarzı benimseme ve doktor tavsiyesi olmadan kimyasal maddelere aşırı maruz kalmaktan kaçınma gibi önlemler alınabilir. Bu risk faktörlerine dikkat etmek ve düzenli tıbbi kontrolü sürdürmek önemlidir.

Klostrofobi nedir?

Klostrofobi, bir kaygı bozukluğu türüdür ve semptomları genellikle çocukluk veya ergenlik döneminde ortaya çıkar. Klostrofobik kişiler, asansörler, uçaklar, mağaralar, kilitli odalar, bodrum katlar gibi kapalı alanlardan ve kısıtlamalardan korkarlar. Halk arasında “kapalı alanda kalma korkusu” olarak bilinen klostrofobi, birçok farklı durum veya duygu tarafından tetiklenebilir ve bazı durumlar sadece düşünüldüğünde bile kaygıyı artırabilir.

Klostrofobi nedir?
Klostrofobi (Kapalı alanda kalma korkusu) nedenleri nelerdir?
Klostrofobi belirtileri nelerdir?
Klostrofobi nasıl teşhis edilir?
Klostrofobi nasıl tedavi edilir?
Klostrofobi hakkında sık sorulan sorular 

Klostrofobiyi tetikleyebilecek yaygın faktörler arasında şunlar yer almaktadır:

Asansörler
Tüneller
Su altı mağaraları
Mağaralar
Kalabalık alanlar
Metro, tren, minibüs ve otobüsler
Küçük arabalar (özellikle sıkışık bir otoyolda seyir halindeyken)
Halka açık tuvaletler
Merkezi kilitli araçlar
Manyetik rezonans görüntüleme (MRI)
CT taramaları
Mağazalardaki kabinler
Penceresiz odalar
Döner kapılar
Uçaklar (özellikle türbülans sırasında)
Bodrum katlar
Mahsenler
Dar giysiler giymek

Klostrofobi nedir?

Klostrofobi, kişinin kapalı alanlarda bulunması gerektiğinde şiddetli iç sıkıntı yaşayarak fizyolojik belirtilere yol açan bir psikolojik rahatsızlıktır. Yüksek düzeyde kaygı yaşayan herkes, fobi geliştirme riski altındadır. Klostrofobi, kapalı alanlara duyulan korku olarak da bilinen anksiyete bozukluklarından biridir. Genellikle genetik yatkınlık ve yaşam deneyimlerinin birleşimi gibi faktörlerin etkileşimi sonucu ortaya çıktığı düşünülmektedir.

Klostrofobisi olan kişiler arasında bazıları kapalı mekanlarda sadece hafif bir kaygı hissi yaşarken, diğerleri şiddetli kaygı veya panik ataklar geçirebilirler. Klostrofobiye özgü tetikleyiciler bireyden bireye değişebilir, ancak genellikle dar veya kapalı alanlar gibi pek çok durum kişilerde endişeye yol açabilir. Bu nedenle birçok insan, kaygılarını kontrol altına almak için bu tür tetikleyicilerden kaçınma eğilimindedir.

Klostrofobi (Kapalı alanda kalma korkusu) nedenleri nelerdir?

Klostrofobi ve benzeri özgül fobiler, belirli beyin bölgelerinin aşırı aktivasyonu ile ilişkilendirilmiştir. Klostrofobi gibi fobilerin kesin nedenleri kişiden kişiye farklılık gösterse de, bu konuda birkaç teori bulunmaktadır. Aşağıda, klostrofobiye yönelik olası nedenler hakkında bazı teoriler açıklanmıştır:

Çocukluk Travması: Psikiyatrlar, çocukluk çağı travmalarının, klostrofobi gibi çevresel faktörlere katkıda bulunabileceğine inanmaktadır. Örneğin, çocuğun cezalandırılması nedeniyle veya farklı nedenlerle kapalı bir odaya kilitlenmesi gibi çocukluk dönemi deneyimleri, ilerleyen yıllarda klostrofobi gelişimine yol açabilir.

Yakın Alan Algısı: Beyin, yakın ve uzak alanları farklı şekillerde algılar. Vücuda yakın veya yaklaşan nesnelere yanıt veren belirli nöronlar bulunur. Birçok insan, yakın nesneleri algılarken sola doğru küçük bir önyargıya sahiptir. Bu önyargı, uzak alanlar için sağa doğru kayar. Mesafe arttıkça bu önyargının kayma hızı, algılanan uzak alanın boyutunu gösteren bir işaret olarak kullanılabilir. Klostrofobi, bu yakın alan algısındaki farklılıklardan kaynaklanabilir. 2011 yılında yapılan bir araştırma, daha geniş bir kişisel alan algısına sahip olan bireylerde klostrofobinin daha şiddetli olduğunu göstermiştir.

Genetik Faktörler: Klostrofobiye yol açan genetik nedenler de olabilir. 2013 yılında yapılan bir araştırmada, klostrofobisi olan bireylerde GPM6A genindeki bir mutasyonun daha yaygın olduğu bulunmuştur.

Klostrofobi belirtileri nelerdir?

Klostrofobi belirtileri, diğer anksiyete bozukluğu belirtileriyle benzerlik gösterir. Klostrofobi, genellikle şunlar gibi fizyolojik sorunlara neden olan semptomlarla kendini gösterir:

Kalp çarpıntısı
Titreme
Nefes almada güçlük

Klostrofobi deneyimi genellikle kontrol kaybı hissi veya korkusu ile karakterizedir. Şiddetli klostrofobisi olan kişiler, asansöre binme veya uçağa binme gibi durumlardan kaçınma eğiliminde oldukları için günlük yaşamları olumsuz etkilenebilir. Klostrofobisi olan kişilerde panik ataklar sıkça görülür. Panik atak semptomları genellikle aniden ortaya çıkar ve şunlara neden olabilir:

Terleme
Titreme
Sıcak basması hissi
Nefes almada güçlük
Boğulma hissi
Hızlı kalp atışı
Göğüs ağrısı veya göğüste sıkışma hissi
Midede kelebek hissi
Mide bulantısı
Baş ağrısı ve baş dönmesi
Bayılma hissi
Vücudun uyuşması, iğne batıyor hissi
Ağzın kuruması
Tuvalet ihtiyacı
Kulaklarda çınlama
Kafa karışıklığı

Ayrıca, şiddetli klostrofobisi olan kişiler şu gibi psikolojik semptomlar yaşayabilir:

Kontrol kaybetme korkusu
Bayılma korkusu
Şiddetli korku duyguları
Ölüm korkusu

Klostrofobi nasıl teşhis edilir?

Klostrofobi teşhis edilirken, doktor belirtilere ve hastanın tıbbi geçmişine dair sorular soracaktır. Bu sorular, ilgili bozuklukları tanımaya yardımcı olabilecek, örneğin sosyal anksiyete bozukluğu, travma sonrası stres bozukluğu veya panik bozukluğu gibi rahatsızlıkları ortaya çıkarabilir. Doktorun sorduğu sorular aşağıdakilere benzer olabilir:

Kapalı bir alana girdiğinizde çıkış noktalarını nerede bulmaya çalışıyor musunuz?
Sinema veya tiyatro salonları gibi kapalı mekanlarda otururken çıkış kapılarına yakın olmayı tercih ediyor musunuz?
Kapalı bir alanda, çıkış kapıları kapalıysa endişeli hissediyor musunuz?
Yoğun trafikte araç kullanmaktan kaçınıyor musunuz?
Metrolar gibi toplu taşıma araçlarını kullanmaktan kaçınıyor musunuz?
Asansör kullanabiliyor musunuz?

Klostrofobiyi teşhis etmek için fiziksel veya laboratuvar testleri bulunmamakla birlikte, doktor klostrofobiyi değerlendirmek için standart ölçekler ve anketler, örneğin klostrofobi anketi (CLQ) gibi, kullanabilir. Doktor, DSM-5 (Psikiyatrik Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal El Kitabı) standartlarına uygun bir teşhis koymalıdır.

Klostrofobi nasıl tedavi edilir?

Klostrofobisi olan bir kişi, asansör, uçak veya kalabalık bir oda gibi kapalı alanlarda panik yaşayabilir. Neyse ki, klostrofobi ve diğer fobilerin üstesinden gelmek için etkili tedavi yöntemleri bulunmaktadır. Klostrofobi, diğer anksiyete bozuklukları gibi tedavi edilebilir bir durumdur. Klostrofobi tedavi seçenekleri şunları içerir: psikoterapi, ilaç tedavisi, maruz kalma terapisi, sanal gerçeklik ve alternatif tedaviler.

Klostrofobi, kişinin kendi başına üstesinden gelebileceği bir korku değildir. Ancak klostrofobik bireyleri kapalı alanlarda yalnız bırakmak, bu durumu çözme yolunda yanlış bir yaklaşım olabilir ve olumsuz sonuçlara yol açabilir.

Bilişsel Davranışçı Terapi (BDT): Bilişsel davranışçı terapi, klostrofobi ve diğer spesifik fobilerin ve anksiyete bozukluklarının merkezi bir tedavi yöntemidir. 2001 yılında yapılan bir randomize kontrollü çalışma, beş seanslık bilişsel davranışçı terapinin klostrofobi semptomlarını klinik olarak iyileştirmede etkili olduğunu gösterdi.

İlaç Tedavisi: BDT’ye ek olarak, ilaç tedavisi klostrofobi için bir seçenek olabilir. Yeni bir ilaca başlamadan önce, mevcut ilaçlar, vitaminler ve takviyeler hakkında doktora bilgi vermek önemlidir, böylece olası etkileşimler belirlenebilir ve önlemler alınabilir.

Maruz Kalma Terapisi: Maruziyet terapisi, klostrofobi gibi belirli fobiler için yaygın bir tedavi yöntemidir. Bu teknikte hastalar, fobilerine kademeli olarak maruz bırakılırlar. Maruz kalma terapisi, hastaların bu durumla başa çıkma becerilerini geliştirmeyi amaçlar.

Sanal Gerçeklik: Sanal gerçeklik (VR), klostrofobi tedavisi için başka bir seçenektir. VR, klostrofobi durumlarını simüle etmek için bilgisayar tarafından oluşturulan bir ortamı kullanır. Bu yöntem güvenli ve klinik uzmanlar tarafından kolayca kontrol edilebilir. 2000 yılında yapılan bir araştırma, sekiz sanal gerçeklik seansının klostrofobisi olan katılımcılarda korku ve kaçınma düzeylerini azalttığını göstermiştir.

Klostrofobi hakkında sık sorulan sorular 

Klostrofobi için ne zaman doktora başvurulmalıdır?

Kişinin işlevselliğini olumsuz etkileyen veya yaşam kalitesini önemli ölçüde düşüren herhangi bir anksiyete bozukluğu durumunda bir doktora danışılmalıdır. Eğer klostrofobi, kişinin iş veya sosyal yaşamını olumsuz etkiliyorsa ve yıkıcı anksiyete veya panik ataklara neden oluyorsa, hemen bir doktora başvurulmalıdır. İşte bu gibi durumlarda profesyonel yardım almak, daha iyi bir yaşam kalitesi için önemlidir.

Klostrofobiyi yönetmenin yolları nelerdir?

Bir terapist, kişinin artan kaygıyla başa çıkmak için aşağıdaki tekniklerin nasıl en iyi şekilde uygulanabileceğini öğretebilir:

Derin Nefes Egzersizleri: Kişi, rahatlamak ve sakinleşmek için nefes alışını dengelemek amacıyla elinin birini karnına koyabilir. Bu sırada yavaş ve derin nefesler almak kaygıyı azaltmada yardımcı olabilir.

Sayma Teknikleri: 7’ye kadar sayma gibi uygulamalar, kişinin dikkatini dağıtarak kaygıyı hafifletebilir. Sayma, zihni sakinleştirmeye ve rahatlamaya yardımcı olabilir.

Beş Duyu Tekniği: Beş duyunun (görme, işitme, dokunma, koku alma, tat alma) kullanılması, kişinin anlık deneyimlere odaklanmasına yardımcı olabilir. Çevresinde gördüğü, duyduğu, dokunduğu, kokladığı ve tattığı şeylere dikkat etmek, anı yaşamanın ve kaygıyı azaltmanın bir yoludur.

İç Konuşma: Kişinin kendi kendine sakinleştirici ve olumlu sözler söylemesi, kaygıyı hafifletmede etkili olabilir. Örneğin, “Bu duygu geçici, şu an güvende ve iyi durumdayım” gibi iç konuşmalar, kişinin kendini rahatlatmasına yardımcı olabilir.

Terapist, bu teknikleri kişinin kişisel ihtiyaçlarına ve kaygı düzeyine uygun şekilde öğretebilir. Bu teknikler, kaygı yönetiminde güçlü araçlar olarak kullanılabilir.

Kara mantar hastalığı (Mukormikoz) nedir?

Çok nadir görülen bir enfeksiyon türü olan Kara mantar hastalığı, tıbbi terimle “Mukormikoz” olarak adlandırılır. Bu hastalık insandan insana veya insandan hayvana bulaşmaz; ancak toprak, bitkiler, gübre ve çürümüş meyve sebzeler gibi ortamlarda bulunabilir. Mukormikoz hastalığı nadir görülse de ortaya çıktığında ciddi sağlık sorunlarına yol açabilir. İnsanlarda genellikle beyin, sinüsler ve akciğerleri etkileyen bu hastalığın tedavisine hemen başlanması önemlidir. Tedavinin temel bileşeni antifungal adı verilen mantar ilaçlarıdır. Bağışıklık sistemi zayıf olan kişileri özellikle etkileyen Mukormikoz hastalığının tedavi edilmemesi ölümcül olabilir. Bu nedenle hastalığın erken teşhisi ve tedavisi hayati öneme sahiptir.

Kara mantar hastalığı (Mukormikoz) nedir?
Kara mantar hastalığının sebepleri nelerdir?
Kara mantar hastalığının belirtileri nelerdir?
Kara mantar hastalığının tanısı nasıl konulur?
Kara mantar hastalığı nasıl tedavi edilir?
Kara mantar hastalığı ile ilgili sık sorulan sorular 

Kara mantar hastalığı (Mukormikoz) nedir?

Kara mantar (Mukormikoz), oldukça nadir bir enfeksiyon türüdür. Genellikle toprakta, bitkilerde, gübrede ve çürüyen meyve ve sebzelerde bulunan mucor küfünün etkisiyle meydana gelir. Bu yaygın küf mantarı, sağlıklı insanların burunlarında bile bulunabilir. Kara mantar, bulaşıcı bir hastalık değildir ve insanlar arasında doğrudan bulaşmaz. Ancak, mantar sporları havada veya çevrede yayılabilir. Bu nadir görülen enfeksiyonun ortaya çıkması durumunda ciddi sonuçlara neden olabileceğinden, dikkatli olunmalıdır. Ayrıca zigomikoz olarak da bilinen bu mantar enfeksiyonu, çeşitli sağlık sorunları veya nedenlerle bağışıklık sistemi zayıflamış bireyleri etkileyebilir. Normalde, insan vücudu birçok bakteri ve mantar içerir, ancak bağışıklık sistemi sayesinde bunlar kontrol altında tutulur. Kara mantar, insanlarda en sık beyin, sinüsler ve akciğerleri etkiler.

Kara mantar hastalığının sebepleri nelerdir?

Özellikle bağışıklık sisteminin zayıflaması, bu hastalığın ana nedenidir. Kanser hastaları, HIV/AIDS hastaları, şiddetli şeker hastalığı veya ciddi bir bağışıklık sistemi zayıflığına sahip kişiler için tehlikeli olabilir. Özellikle Hindistan’da, Covid-19 salgını sırasında “kara mantar” (Mukormikoz) hastalarının sayısında bir artış gözlenmiştir. Bu salgının şiddetli Covid-19 tedavisinde kullanılan steroidlerle ilişkilendirildiğine inanılmaktadır.

Kara mantar enfeksiyonu, Mukormikoz mantarına maruziyeti takiben gelişen bir hastalıktır. Bu organizmalar genellikle ağaç yaprakları, bitkisel atık birikintileri, toprak ve çürüyen odun parçalarının üst bölgelerinde bulunurlar. Bu mantara ait sporların havaya yayılması ve bu ortamdaki kişilerin bu sporları soluması sonucu enfeksiyon bulaşabilir. Bu durum genellikle kişinin sinüslerinde ve akciğerlerinde enfeksiyona yol açar. Daha sonra göz, yüz ve santral sinir sistemi de etkilenebilir. Bu tür mantarlar doğal olarak çevrede bulunsa da, sağlıklı bireylere bulaşma ve hastalık oluşturma nadiren gerçekleşir.

Bağışıklık sistemi zayıflamış olan kişiler, kara mantar içeren çevresel materyallere temas ettiğinde hastalık riski artar. Bu kişiler genellikle şunları içerir:

Kanser hastaları
Yeni organ nakli olan kişiler
HIV enfeksiyonu nedeniyle AIDS gelişen kişiler
Şeker hastalığının kontrol altına alınamadığı kişiler
Cerrahi operasyon geçirmiş kişiler
Bağışıklık sistemini zayıflatan tedaviler alan kişiler

Kara mantar enfeksiyonu, bulaşma sonrasında vücudun diğer bölgelerine hızla yayılabilen bir hastalıktır. Tedavi edilmezse, özellikle beyin ve akciğer dokusuna yayılarak felç, zatürre, nöbetler ve ölüm gibi ciddi sonuçlar doğurabilir.

Kara mantar hastalığının belirtileri nelerdir?

Kara mantar hastalığının belirtileri, bu mantarın vücudun hangi bölgesinde çoğaldığına bağlı olarak değişebilir. Genel olarak, kara mantar hastalığının belirtileri şunlar arasında yer alır:

Ateş
Öksürük
Göğüs ağrısı
Nefes darlığı
Yüzün bir bölümünde şişlik, özellikle göz çevresinde
Baş ağrısı
Sinüslerde doluluk hissi
Burun köprüsü veya ağız içinde siyah lezyonlar
Karın ağrısı
Bulantı ve kusma
Sindirim sisteminde kanama
Dışkıda kan görülmesi
İshal

Kara mantar hastalığı, cilt bölgesinde belirgin bir tutulum gösterdiğinde, bu bölgeler su toplar, kırmızı ve şişmiş bir görünüm kazanabilir. Zamanla bu lezyonlar siyahlaşarak daha acı verici ve ısınan bir hale gelebilir. Kara mantar enfeksiyonu ayrıca kana karışarak vücudun farklı bölgelerine yayılabilir. Bu durum, “dissemine” (yaygın) mukormikoz enfeksiyonu olarak adlandırılır ve dalak, kalp gibi önemli organları etkileyebilir. Daha şiddetli vakalarda, nörolojik etkilere yol açarak bilinç değişikliği ve koma gibi yaşamı tehdit eden durumlara neden olabilir.

Kara mantar hastalığının tanısı nasıl konulur?

Kara mantar hastalığının rutin kan testleriyle tespiti zordur. Özellikle bağışıklık sistemi zayıf olan kişilerde burun, sinüs, solunum yolları ve gözlerle ilgili şikayetler dikkatle araştırılmalıdır. Bağışıklık sistemi zayıflamış kişilerde, beyaz kan hücreleri olarak adlandırılan nötrofillerde azalma, kara mantar hastalığına yakalanma riskini artırabilecek bir faktör olarak değerlendirilir. Radyolojik görüntüleme yöntemleri, hastalığın yayılmasını belirlemekte özellikle etkilidir. Görüntüleme yöntemleri, kara mantar hastalığının beyin dokusu, sinüsler, akciğerler, karın veya diğer vücut bölgelerinde varlığını ortaya çıkarmak için şüpheli alanları incelemeye yardımcı olur.

Burun ve sinüslerde mukormikoz enfeksiyonu şüphesi olan vakalarda endoskopik inceleme ve doku örneği alınması, tanı koymada oldukça değerlidir. Alınan örnekler incelendiğinde, dokunun ölümü ve karakteristik hif şeklindeki mantarların görünmesi, kara mantar hastalığının varlığına işaret eder. Ayrıca bilgisayarlı tomografi yöntemi ile göz ve beyin gibi dokularda oluşan doku ödemi, kalınlaşma ve yayılma belirlenebilir. Bağışıklık sistemi zayıflamış ve solunum sistemi ile ilgili şikayetleri olan kişilerde göğüs tomografisi çekilmesi, akciğer enfeksiyonunu aydınlatmada faydalı olabilir. Ancak elde edilen görüntüler, diğer organizmalara bağlı zatürre vakalarından farklı bulgular sunmaz. Göğüs tomografisinde elde edilen bulgular arasında sıvı birikimi, nodül oluşumu ve camlı buz görünümü yer alır. Bu vakalarda balgam veya bronkoalveolar lavaj ile alınan örneklerin mikroskopik incelemesinde karakteristik hif görünümü, kara mantar hastalığının tanısında büyük öneme sahiptir.

Kara mantar hastalığı nasıl tedavi edilir?

Kara mantar hastalığı tanısı konan kişilerin tedavisine mümkün olan en kısa sürede başlanmalıdır. Tedavi planlamasının temelini, vücuttaki mantar enfeksiyonlarını hedef alan antifungal ilaçlar oluşturur. Antifungal ajanlar, enfeksiyona sebep olan mantarların büyümesini durdurur ve zarar görmelerine yol açar. Bu sayede enfeksiyonun kontrol altına alınmasına yardımcı olurlar. Kara mantar hastalığının tedavisinde kullanılan antifungal ilaçlar, damar içi yoluyla veya ağızdan hap şeklinde alınabilir. Genellikle tedavinin başlangıcında, enfeksiyonun hızla kontrol altına alınması amaçlanarak yüksek dozda ilaçlar damar yoluyla uygulanır. Bu tedavi aşaması haftalarca sürebilir. Damar içi tedavinin tamamlanmasının ardından, ağız yoluyla alınabilen antifungal ilaçlar devreye girebilir.

Kullanılan antifungal ilaçların dozu ve gücüne bağlı olarak hastalarda bir dizi yan etki görülebilir. Bu yan etkiler arasında karın ağrısı, mide yanması veya nefes darlığı gibi belirtiler bulunuyorsa, hastaların bu durumu doktorlarına bildirmeleri önemlidir. Ciddi vakalarda, cerrahi müdahale tedaviye dahil edilebilir. Kara mantar enfeksiyonu nedeniyle ileri derecede hasar gören dokular cerrahi yolla çıkarılır, bu sayede enfeksiyonun vücudun diğer bölgelerine yayılması engellenir. Bu ameliyat, gerektiğinde burun, akciğer ve göz gibi bazı organların kısmen veya tamamen çıkarılmasını içerebilir.

Operasyon sonucunda hastaların görünümlerinde bazı değişiklikler meydana gelebilir, ancak bu ameliyatların kara mantar enfeksiyonunu kontrol altına almak için zorunlu olabileceği unutulmamalıdır.

Kara mantar hastalığı ile ilgili sık sorulan sorular 

Kara mantar hastalığının türleri nelerdir?

Kara mantar türleri, yayıldıkları bölgelere göre beş farklı kategoride sınıflandırılır. Bu kategoriler ve bu türler şunlardır:

Sinüs ve Beyin Mukormikozisi (Rinoserebral): Sinüs boşluklarına ve beyine yayılabilen bu enfeksiyon türü, genellikle kontrolsüz diyabeti olan ve böbrek nakli geçirmiş bireylerde görülür.

Akciğer Mukormikozisi: Akciğerlere yayılan bu enfeksiyon türü, kanserli kişilerde ve organ nakli veya kök hücre nakli geçirmiş bireyler arasında en yaygın olan mukormikoz türüdür.

Gastrointestinal Mukormikozisi: Bu enfeksiyon, yemek borusu, mide ve bağırsaklar gibi gastrointestinal sistemde meydana gelir. Küçük çocuklarda daha sık görülse de, prematüre ve düşük doğum ağırlığına sahip bebekleri ve bağışıklık sistemini baskılayan ilaçları kullananları daha fazla etkiler.

Cilt (Kütanöz) Mukormikozisi: Bu enfeksiyon, yanıklar, çizikler, kesikler, ameliyatlar ve cilt yaralanmaları gibi hasarlı doku bölgelerine mantarların girmesi sonucu oluşur.

Yayılmış Mukormikozisi: Enfeksiyonun kan dolaşımına yayılarak vücudun diğer bölgelerine taşındığı bir türdür. Bu tür enfeksiyonlar genellikle beyini etkiler, ancak kalp, cilt ve dalak gibi diğer organlara da yayılabilir.

Kara mantar hastalığı en çok kimlerde görülür?

Kara mantar hastalığı, çoğu insan için zararsızdır. Ancak, sağlık sorunları olan veya vücudun mikrop ve hastalıklarla savaşma yeteneğini azaltan ilaçları kullanan kişilerde daha sık görülebilir.

Kara mantar hastalığının risk faktörleri nelerdir?

Kişinin bağışıklık sistemi zayıfladığı durumların yanı sıra, şunlar da risk faktörleri arasında yer alır:

Şeker hastalığı
HIV veya AIDS
Organ nakli
Düşük beyaz kan hücre sayısı
Uzun süreli steroid kullanımı
Ameliyat, yanık ve yara nedeniyle cilt yaralanmaları
Prematürite veya düşük doğum ağırlığı
Covid-19 enfeksiyonu geçirilmesi

Kara mantar hastalığı ölümcül müdür?

Kara mantar hastalığı tedavi edilmezse ölümcül bir seyir gösterebilir.

Kara mantar hastalığı bulaşıcı mıdır?

Kara mantar bulaşıcı bir hastalık değildir. İnsandan insana veya insandan hayvana bulaşmaz. Ancak havadaki veya çevredeki mantar sporları ile bu küf mantarı yayılabilir.

Kara mantar hastalığında enfekte olmuş dokuların alınması gerekir mi?

Kara mantar hastalığı ilerlediğinde cerrahi müdahale gerekebilir. Bu hastalık nedeniyle ileri derecede hasar gören burun, akciğer, göz gibi bazı organlar ve dokuların ameliyatla çıkarılması gerekebilir. Cerrahi müdahalenin amacı, hastalığın vücudun diğer bölgelerine ve organlara yayılmasını önlemektir.

Kara mantar hastalığından korunmak için nelere dikkat edilmelidir?

Riskli bölgelere yapılan ziyaretler ve geziler sırasında alınması gereken kişisel koruyucu önlemler, bu hastalığa karşı atılması gereken en önemli adımlardan biridir. Ayrıca aşağıdaki önlemler alınabilir:

Mümkünse tozlu alanlar gibi inşaat veya kazı bölgelerinden kaçınılmalıdır. Bu tür alanlardan kaçınılamıyorsa, koruyucu bir maske takılmalıdır.

Kasırgalar ve doğal afetler sonrasında zarar görmüş binalara veya sel sularına doğrudan temas edilmemelidir.

Toprakla veya tozla temas gerektiren bahçe işleri gibi aktivitelerden kaçınılmalıdır.

Ormanlık bölgeleri ziyaret etmek gibi açık hava etkinlikleri sırasında ayakkabı, uzun pantolon ve uzun kollu giysiler tercih edilmelidir.

Toprak, yosun veya gübre gibi malzemelerle temas ederken eldiven kullanılmalıdır.

Cilt enfeksiyonu riskini azaltmak için özellikle toprakla veya tozla temas sonrasında cilt yaraları sabun ve suyla iyice temizlenmelidir.

Kara mantar hastalığına ne iyi gelir?

Vücudun bağışıklık sistemini güçlü tutmak için sağlıklı beslenme, spor yapma, alkol ve sigaradan uzak durma önemlidir. Eğer bağışıklık sistemini zayıflatan bir hastalık varsa, korunma önlemlerine uymak gereklidir. Kara mantar hastalığı bitkisel yöntemlerle tedavi edilebilir mi? Hayır, Kara mantar hastalığı bitkisel yöntemlerle tedavi edilemez; tedavi sürecinde genellikle antibiyotikler ve cerrahi müdahale bir arada kullanılır.

Omfalosel nedir?

Bebeğin rahim içinde gelişimi sırasında, bağırsak, karaciğer, mesane, mide gibi iç organlar dışarıda gelişmeye başlar. Belli bir aşamadan sonra bu organlar vücudun içine doğru hareket ederek gelişmeye devam eder. Ancak nadir durumlarda, bu organlar vücudun içine göç edemez ve karın duvarının dışında kalır. Bu durumda doğan bebeklere omfalosel denir. Omfalosel doğan bebeklerde kalp veya kromozom anomalileri gibi diğer sağlık sorunları da görülebilir.

Omfalosel nedir?
Omfalosel nedenleri nelerdir?
Omfalosel belirtileri nelerdir?
Omfalosel teşhisi nasıl yapılır?
Omfalosel tedavisi nasıldır?
Omfalosel hakkında sık sorulan sorular

Omfalosel nedir?

Omfalosel, doğuştan gelen bir karın duvarı defektidir. Bu durumda, bebeğin karın duvarı kısmen açıktır ve bağırsaklar ile karın içi organları amniyon kesesi ile örtülmemiş şekilde bulunur. Bu rahatsızlık, anne karnındaki bebek, hamileliğin 6 ila 10 haftaları arasında gelişirken bağırsakların genişleyerek göbek kordonuna doğru hareket etmesiyle meydana gelir. Normalde, bu dönemin sonunda, bağırsaklar tekrar karın içine döner. Ancak, bağırsaklar bu şekilde geri dönmezse, omfalosel oluşur. Omfalosel vakalarında, bebekte bağırsakların bir kısmı göbeğin dışında olabileceği gibi, diğer iç organlar da karın dışına çıkabilir.

Omfalosel nedenleri nelerdir?

Omfalosel, doğuştan gelen bir anormalliktir. Bu durumun tam olarak nedeni bilinmemekle birlikte bazı risk faktörleri tanımlanmıştır. Omfalosel risk faktörleri şunlar olabilir:

Genetik Nedenler: Aile geçmişi, omfalosel gelişme riskini artırabilir. Ailede daha önce bu tür bir anomalisi olan kişilerde risk daha yüksek olabilir.

Anne Alkol ve Sigara Kullanımı: Alkol tüketen veya fazla sigara içen hamile kadınların omfalosel vakası ile karşılaşma olasılığı, alkol ve tütün kullanmayanlara göre daha yüksek olabilir.

İlaç Kullanımı: Hamilelik sırasında belirli ilaçların kullanımı omfalosel riskini artırabilir. Bu nedenle, gebelik sürecinde herhangi bir ilaç kullanmadan önce doktor tavsiyesi alınmalıdır.

Çevresel Etkiler: Bazı çevresel etkenlerin, omfalosel riskini artırabileceği düşünülmektedir, ancak bu konuda daha fazla araştırma gereklidir.

Omfalosel belirtileri nelerdir?

Omfalosel doğumla anlaşılabilen bir durumdur. Omfaloselli bir bebek dış görünüşünden kolayca tanınabilir. Bebeğin karın bölgesinin üst kısmında, normalde ciltle örtülmesi gereken yerde, iç organlarını içeren bir kese bulunur. Omfalosel doğmuş bebeklerin karın duvarı tipik olarak normal gelişmiştir, ancak karın içindeki organların bir kısmı kese içinde bulunur ve bu nedenle bebeğin karın bölgesi normalden daha küçük görünür. Göbek kordonu, dışarıda olan bu kesenin üst kısmında yer alır. Bu kese genellikle saydamdır ve içindeki organlar görülebilir. Kese içinde genellikle bağırsakların bir kısmı veya tamamı bulunur, ancak mide, karaciğer, dalak, hatta pankreas ve mesane gibi diğer iç organlar da içinde yer alabilir.

Omfalosel teşhisi nasıl yapılır?

Omfalosel teşhisi anne karnındayken konulabilir. Rutin gebelik takipleri sırasında yapılan ultrasonografi incelemesi ile omfalosel teşhisi konulabilir. Aynı zamanda yapılan kan testlerinde bazı değerler normal aralıkların üzerinde bulunabilir. Omfalosel teşhisi konulan bebeklerde ek problemlerin de olabileceği göz önünde bulundurularak, kardiyolojik değerlendirmeler gibi ek tetkikler yapılması gerekebilir.

Omfalosel, zaman zaman gastroşizis gibi diğer karın duvarı defektleri ile karıştırılabilir. Tedavi planlaması için karın duvarı defektinin türünün ve şiddetinin doğru bir şekilde belirlenmesi önemlidir. Anne karnında omfalosel teşhisi konulan bebeklerin uygun bir çocuk cerrahi uzmanına sahip hastanede doğurulması önemlidir.

Omfalosel tedavisi nasıldır?

Omfalosel tedavisi, omfaloselin türüne ve ek anomalilere bağlı olarak belirlenir. Omfalosel vakaları, minör omfalosel, umblikal kord hernisi veya majör omfalosel gibi farklı tiplere ayrılır. Genellikle defektin onarımı yeterli olabilir. Ancak majör omfalosel durumlarında, yama kullanarak onarım veya aşamalı cerrahi müdahaleler gerekebilir.

Omfalosel ameliyatı nasıl yapılır?

Eğer omfalosel vakası minörse, yani küçükse, cerrahi olarak defekt kapatılabilir. Bebeğin doğumundan kısa bir süre sonra, karın duvarının dışında bulunan kese içindeki organlar karın içine yerleştirilerek açıklık kapatılır. Ancak majör omfalosel, yani büyük omfalosel vakalarında aşamalı onarım veya greft yama kullanılarak onarım yapılabilir. Karaciğer ve iç organlardan oluşan majör omfalosel vakalarında, dışarıda bulunan organlar tek seferde karın içine yerleştirilemeyebilir. Bebeğin karın hacmi ve akciğer sorunları, cerrahi işlemin tek seferde yapılmasına engel olabilir. Bu durumda cerrahi işlem kademeli bir yaklaşımla ve birkaç aşamada gerçekleştirilebilir.

Omfalosel ameliyatı kaç saat sürer?

Omfalosel ameliyatının süresi, defektin büyüklüğüne ve bebeğin ek anomalilere sahip olup olmadığına bağlı olarak değişebilir. Ancak genellikle omfalosel ameliyatı yaklaşık 1 ila 3 saat sürer.

Omfalosel ameliyatı sonrası nelere dikkat etmek gerekir?

Omfalosel ameliyatı sonrası genel olarak dikkat edilmesi gereken hususlar şu şekildedir:

Genellikle majör omfalosel olgularında yoğun bakım desteği gerekebilir. Bu bebeklerde ek anomaliler, özellikle kalp problemleri gibi, tedavi sürecini uzatabilir.

Bebeğin akciğer fonksiyonları ve omfalosel boyutu, hastanede kalış süresini etkileyebilir.

Omfaloselli bebekler, beslenme güçlükleri, bağırsak tıkanıklığı, ve gastroözofageal reflü gibi komplikasyonlar açısından yakından izlenmelidir.

Omfaloselli bebeklerde kasık fıtığı gibi cerrahi müdahale gerektiren başka durumlar da sıkça görülebilir.

Bebek, dışkılama ve gaz çıkışı göstermeye başladığında beslenmeye başlanır.

Bebeğin hastanede kalış süresi, ağırlığına ve sağlık durumuna bağlı olarak 3 ila 15 gün arasında değişebilir.

Omfalosel gastroşizis farkı nedir?

Gastroşizis, omfalosel gibi doğuştan gelen bir karın duvarı anomalisi türüdür. Bu durumda, bağırsaklar karın duvarının dışında bulunur. Ancak gastroşizis durumunda, karın duvarı genellikle kapalıdır; bağırsaklar, umblikal kordun kenarındaki bir açıklıktan dışarı çıkarlar. Gastroşizisli bebeklerin karın içindeki bağırsakları anne karnındayken amniyon sıvısıyla temas halindedir. Öte yandan, omfalosel durumunda karın duvarındaki defekt, amnion kesesiyle örtülüdür.

Omfalosel kaçıncı haftada belli olur?

Omfalosel, gebelik sırasında ultrasonografi ile teşhis edilebilir. Genellikle gebeliğin 9. haftasından sonraki ultrason muayeneleri sırasında omfalosel tespit edilebilir.

Omfalosel tedavi edilmezse ne olur?

Omfalosel tedavisinde gecikildiğinde, karın dışına çıkan defekti kaplayan kese sertleşebilir ve kabuklanabilir. Bu durumda, bebeğin karın bölgesinde top gibi bir kitle görülebilir

Omfalosel kendiliğinden geçer mi?

Omfalosel tedavisi cerrahi müdahale gerektiren bir durumdur ve kendiliğinden geçmez.

Omfaloselli bebeklerin doğumu nasıl yapılmalıdır?

Omfalosel ameliyatı sonrası dikkat edilmesi gereken önemli noktalar şunlardır: Omfalosel ameliyatı sonrası bebek yoğun bakıma alınabilir, özellikle büyük omfalosel vakalarında. Bu süre zarfında ek testler ve tedaviler gerekebilir. Bebeğin karın için hacmi ve akciğer fonksiyonları, hastanede kalma süresini etkileyebilir. Omfalosel ameliyatı sonrası bebekler, potansiyel komplikasyonlar açısından yakından izlenir. Bunlar arasında beslenme güçlükleri, bağırsak tıkanıklıkları ve gastroözofageal reflü gibi durumlar bulunur. Omfalosel ameliyatı sonrasında bebekte kasık fıtığı gibi başka bir durum gelişebilir, bu da cerrahi gerektirebilir. Bebeğin kaka yapmaya başlaması, gaz çıkarması ve normal şekilde beslenmesi durumunda hastaneden taburcu edilebilir. Ancak bebeğin hastanede kalış süresi, kilosuna, sağlık durumuna ve ameliyat sonrası iyileşme sürecine bağlı olarak değişebilir.