Generic selectors
Exact matches only
Search in title
Search in content
Post Type Selectors

Polinöropati nedir?

İnsan vücudu gibi bir ağ gibi yayılan sinir sistemi, diyabet, kanser ve romatizma gibi hastalıkların etkisi altında hasar görebilir. Polinöropati adı verilen sinir sistemi bozukluğu sonucunda, vücudun en uç noktalarında, yani eller ve ayaklarda uyuşma gibi belirtiler ortaya çıkabilir. Bu tür bir polinöropatinin tedavi edilmesi için temelde altta yatan nedenin belirlenmesi büyük önem taşır.

Polinöropati nedir?
Polinöropati neden olur?
Polinöropatinin belirtileri nelerdir?
Polinöropatinin teşhisi nasıl konur?
Polinöropatinin tedavisi var mı?
Polinöropati hakkında sık sorulan sorular 

Polinöropati nedir?

Polinöropati, periferik sinir sisteminin bir bölümünü etkileyen bir hasara işaret eden bir terimdir. Bu hastalık, birçok sinirin aynı anda hasar görmesi durumunu ifade eder. Polinöropati, vücuttaki sinirlerin işlevsiz hale gelmesine yol açan bir tür hastalıktır ve bu nedenle nörolojik kayıplara neden olabilir.

Sinir sistemi, merkezi sinir sistemi ve periferik sinir sistemi olmak üzere iki ana bölümden oluşur. Periferik sinir sistemi, omurilikten çıkan sinir kökleri, sinir plexusları ve uzuvlara iletilen sinirleri içeren bir sinir ağıdır. Polinöropatinin etkilediği sinirler genellikle vücudun en uzak bölgelerinden başlayarak ilerler. Bu nedenle, hastalık genellikle ayak ve el parmaklarında başlayarak yukarı doğru ilerler, bu da his kaybına ve el ile ayak kaslarının işlevsizleşmesine yol açar.

“Polinöropati” terimi “poli” (çoklu) ve “nöro” (sinir) kelimelerinden türetilmiş olup “çoklu sinir hasarı” anlamına gelir. Yaş ilerledikçe, polinöropati görülme olasılığı da artar.

Polinöropati neden olur?

Polinöropati oluşumunda birden fazla altta yatan nedene rastlanabilir. Bu hastalığın en yaygın nedenlerinden biri şeker hastalığıdır. Ancak bunun yanı sıra, metabolik, enfeksiyöz ve genetik hastalıklar gibi diğer faktörler de polinöropatiye yol açabilir. Aşırı alkol tüketimi, kanser tedavisinde kullanılan kemoterapi ilaçları, kanser hastalığı, enfeksiyonlar, böbrek ve karaciğer yetmezliği, ayrıca ağır metal zehirlenmesi gibi çeşitli nedenler de polinöropatiye katkıda bulunabilir.

Polinöropatinin belirtileri nelerdir?

Polinöropatiye sahip hastalar, genellikle ellerinde ve/veya ayaklarında uyuşma, karıncalanma, yanma, his kaybı veya ağrı gibi semptomlar yaşarlar. Ayrıca, bu hastalarda kas güçsüzlüğü, yürüme bozuklukları, elin yumruk yapamama gibi kaslarla ilgili belirtiler de gözlemlenebilir. Hastalığın etkilediği bölgelerde kas kaybı, iyileşmeyen yaralar, kol veya bacak tüylerinde dökülme, ellerin veya ayakların şeklinde değişiklikler (deformasyon), tırnaklarda anormallikler veya kopmalar gibi sorunlar ortaya çıkabilir. Polinöropatisi ileri seviyede olan bazı hastalarda ayaklarda yatak yaralarına benzeyen lezyonlar ve hatta kangren gelişebilir.

Polinöropatinin teşhisi nasıl konur?

Polinöropati teşhisi, hastanın semptomları, klinik muayenesi, laboratuvar testleri ve EMG (elektromiyografi) testi sonuçlarına dayanılarak konulur. EMG, polinöropati teşhisinde vazgeçilmez bir araçtır. Bu test sırasında hastanın kol ve bacaklarına bağlı elektrotlar kullanılarak düşük düzeyde elektrik uyarıları gönderilir. Bu sayede periferik sinirlerin kalınlığı, sinir kılıfının hasar görmüş olup olmadığı, sinirlerin ilettiği elektrik akımının normal olup olmadığı gibi faktörler değerlendirilir. Gerektiğinde, polinöropati teşhisini doğrulamak veya diğer hastalıkları dışlamak amacıyla EMG testi sırasında iğneler de kullanılarak kasların durumu incelenebilir.

Polinöropatinin tedavisi var mı?

Polinöropati tedavisi, hastalığın temel nedenlerine bağlı olarak yapılır. En yaygın polinöropati türü olan diyabet (şeker hastalığı) nedeniyle, ilk önce kan şekerinin kontrol altına alınması önemlidir. Eğer hastada şeker hastalığı varsa, semptomlara yönelik olarak ağrı kesici ilaçlar ve sinir hasarını onarabilen ilaçların kullanılması gerekebilir.

Benzer şekilde, kronik böbrek yetmezliği gibi metabolik nedenlere ve vücutta biriken toksik maddelere bağlı polinöropatilerde, bu maddelerin vücuttan atılmasına yardımcı olan ilaçlar ve gerektiğinde diyaliz işlemi polinöropatinin iyileşmesine katkı sağlayabilir.

Genetik polinöropatiler için ne yazık ki etkili bir tedavi henüz bulunmamaktadır ve mevcut tedaviler genellikle deneysel aşamadadır. Bu durumda, semptomların azaltılması ve hastaya özel fizik tedavi uygulanabilir.

Polinöropati hakkında sık sorulan sorular 

Polinöropati çeşitleri var mı?

Polinöropati, tek bir hastalık olmayan ve birçok farklı çeşidi bulunan bir sinir sistemi rahatsızlığıdır. Ayrıca, farklı hastalıklar sonucunda da polinöropati gelişebilir. Polinöropati, altta yatan nedene bağlı olarak metabolik, enfeksiyöz, bağışıklık sistemi hastalıklarıyla ilişkilendirilebilir veya genetik faktörlere dayanabilir.

Polinöropatinin sinir sistemi üzerinde hangi bölgeye etki ettiğine bağlı olarak, sinirleri saran kılıfın hasarına neden olan “demiyelinizan” polinöropati veya sinirin ana gövdesinin hasarına yol açan “aksonal” polinöropati türleri bulunmaktadır. Hastalığın gelişme hızına göre, polinöropatiler akut (hızlı ilerleyen) veya kronik (yavaş ilerleyen) olarak sınıflandırılabilir. Ayrıca sonradan gelişen polinöropatiler “edinsel” olarak adlandırılırken, genetik faktörlere dayalı olanlar ise “irsî polinöropatiler” olarak adlandırılır.

Polinöropati için kullanılan ilaçlar nelerdir?

Polinöropati tedavisinde birçok farklı ilaç türü mevcuttur. Bu ilaçların bir kısmı polinöropatinin altında yatan nedenlere yönelik olarak kullanılırken, diğerleri hastanın şikayetlerini azaltmaya yönelik olarak reçete edilir. Hangi ilacın kullanılacağı, hastanın durumuna özgü olarak nöroloji uzmanı tarafından belirlenir.

Polinöropati için fizik tedavi olur mu?

Polinöropati tedavisinde fizik tedavinin önemli bir yeri bulunmaktadır. Hastanın genel durumu, şikayetleri, fiziksel muayene sonuçları ve EMG testi gibi faktörler göz önüne alınarak uygun fizik tedavi yöntemi seçilir ve uygulanır.

Polinöropati egzersizleri nelerdir?

Polinöropati egzersizleri, hastaların bireysel ihtiyaçlarına göre düzenlenmelidir. Bu egzersizler, hastalığın ciddiyeti, hareket yeteneği, yaş, genel sağlık durumu gibi faktörlere göre kişiye özel olarak önerilmelidir.

Polinöropatinin bitkisel tedavisi var mı?

Şu ana kadar polinöropatiye yönelik tıp literatüründe bilinen ve etkinliği kanıtlanmış bitkisel tedavi bulunmamaktadır. Bazı durumlarda hastalar, gereksiz ve yanlış bilgilerle yönlendirilerek bitkisel tedavilere başvurabilmekte ve bu sözde tedavilerin etkili olduğunu düşünebilmektedir. Ancak ne yazık ki, bu tür sözde tedaviler, hastalığın şiddetinde artışa, kronikleşmesine ve hatta zehirlenme durumlarına yol açabilmektedir.

Polinöropati kanser hastalarında olur mu?

Kanser hastalarında polinöropati, sıkça görülen bir durumdur. Hatta bazı durumlarda kanser tanısı henüz konulmadan önce polinöropati teşhisi konulur ve altta yatan nedenin kanser olduğu sonradan tespit edilir. Bu tür bir duruma “paraneoplastik sendrom” adı verilir. Ayrıca, kanser hastalarının tedavisinde kullanılan bazı kemoterapi ilaçları da polinöropatiye yol açabilir. Bu nedenle, tıbbi onkologlar, kemoterapi uygularken hastaların el ve ayaklarında yanma, üşüme, hissizlik veya kaslarda hızlı yorulma gibi polinöropati belirtilerine dikkat ederler.

Polinöropatinin hangi hastalıklarla ilişkisi var?

Polinöropati, en sık diyabet, metabolik bozukluklar, enfeksiyonlar, bağışıklık sistemi hastalıkları, kanser ve genetik hastalıklar gibi durumlarla ilişkilendirilmektedir.

Hepatit C nedir?

Akut döneminde halsizlik, iştahsızlık, kusma, karın ağrısı gibi belirtiler gösteren Hepatit C, kronikleştiğinde sessizce ilerleyebilir. Tedavi edilmezse siroz ve karaci

Akut döneminde halsizlik, iştahsızlık, kusma, karın ağrısı gibi belirtiler gösteren Hepatit C, kronikleştiğinde sessizce ilerleyebilir. Tedavi edilmezse siroz ve karaciğer yetmezliğine yol açabilir.

Hepatit C nedir?
Hepatit C belirtileri nelerdir?
Hepatit C neden olur? Hepatit C nasıl bulaşır?
Hepatit C teşhisi nasıl konulur?
Hepatit C tedavisi nasıl olur?
Hepatit C hakkında sıkça sorulan sorular

Hepatit C nedir?

Hepatit C, Hepatit C virüsüne bağlı gelişen bir hastalıktır. Bu hastalık, uzun vadede karaciğer hasarına ve karaciğer sirozu gelişimine neden olabilir. Virüs, 1989 yılında keşfedilmiştir. Bu hastalık hakkında çok fazla bilgi olmadığı dönemlerde, belirtiler hepatit A ve hepatit B’ye benzediği için bu hastalık “non A-non B hepatiti” olarak adlandırılmıştır, yani A ve B’ye bağlı olmayan hepatit. Viral hepatit, bulaşıcı mikroplar tarafından karaciğer iltihabına yol açan bir hastalıktır. Klinik ve laboratuvar özelliklerine göre sırasıyla A hepatiti, B hepatiti, C hepatiti, D hepatiti ve E hepatiti gibi isimlendirilmiştir. Her biri farklı bir mikrop tarafından tetiklenir, farklı bulaşma yollarına sahiptir ve farklı sonuçlara yol açabilir. Hepatit B (bazen hepatit D ile birlikte) ve hepatit C, kronikleşme eğilimleri nedeniyle karaciğer sirozu ve karaciğer kanseri gibi daha ciddi sonuçlar doğurabilen hastalıklardır. Dünya genelinde her yıl yaklaşık bir milyon insan, hepatit B ve hepatit C’ye bağlı karaciğer sirozu ve kanser nedeniyle hayatını kaybetmektedir.

Hepatit C belirtileri nelerdir?

Hepatit C virüsü vücuda girdikten birkaç hafta sonra akut Hepatit C hastalığına neden olabilen şikayetlere yol açabilir. Bu şikayetler arasında halsizlik, iştahsızlık, ateş, mide bulantısı, kusma, karın ağrısı, eklem ağrıları, idrar renginde koyuluk ve sarılık bulunur. Kronik Hepatit C ise daha sessiz bir seyir izler. Halsizlik ve iştahsızlık dışında nadiren başka belirtiler ortaya çıkar. Hepatit C, karaciğer dışındaki organlarda da belirtilere neden olabilir. Eğer hastalık ilerleyip karaciğer sirozu gelişirse, karın şişliği, bacaklarda ödem, ciltte, diş etlerinde kanama, kan kusma ve dışkı renginde katran rengi de görülebilir. Hastalık ileri evredeyse, konuşma bozukluğu, unutkanlık ve bilinç kaybı gibi belirtiler de ortaya çıkabilir.

Hepatit C neden olur? Hepatit C nasıl bulaşır?

Hepatit C virüsü genellikle karaciğerde ve kanda bulunur ve bulaşma genellikle kandan kana olur. Örneğin, iki kişi aynı iğneyi kullanarak damar içi uyuşturucu kullanırsa bulaşma riski vardır. Hepatit C’nin en yaygın bulaşma yolu uyuşturucu kullanımıdır. Diğer bir bulaşma yolu ise kan naklidir, yani bir kişiye Hepatit C virüsü taşıyan bir kişinin kanı verilirse bulaşabilir. Günümüzde yapılan testlerle bu risk neredeyse imkansız hale gelmiştir. Ancak, 1990 öncesinde hastalık bilinmiyordu ve tarama testleri bulunmadığı için, bu dönemde yapılan kan nakilleri risk içerebilir. Virüs tükürük, idrar, semen gibi vücut sıvılarında bulunmaz. Bu nedenle cinsel ilişki sırasında bulaşma nadirdir. Vücut sıvılarında virüs bulunabilmesi için bu sıvılara kan bulaşması gereklidir (örneğin diş etinde kanama). Virüs, adet kanında da bulunabilir ve bu dönemde cinsel ilişki bulaşma açısından risk taşıyabilir (kanın açık bir yaraya bulaşması ile). Aynı iğnenin kullanıldığı aşılar, dövme vb. gibi işlemler de bulaştırıcı olabilir. Aynı tıraş bıçağı ve diş fırçasını kullanmak, bu araçların kanla temas etme olasılığı nedeniyle bulaşıcı olabilir.

Hepatit C teşhisi nasıl konulur?

Hepatit C taraması için Anti-HCV adlı bir kan testi kullanılmaktadır. Eğer bu test sonucu pozitifse, daha fazla doğrulama için ikinci bir test yapılır. Anti-HCV testi pozitif çıkarsa, kişinin Hepatit C ile temas etmiş olabileceği belirtilir. Ayrıca tanı koymada önemli olan bir HCV-RNA testi de yapılır. HCV-RNA testi, akut veya kronik Hepatit C’nin yönetiminde önemlidir. Aynı zamanda kişinin karaciğer fonksiyonlarını değerlendirmek için kan testleri de kullanılır. Ultrason ve benzeri görüntüleme yöntemleri, fibroscan gibi testler de uygulanabilir.

Hepatit C tedavisi nasıl olur?

Hepatit C tedavi edilebilen bir hastalıktır, ancak şu anda bu virüsle enfekte olan kişilerin sadece bir kısmı tedavi görmektedir. Bu durumun nedeni, belirtilerin uzun yıllar fark edilmeyebilmesi, belirtilerin doğrudan Hepatit C ile ilişkilendirilmemesi veya sadece yorgunluk gibi yaygın belirtilerle sınırlı olmasıdır. Hepatit C tedavisinin ana amacı, kalıcı bir virolojik yanıt elde etmektir. Kalıcı virolojik yanıt, hastanın kanında hiçbir virüsün bulunmaması anlamına gelir. Kalıcı virolojik yanıt elde edemeyen hastalarda tedavi başarısız olur ve virüs kanlarında devam eder.

Hepatit C, erken teşhis edildiğinde tedavi başarısı olasılığı yüksek bir hastalıktır. Genellikle Hepatit C hastaları hamilelik sırasında veya kan bağışı yaparken tespit edilirler. Hastalığın teşhisi için testler yapılır ve sonuçlara göre tedavi planlanır. Erken dönemde akut Hepatit C tanısı konulmuşsa, bu hastaların büyük bir kısmında tedavi için yüzde 100’e yakın oranda etkili ilaçlar bulunmaktadır. Hepatit C virüsünün kanda bulunduğunu gösteren bir test HCV RNA testidir. İlaç tedavisi ile HCV RNA’nın kanın içinde kalıcı olarak negatif hale gelme olasılığı yüksektir. Bu durum, Hepatit C’nin vücuttan tamamen uzaklaştırılması anlamına gelir. Son yıllarda üretilen oldukça etkili yeni ilaçların bir kısmı ülkemizde de onay almıştır. Hepatit C ilaçları ile hastalık günümüzde büyük ölçüde tedavi edilebilmektedir.

Hepatit C virüsü bulaşan bir insanı bekleyen olaylar nelerdir?

Hepatit C, nispeten yeni bir hastalıktır ve bu nedenle hastalığın seyri hakkında kesin bilgilere sahip olunmamakla birlikte, genellikle yıllar içinde ortaya çıktığı ve kalıcı olduğu bilinmektedir. Hastaların yaklaşık %90’ı virüsten tamamen kurtulamazlar. Zamanla, virüsün neden olduğu karaciğerdeki değişiklikler sonucunda bazı yapısal değişiklikler meydana gelir, bu duruma siroz denir. Ancak siroz gelişimi için geçen süre bireyden bireye değişebilir. Bazı hastalarda siroz, kısa bir süre içinde (örneğin 5 yıl gibi) gelişebilirken, diğerlerinde bu süreç 40-50 yıl kadar uzayabilir. Siroz gelişmiş olsa bile, bazı hastalar nispeten normal bir yaşam sürdürebilirken, diğerleri sirozun yol açtığı ciddi komplikasyonlarla karşı karşıya kalabilirler. Bu komplikasyonlar arasında karında ciddi sıvı birikimi (ascites), bilinç bulanıklığı, ciddi sindirim sistemi kanamaları (örneğin, varis kanamaları), ağır karaciğer yetmezliği ve karaciğer kanseri gibi istenmeyen durumlar bulunur. Özellikle siroz gelişiminden sonra karaciğer kanseri riskinin arttığı iyi bilinir. Bu nedenle bu tür hastalar, bu tür gelişmeleri erken teşhis etmek amacıyla yakından izlenmelidirler.

Hepatit C’li hastada karaciğerde kanser gelişirse bunun tedavisi var mıdır?

Her Hepatit C hastasında kanser gelişimi kesin bir kural değildir. Ancak, özellikle siroz gelişmişse diğer insanlara kıyasla daha yüksek bir risk bulunmaktadır. Bu nedenle, Hepatit C hastalarının sadece karaciğer hastalığına odaklanması yeterli değildir. Kanser gelişme riski nedeniyle de bu hastaların düzenli olarak izlenmesi ve belirli aralıklarla uygun laboratuvar testleri ve görüntüleme çalışmalarının yapılması gerekebilir. Eğer böyle bir durum ortaya çıkarsa, cerrahi müdahale bir seçenek olabilir. Ancak, karaciğer cerrahisi özel bir deneyim gerektirir ve özellikle karaciğer fonksiyonları bozulmuş olan kişilerde cerrahi risklidir. Bu nedenle, cerrahiye karar vermeden önce özel testlerin yapılması ve cerrahi riskinin değerlendirilmesi gerekebilir. Karaciğer yetersizliği belirtileri olan kişilerde bazen cerrahi yerine alternatif yöntemler de düşünülebilir.

Her Hepatit C hastası siroz olur mu?

Her kronik Hepatit C hastası siroz geliştirmemektedir. Her 4-5 kronik Hepatit C enfeksiyonlu kişiden 1’inde hastalık siroza ilerlemektedir. Hepatit C’nin dünya genelindeki yayılışı oldukça farklılık göstermektedir. Örneğin, Mısır’da Hepatit C sıklığı %15 civarındayken, Türkiye gibi Avrupa ülkelerinde bu oran yaklaşık %1’dir. Türkiye’de yaklaşık 750.000 kişinin Hepatit C taşıdığı tahmin edilmektedir. Bu kişilerin yaklaşık dörtte birinde siroz gelişebileceği göz önüne alındığında, karaciğer sirozu riski altındaki kişi sayısı yaklaşık 200.000 civarında olabilir. Bu kişilerin bir kısmında karaciğer kanseri gelişebileceği de düşünülürse, Hepatit C ciddi bir sağlık sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır.

Hepatit C sonucu siroz veya buna bağlı sorunlarla ilgili neler yapılabilir?

Siroz, karaciğerde geri dönüşümsüz değişikliklerin olduğu bir aşamayı ifade eder. Sirozun geleneksel bir tedavisi bulunmamakla birlikte, siroz uzun bir süreci kapsar ve bu aşamayla mücadele edilebilir. Karında sıvı birikmesi, karaciğerin belirli maddeleri işleyememesi nedeniyle bu maddelerin kanda birikmesi ve beyin fonksiyonlarını etkileyebilecek sorunlara yol açabilir. Bu tür sorunlarla başa çıkmak için bazı ilaçlar ve özel diyetler kullanılabilir. Sirozun en korkulan ve ölümcül olabilen komplikasyonlarından biri, ciddi sindirim sistemi kanamalarıdır. Bu tür kanamalar özofagus (yemek borusu) varis kanamaları olarak adlandırılır. Siroz geliştiğinde, karaciğerden geçmesi gereken kanın rahatça geçemediği olur. Bu, kan damarlarında basıncın artmasına neden olur. Geçemeyen kan, alternatif yollar arar, bunlardan biri de yemek borusu iç yüzündeki damarlardır. Bu damarlar yüksek basınç altında genişler ve varisleri oluştururlar. Zamanla patlayarak ölümcül kanamalara neden olabilirler. Bu tür kanamalara endoskopik müdahale yapılabilir. Bu yöntemler başarısız olduğunda cerrahi veya girişimsel radyolojik müdahaleler gerekebilir. Yüksek basınçlı damarlarla alçak basınçlı damarlar arasında cerrahi tekniklerle yeni yollar (şantlar) açılarak bu kanamalar kalıcı olarak önlenebilir. Sirozun son aşamasında karaciğer yetersizliği belirtileri ortaya çıkar. Bu noktada tek tedavi seçeneği karaciğer naklidir. Hasta, beyin ölümü gerçekleşmiş bir kişiden alınan bir karaciğerle veya uygun vakalarda hastanın bir yakınından alınan yeterli bir karaciğer parçası ile değiştirilir. Bu sayede vakaların yaklaşık %70-80’i sağlıklı normal yaşamlarına geri dönebilir.

Hamile bir kadın Hepatit C tedavisi görebilir mi?

Hamilelik sırasında Hepatit C tedavisi uygulanmaz. Bu dönemde kullanılan bazı ilaçlar bebeğin sağlığını olumsuz etkileyebilir. Hepatit C hastalığı olan bir kadın hamile kalmayı düşünüyorsa, ilaç planlaması buna göre yapılır. Hepatit C’li bir anne, bebeğine Hepatit C geçirebilir. Evlilik öncesi testlerde Hepatit C tespit edilirse, tedaviye hemen başlanır.

Hepatit C kanser yapar mı?

Kronikleşen ve tedavi edilmeyen Hepatit C, karaciğer sirozu ve siroz gelişen hastalarda karaciğer kanserine neden olabilir. Karaciğer, vücudun birçok önemli işlevini yerine getiren kritik bir organdır. Karaciğer kanseri riski en yüksek olan gruplardan biri, hepatit hastalığına sahip olanlardır. Ne yazık ki, karaciğer kanseri genellikle erken belirti vermez, bu nedenle erken teşhis zor olabilir. Bu kanserlerin yaklaşık yüzde 80’i, genellikle siroz gelişmiş kişilerde ortaya çıkar, bu nedenle bu hastalar düzenli olarak izlenmelidir. Karaciğer kanseri riski taşımayan kişilere göre, Hepatit B ve C hastalarının karaciğer kanseri olma riski yaklaşık 200 kat daha fazladır. Şunu unutmamak önemlidir: Hepatit B aşılarla önlenebilirken, Hepatit C için geliştirilen tedaviler de olumlu sonuçlar sunmaktadır.

Hepatit C ölümcül müdür?

Tedavi edilmeyen Hepatit C, ileri safhada karaciğer kanserine yol açabilir. Bu virüs, hem kanser riski hem de ciddi karaciğer yetersizliği riski nedeniyle yaşamı tehdit edebilir.

Hepatit C aşısı var mı?

Hepatit C’ye karşı koruyucu bir aşı mevcut değildir. Ancak, Hepatit A ve Hepatit B’ye karşı aşılar bulunmaktadır.

Hepatit C tükürükle bulaşır mı?

Hepatit C virüsü, tükürük, idrar, semen gibi vücut sıvılarında bulunmaz

Hepatit C tedavisinde beslenme nasıl olmalı? Hepatit C diyeti var mı?

İnternet üzerinde ve ticarette satılan bitkisel karışımlar, göründüğü gibi zararsız olmayabilir. Birçok sağlık sorununa çözüm sunduğu iddia edilen bitkisel karışımlar, içerdikleri maddelerin net bir şekilde bilinmemesi nedeniyle olumsuz sonuçlara yol açabilirler. Bu karışımlar, sağlıklı bireylerde bile karaciğer yetmezliğine yol açabilen içeriklere sahip olabilir ve kronik karaciğer hastalığına sahip kişilerde karaciğerin tamamen iflasına neden olabilirler. Özellikle Akdeniz tipi beslenme, Hepatit C ve diğer karaciğer sorunlarına iyi gelmektedir. Salam, sucuk gibi katkı maddeleri içeren gıdalar, yağlı kızartmalar, hazır meyve suları ve şekerli yiyecekler karaciğer yağlanmasına neden olabilir. Hepatit C hastaları karaciğerlerini korumak için özel bir dikkat göstermelidirler. Karaciğerin düzenli çalışabilmesi için uyku düzeni de büyük bir öneme sahiptir. Haftada en az 3 gün spor yapmak, genel sağlık ve karaciğer yağlanması açısından son derece önemlidir. Bel çevresinin artışıyla ilişkilendirilen karaciğer yağlanması, ciddi sonuçlara yol açabilen durumlar oluşturabilir, hatta organ nakline kadar ilerleyebilir. Ayrıca hızlı kilo kaybı gibi faktörler, kas yıkımına ve şeker metabolizmasının dengesiz kullanılmasına neden olarak karaciğer yağlanmasını artırabilir. Bu nedenle kilo kontrolü ve dengeli beslenme, karaciğer sağlığını korumak için önemlidir.

Hepatit C seyahat ya da tatilde risk midir?

Hepatit C’nin en yüksek sıklıkla Orta ve Doğu Asya ile Kuzey Afrika’da görüldüğü bilinmektedir. Seyahat eden kişiler, ziyaret ettikleri bölgelerde dikkatli olmalıdır. Güvensiz cinsel ilişkilerden kaçınılmalı ve dövme, piercing gibi işlemlerde sterilizasyonun sağlandığından emin olunmalıdır.

Hepatit C dokunmayla bulaşır mı?

Hepatit C virüsü kanda bulunur, bu nedenle başta kan yoluyla olmak üzere vücut sıvıları aracılığıyla da bulaşabilir. Özellikle madde bağımlısı gençler arasında Hepatit C vakaları, aynı enjektörü kullanmaları sonucunda meydana gelebilir. Ayrıca Hepatit C testi geliştirilmeden önce, kan transfüzyonu alan kişilerde (kan bağışı alanlar) virüsün varlığı tespit edilemediği için bu yolla da bulaşmış olabilir. Ortak kullanılan tıraş bıçakları, traş makinaları, berber makasları gibi eşyaların yanı sıra dövme işlemi, vücuda delici veya kesici aletlerle yapılan yaralanmalar, akupunktur iğneleri gibi durumlar da HCV bulaşma riski taşıyabilir.

Hepatit C sarılık yapar mı?

Hepatit C mikrobu taşıyan her beş kişiden biri, klasik sarılık (ikter) ile seyreden akut hepatit C geliştirir. Diğer dört kişi ise belirgin sarılık belirtisi göstermeyen akut hastalığı yaşar. Eğer kişinin kanında ALT, AST gibi karaciğer hasarını gösteren test sonuçları yüksekse, sarılık olmadan da tanı konulabilir. Akut hepatit düşünülen vakalarda hepatit etkenleri (A, B, C, ve gerektiğinde D ve E hepatitleri) araştırılmalıdır. Günümüzde kullanılan anti-HCV testi hepatit C tanısı için son derece duyarlı ve özgüldür. Anti-HCV testi ile birlikte gerektiğinde HCV RNA PCR testi gibi ileri testlerle tam bir değerlendirme yapılabilir. Ayrıca HCV genotipi ve IL28B genotipi gibi ileri testlere de ihtiyaç duyulabilir. Sarılıklı akut hepatit C hastalarında ve özellikle IL28B genotipi C/C olanlarda daha sık olmak üzere, hastaların %20-40’ında kendiliğinden iyileşme görülür. Diğerlerinde (%60-80), kronik HCV enfeksiyonu gelişir. Bağışıklık sistemi sağlam olan bireylerde, kronik hepatit C’ye bağlı karaciğer sirozu gelişimi için 20-25 yıl, karaciğer kanseri için ise 25-30 yıl geçmesi gerekmektedir. Yani kronik hepatit C, uzun yıllar boyunca sessizce, belirti vermeden ilerleyen bir hastalıktır. Bu nedenle bazı metinlerde “sessiz öldürücü” gibi ifadeler kullanılmaktadır. Ancak bunlar abartılı ifadelerdir. Genellikle 8-12 hafta boyunca izlenen akut hepatit C hastalarında iyileşme gözlenmezse ilaçla tedavi düşünülmelidir.

Hepatit C tedavisi zor mudur?

Vücudumuzda doğal olarak bulunan, antiviral etkili proteinler olan interferonlar, özellikle interferon-alfa (IFN), 1986-1990 arasında hepatit C tedavisinde etkili olduğu gösterilen ilk ilaçtır. Genotip 1 (ayrıca 4, 5, 6) hastaların %50’sinde, genotip 2 veya 3 olanların %70’inde kalıcı viral cevap (KVC) sağlamıştır. Günümüzde genellikle 12 hafta süren ilaç tedavileri ile %100’e yakın KVC elde edilmektedir. Tedavi ile sağlanan bu KVC, HCV’nin küratif tedavisi anlamına gelir. KVC, tedavinin sona ermesinden sonraki 6 ay boyunca kan dolaşımında HCV RNA’nın tespit edilememesi, negatif olması anlamına gelir. KVC sağlanan hastalarda karaciğer sirozu veya kansere ilerleme riski azalırken, karaciğerde belirgin iyileşme görülmektedir.

Her Hepatit C’li hastaya aynı tedavi mi uygulanır?

Hepatit C’nin alt gruplarına (genotip) bağlı olarak tedavi kombinasyonlarında farklılıklar görülebilir. Günümüzde pangenotipik olarak adlandırılan yani tüm genotiplere etkili ilaçlar üretilmiştir. Ancak hastalardaki karaciğer sirozu durumu, daha önce sonuç vermeyen bir Hepatit C tedavisi geçirip geçirilmediği veya daha önce etkili bir tedavi görmüş olmalarına rağmen hastalığın tekrarlamış olması (nüks) gibi kriterlere göre ilaç seçiminde ve kullanım sürelerinde değişiklikler yapılabilir.

Hepatit C tedavisine ara vermek tehlikeli mi?

Genel olarak, Hepatit C hastalarının öncelikli olarak tedavi edilmesi gerektiğine inanılmaktadır. Bu aşıya sahip olmayan enfeksiyonun kontrol altına alınması ve sonlandırılması ancak bu şekilde mümkün olacaktır. Bu nedenle kronik Hepatit C hastaları, yan etkiler göz önünde bulundurularak tedavi olmayı seçerlerse öncelikli tedavi adaylarıdır. Ciddi karaciğer rahatsızlıkları gibi siroz gibi durumları olan hastalar tedavi sırasında daha fazla yan etkiye maruz kalabilirler ve tedaviye yanıt oranları görece düşük olabilir. Ancak kronik Hepatit C veya erken sirozu olan her hasta tedavi hakkına sahiptir. Uzman bir doktorla durum değerlendirmesi yapılmalı ve karar birlikte alınmalıdır. Yan etki yönetimi, tedavi başarısı için son derece önemlidir ve tedavi sırasında gereksiz ilaç dozajı ayarlamalarından ve tedaviye ara verilmemesinden kaçınılmalıdır.

Polikistik Over Sendromu (PKOS) nedir?

Polikistik Over Sendromu, düzensiz hormon üretimine bağlı olarak gelişen bir endokrin bozukluğu olup, üreme çağındaki kadınlar arasında en sık karşılaşılan rahats

Polikistik Over Sendromu, düzensiz hormon üretimine bağlı olarak gelişen bir endokrin bozukluğu olup, üreme çağındaki kadınlar arasında en sık karşılaşılan rahatsızlıklardan biridir. Bu sendrom, her 10 kadından birinde görülebilmektedir. Hastalık, yumurtalıklarda meydana gelen küçük, iyi huylu kistlerle karakterize edilir ve kadınlarda adet düzensizliği, tüylenme, kilo artışı ve sivilce oluşumu gibi semptomlara yol açabilir. Polikistik Over Sendromu, adet döngüsünün düzensizliği ile kendini gösterir, ancak hastaların %30’unda ultrason muayenesinde herhangi bir kiste rastlanmayabilir.

Polikistik Over Sendromu (PKOS) nedir?

Polikistik Over Sendromu (PKOS), her 10 kadından birinde görülebilen genetik kökenli bir yumurtlama sorunudur. Sağlıklı bir kadın vücudu, her adet döngüsünde bir veya daha fazla olgun yumurta üretir ve döllenmeye hazır hale gelirken, PKOS’lu hastalarda yumurtalıklar içinde birçok kist şeklinde bulunan ve döllenme yeteneği kazanamayan yumurtalarla doludur. PKOS belirtileri her hastada farklı sayıda ve şiddette görülebilir, ve bu nedenle hastalığın hafif formları kolayca gözden kaçabilir.

Kadınlar için düzenli jinekolojik muayenelerin yapılması son derece önemlidir, çünkü PKOS tedavi edilmediğinde bir dizi diğer hastalığın gelişimine yol açabilir. Tüp bebek merkezlerine başvuran kadınların yaklaşık %20’sinde yumurtlama sorunu olduğu bilinmektedir ve PKOS, bu yumurtlama sorunlarının temel nedenlerinden biridir. Kilosu normalin üzerinde olan, tüylenmesi artan, düzensiz adet gören kadınlar PKOS riski taşıyabilir ve bu nedenle bir uzmana danışmalı, gerekli muayene, testler ve ultrason incelemeleri yapılmalıdır. Bu şekilde PKOS teşhisi konulabilir ve tedavi süreci başlatılabilir.

Polikistik Over Sendromu belirtileri nelerdir?

35-40 yaş arasındaki kadınlar arasında sıkça görülen Polikistik Over Sendromu (PKOS), en belirgin belirtisi olarak adet düzensizliğine sahiptir. Adet dönemleri arasındaki gün sayısı 21 günden az veya 36 günden fazla olduğunda, bu durum “adet düzensizliği” olarak kabul edilir. Ergenlik döneminin ilk üç yılında hafif adet düzensizlikleri normal kabul edilebilir, ancak aşırı kilo alımı, tüylenme gibi şikayetler bu tür bir durumla birlikte görülüyorsa, beklemeksizin bir uzmana danışmak önemlidir.

Ultrason görüntüleri her zaman kesin tanı koymada yeterli olmasa da, ergenlik dönemindeki kızlarda PKOS riskini değerlendirmek için kan testleri de yapılmalıdır. PKOS belirtileri, hastadan hastaya değişebilir. Adet düzensizliği ile birlikte en yaygın görülen semptomlar şunlardır:

  • Ergenlik döneminde bir veya iki adet dönemi sonrası adet gözlenmemesi
  • Anormal kanama
  • Vücutta aşırı tüylenme
  • Cilt değişiklikleri
  • Zorlu hamilelik veya kısırlık
  • İleri kilo alımı
  • Kronik sivilceler
  • El üstü lekeleri
  • Fazla saç dökülmesi
  • Ses kalınlaşması
  • Göğüs ölçüsünde değişiklikler
  • Boyun, koltuk altı ve kasık bölgelerinde yumuşak kadifemsi görünüm
  • Yüksek düzeyde androjen hormonlarının tespiti kan testlerinde bulunabilir.

Polikistik Over Sendromunun nedenleri nelerdir?

Birçok klinik ve deneysel çalışmaya rağmen Polikistik Over Sendromu’nun (PKOS) tam olarak neyin neden olduğu hala kesin olarak bilinmemektedir. Ancak bu hastalığın, karbonhidrat metabolizmasını düzenleyen “insülin” hormonuyla ilişkili olabileceği düşünülmektedir. Aşırı kilonun insülin direncine yol açtığı ve bu direncin PKOS’u tetiklediği öne sürülmektedir. Vücudun ana enerji kaynağı olan şeker, kan dolaşımından hücrelere (kas, yağ ve karaciğer hücreleri) girmeleri için gerekli olan insülin hormonu tarafından düzenlenir. Bu insülin hormonu, pankreastaki beta hücrelerinden salgılanır. İnsülin direnci geliştiğinde, yüksek insülin seviyeleri, yumurtalıklarda erkeklik hormonu olan androjenlerin üretimini artırabilir.

Polikistik Over Sendromu tedavi yöntemleri nelerdir?

Polikistik Over Sendromu (PKOS) tedavisi, hastanın yaşına ve tercihlerine göre farklılık gösterebilir. Tedavi planlanırken, hastaların fazla kilolarından kurtulmalarına yardımcı olacak diyetisyen gözetimine önem verilmelidir. Çünkü PKOS’lu kadınlarda obezite daha yaygın görülür, semptomları kötüleştirir ve tedaviye cevabı olumsuz etkileyebilir. Kilo kontrolü sağlanarak düzenli adet dönemlerinin sayısı artırılmalıdır. Tıbbi tedavi ve kilo kaybı sonucunda adet düzenlemesi sağlanabilir, yumurtlama sorunu çözülerek spontan gebelik mümkün olabilir. Adet düzensizliği devam ederse, yumurtlamayı teşvik eden ilaçlar ve hormon iğneleri kullanılabilir. Bu tedavi yöntemleri sonucunda gelişen yumurtaların doğal yolla döllenmesi veya aşılama ile gebelik sağlanmaya çalışılır. Ancak bu yöntemlerle gebelik elde edilemezse, tüp bebek tedavisi düşünülebilir. Çocuk sahibi olmak istemeyen hastalarda ise amaç hormonal dengenin sağlanması ve düzenli adet dönemlerini sağlamaktır. Bu amaçla doğum kontrol hapları veya progesteron içeren hormon tedavileri uygulanabilir. Tedavinin başarısı, hastanın ve ailesinin doğru bilgilerle yönlendirilmesi ve uygun ilaçların düzgün kullanılmasına bağlıdır. Hastanın tıbbi durumuna bağlı olarak uygun bir diyet ve egzersiz programı da önerilebilir. Ayrıca insülin direncini azaltan ve erkeklik hormonlarının etkisini engelleyen ilaçlar da kullanılabilir.

Polikistik Over Sendromu tedavisi sonrası dikkat edilmesi gerekenler neler?

Polikistik Over Sendromu (PKOS) olan kadınlar, gebelik sonrası jinekolojik takiplerini aksatmamalı ve düzenli yıllık muayenelere devam etmelidirler. Bu hastalar ilerleyen yaşlarda şeker hastalığı gibi bazı rahatsızlıkların riski altında olabilirler. Bu riskleri azaltmak için aşırı kilo alımı önlenmeli, düzenli egzersiz yapılmalı ve gerektiğinde ilaçlarla düzenli adet dönemleri sağlanmalıdır. Polikistik Over Sendromu olan hastalara, sigara içmeyi bırakmaları konusunda önerilerde bulunulmalıdır. Bazı PKOS’lu kadınlar stresle başa çıkmak ve kilo alımını engellemek için sigara içebilirler, ancak bu alışkanlığın bırakılması teşvik edilmelidir. Hamilelik denemeleri için tedavi gören PKOS’lu hastalar, sigara kullanmaya devam ederlerse yüksek yağ kütlesi nedeniyle gebelik sırasında yüksek tansiyon, gebelik zehirlenmesi (eklampsi), gestasyonel diyabet ve idrar yolu enfeksiyonu gibi risklerin belirgin bir şekilde arttığını bilmelidirler.

Polikistik Over Sendromu hakkında sıkça sorulan sorular 

Polikistik Over Sendromu hangi hastalıkları tetikleyebilir?

Üreme çağındaki her 10 kadından birinde görülebilen Polikistik Over Sendromu (PKOS), göz ardı edilmemelidir. Çünkü PKOS tedavi edilmediği takdirde kalp hastalıkları, hipertansiyon, rahim kanseri ve şeker hastalığı riski artar.

Polikistik Over Sendromuna hangi besinler iyi gelir?

Yumurta, ceviz, tereyağı, deniz ürünleri gibi Omega-3 yağ asitlerini içeren besinleri tüketmek veya bir doktorun önerisiyle bu tür besin desteklerini almak, düzensiz hormon üretiminin normale dönmesine yardımcı olabilir.

Polikistik Over Sendromu yaşayanlar hamile kalabilir mi?

Polikistik Over Sendromu, üreme çağında görülen bir rahatsızlıktır. Bu tür hastalarda yumurtlama ya hiç gerçekleşmez ya da çok nadir görülür, bu nedenle adet düzensizliği ve hamilelik sorunları yaygın şikayetler arasındadır. PKOS, hamilelik konusunda zorluk yaşamanın en yaygın sebeplerinden biridir, ancak PKOS, kalıcı bir kısırlık nedeni olarak kabul edilmez. Polikistik Over Sendromu olan bazı hastalar hiç zorluk yaşamadan gebe kalabilir. Bu nedenle, hastalığın düzelmesine katkıda bulunacağı düşünüldüğünden gebelik planını ertelememek önerilir. Başarılı gebelik sonuçları elde etmek için gerektiğinde insülin direncini düzelten ilaçlar, yumurta gelişimini teşvik eden ve yumurtlamayı destekleyen ilaç tedavileri uygulanabilir.

Gebelik sonrası nelere dikkat edilmelidir?

Fazla kiloları kaybetmek, gebelik sürecinde başarılı sonuçlar elde etmek için önemlidir. Polikistik Over Sendromu’na sahip kadınlar, gebelik sonrasında da jinekolojik takipleri aksatmamalı ve yıllık muayenelerini sürdürmelidirler. Bu önlemler, hastalığın etkilerini izlemek ve olası komplikasyonları önlemek için gereklidir.

Düzensiz ya da seyrek adet görmenin zararı var mı?

Bu hastalık nedeniyle seyrek adet gören kadınlarda yumurtlama seyrek olduğu için veya hiç olmadığından vücut uzun bir süre boyunca yüksek östrojen seviyelerine maruz kalır. Yumurtlamayı takiben salgılanan progesteron hormonu, östrojenin etkilerini baskıladığından rahim kanseri riski artabilir.

Polikistik Over Sendromunun şeker hastalığı ilişkisi nedir?

Aşırı kilo, insülin direncine yol açabilir. İnsülin direnci arttıkça, kan şekeri kontrolünü düzenlemek için daha fazla insülin üretilir. Bu, vücutta insülinin gereğinden fazla salgılanmasına neden olur. İnsülin direnci, tip 2 diyabet, yüksek kolesterol, yüksek tansiyon ve Polikistik Over Sendromu (PKOS) gibi durumlarla ilişkilendirilir. Sonuç olarak, PKOS’lu hastalarda tip 2 diyabet (şeker hastalığı) riski artar. Bununla birlikte, obez olmayan PKOS’lu hastalarda dahi insülin direnci yüksek olabilir.

Genital Siğil Nedir?

Genital siğil, cinsel ilişki yoluyla bulaşan hastalıkların önde gelen nedenlerinden biridir. Human Papilloma virüsü (HPV) tarafından tetiklenen genital siğiller, hem erkeklerde hem de kadınlarda görülebilir. Genital siğillerden korunmanın en önemli yolu, HPV aşıları gibi önlemlere başvurulmasıdır. “Genital siğiller kendiliğinden geçer mi?”, “Genital siğil belirtileri nelerdir?”, “Genital siğilin nedenleri nelerdir?”, “Genital siğil tedavisi nasıl yapılır?”, “Genital siğil kremi” ve “Genital siğil için ilaç tedavisi” gibi sorular, genital siğiller hakkında merak edilen konular arasında yer almaktadır.

Genital Siğil Nedir? 

HPV (Human Papilloma virüs), cinsel ilişki sırasında veya temas yoluyla bulaşabilen bir viral hastalıktır. Genital siğiller, hem erkeklerde hem de kadınlarda görülebilen bir belirti olabilir.

Genital Siğil Belirtileri Nelerdir? 

Genital siğil belirti vermeyecek kadar küçük ve deriden kabarık olmayabilir. Genital siğil belirtileri genel olarak şu şekilde ortaya çıkmaktadır. Genital bölgede deriden kabarık genelde deri renginde lezyonlar genital siğil belirtisi olabilir. Bazen özellikle bağışıklık sistemi düşük olan kişilerde karnabahar görünümlü kabartılar genital siğil belirtisidir. Genital bölgede yaşanan kaşıntı ve rahatsızlık hissi de genital siğil belirtileri arasındadır. Yaşanan lezyonlarla birlikte ağrı da genital siğil belirtisi olabilir. İlişki ile birlikte yaşanan kanama nadir de olsa genital siğil belirtisi olabilmektedir. Erkeklerde idrar yaparken normal idrarın çatallanarak çıkması genital siğil belirtisi olabilir.

Genital Siğil Nedenleri Nelerdir?

Genital siğiller bazen belirti vermeden çok küçük veya deri üzerinde fark edilmeyecek kadar ince olabilir. Ancak genellikle genital siğil belirtileri şu şekilde ortaya çıkar:

  • Genital bölgede deriden kabarık, genellikle deri renginde lezyonlar: Bu lezyonlar genital siğil belirtisi olabilir.
  • Karnabahar görünümünde kabartılar: Özellikle bağışıklık sistemi zayıf olan kişilerde görülen bu kabartılar da genital siğil belirtisi olabilir.
  • Genital bölgede kaşıntı ve rahatsızlık hissi: Genital siğil belirtileri arasında yaygın olan bir rahatsızlık türüdür.
  • Ağrı: Lezyonlarla birlikte ağrı yaşanması da genital siğil belirtisi olabilir.
  • İlişki sırasında kanama: Nadiren de olsa ilişki sırasında kanama yaşanabilir ve bu da genital siğil belirtisi olabilir.
  • Erkeklerde idrar yaparken idrarın çatallanması: Genital siğil belirtisi olarak görülebilen bir durumdur.

Genital Siğil Nasıl Teşhis Edilir?

Genital siğil teşhisi, genellikle Kadın Hastalıkları ve Doğum doktorları tarafından yapılan bir muayene sırasında konulur. Konusunda uzman bir Kadın Hastalıkları ve Doğum doktoru, siğillerin görünüşüne bakarak teşhis koyabilir. Genital siğiller bazen gözle görülmeyen bölgelerde bulunabilir, bu nedenle doktor, pelvik muayene yaparak siğilleri teşhis edebilir. Siğillerin daha iyi görünmesini sağlamak için muayene sırasında hafif asidik bir çözelti kullanılabilir.

Ancak bazen teşhisi kesinleştirmek için ek testlere ihtiyaç duyulabilir. Şüpheli durumlarda, bölgeden pamuklu çubukla örnek alınarak test yapılabilir. Ayrıca HPV (Human Papillomavirus) ve smear testi gibi tetkikler de yapılabilir. HPV tipinin belirlenmesi, tedaviyi şekillendirmeye yardımcı olabilir. Erkekler için HPV testi henüz mevcut değildir.

Kolposkopi adı verilen bir alet, vajina ve rahim ağzındaki olası siğilleri büyüterek incelemek için kullanılır. Bu testler genellikle 30 yaş ve üstü kadınlar için yapılır.

Genital Siğil Nasıl Tedavi Edilir?

Genital siğillerle ilgili en merak edilen konulardan bazıları şunlardır: “Genital siğiller nasıl geçer?”, “Genital siğil tedavisi nasıl yapılır?”, “Genital siğillerin doğal tedavisi mümkün mü?”, “Genital siğillerin kesin çözümü nedir?”, “Erkeklerde genital siğil tedavisi nasıl işler?” gibi sorular gelmektedir.

Genital siğil tedavisi, lezyonların boyutuna ve yaygınlığına göre değişebilir. Genital siğil tedavi seçenekleri arasında şunlar bulunmaktadır:

  • Genital siğillerin cerrahi olarak çıkarılması.
  • Koter ve lazer ile lezyonların yakılması.
  • Kriyoterapi yöntemi ile genital siğillerin dondurulması.

Eğer lezyonlar anal bölgede bulunuyorsa, genel cerrahi uzmanı tarafından muayene edilmelidir. Lezyonlar ağız içinde ise Kulak Burun Boğaz doktoru tarafından kontrol edilmelidir.

Genital siğil krem tedavisi, siğillerin neden olduğu şikayetleri azaltmak için doktor önerisiyle kullanılabilir. Genital siğil kremleri, cildin diğer bölgelerinde görülen siğiller için kullanılan kremlerden farklıdır. Bu nedenle genital siğil tedavisi için kullanılan kremler, eller veya vücudun diğer bölgelerindeki siğiller için kullanılan kremlerle karıştırılmamalıdır.

Genital Siğil Çeşitleri Nelerdir?

Genital siğiller, Human Papilloma Virüs (HPV) enfeksiyonu nedeniyle ortaya çıkar. Genital siğillerin türünden ziyade onlara neden olan HPV türünden bahsetmek daha doğru olur. HPV’nin 200’den fazla türü bulunsa da sadece 40 HPV türünün genital siğillere neden olduğu bilinmektedir. Bu 40 HPV türü içinde en sık HPV 6 ve HPV 11 tiplerinin genital siğillere yol açtığı görülmektedir.

Genital Siğil Kimlerde Görülür?

Genital siğiller, hem kadınlarda hem de erkeklerde ortaya çıkabilir. Bağışıklık sistemi zayıflamış kişilerde HPV’nin bulaşması genital siğillere neden olabilir.

Genital Siğilin Doğal Tedavisi Var mıdır?

“Genital siğiller nasıl tedavi edilir?” sorusu, hastalar arasında yaygın bir endişe kaynağıdır ve bu konuda evde uygulanabilecek doğal tedavi yöntemleri arayışına neden olabilir. Ancak, bilinmesi önemli bir gerçek vardır: Genital siğillerin tedavisi için bilimsel olarak kanıtlanmış bir bitkisel tedavi veya doğal tedavi yöntemi bulunmamaktadır. Dolayısıyla, genital siğillerin tedavisinde uzman bir sağlık profesyonelinin gözetiminde ve önerdiği tıbbi yöntemlere başvurmak en güvenli ve etkili seçenektir. Bu tür tedavi yöntemleri, genellikle lezyonları yakmak veya dondurmak gibi medikal prosedürleri içerebilir. Bu nedenle, genital siğilleri olan kişiler, herhangi bir evde uygulanabilecek tedavi yöntemi yerine tıbbi uzmanlarına danışmalıdır. Ayrıca, HPV aşısının cinsel yolla bulaşan bazı türlerine karşı koruyucu olabileceğini unutmamak önemlidir. Bu nedenle, cinsel sağlık konularında profesyonel tavsiyelere başvurmak her zaman en iyi yaklaşımdır.

Genital Siğil Erkeklerde Ortaya Çıkar mı?

Genital siğiller sadece kadınlarda değil, aynı zamanda erkeklerde de görülebilen bir sağlık sorunudur. Genital siğiller, HPV (Human Papillomavirus) adı verilen virüsün neden olduğu bulaşıcı bir rahatsızlıktır ve cinsel temas yoluyla yayılabilir. Erkeklerde genital siğiller genellikle penis, skrotum (testis torbası) veya anüs çevresinde görülebilir. Bu nedenle, hem erkekler hem de kadınlar, cinsel sağlıklarını korumak ve genital siğil riskini azaltmak için düzenli olarak sağlık kontrolünden geçmelidirler. Ayrıca, cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlardan (CYBE) korunmak için güvenli cinsel ilişki uygulamaları ve HPV aşıları gibi önleyici tedbirler hakkında doktorlarından bilgi almalıdırlar. Unutulmamalıdır ki genital siğiller cinsel temasla bulaşan bir enfeksiyon olduğu için, cinsel sağlık ve korunma konularında uzman sağlık profesyonellerine danışmak önemlidir.

Genital Siğil İçin Hangi Bölüme Gidilmelidir?

Genital siğiller vücudun farklı bölgelerinde görülebilir. Genital siğilin tedavisi için, öncelikle bir kadın hastalıkları ve doğum uzmanına başvurmak önemlidir. Ancak siğillerin bulunduğu bölgeye göre farklı uzmanlar tarafından da tedavi edilebilir. Örneğin, genital siğil anal bölgede ise bir genel cerrahi uzmanı tarafından muayene edilmelidir. Genital siğillerin ağız içinde görüldüğü durumlarda ise bir Kulak Burun Boğaz uzmanı tarafından muayene edilmeleri gerekebilir. Siğillerin doğru bir şekilde teşhis edilmesi ve uygun tedavi yöntemlerinin belirlenmesi için uzman bir doktora başvurulmalıdır. Bu, siğillerin etkili bir şekilde tedavi edilmesine ve cinsel yolla bulaşan enfeksiyonların yayılmasının önlenmesine yardımcı olacaktır.

Genital Siğil Nasıl Bulaşır?

Genital siğiller, Human Papilloma Virus (HPV) adı verilen bir virüsün neden olduğu, cinsel yolla bulaşan yaygın bir enfeksiyondur. Genellikle korunmasız cinsel ilişki yoluyla bulaşır. Ancak HPV taşıyan bir kişiyle doğrudan cilt teması yoluyla da genital siğiller bulaşabilir. Bu nedenle genital siğilin bulaşabilmesi için yakın genital temasın bazen yeterli olabileceğini unutmamak önemlidir.

Siğiller bazen cilt yüzeyinde görülmeyebilir, ancak HPV taşıyan kişilerden cinsel ilişki yoluyla genital siğiller bulaşabilir. Öpüşmek, sarılmak, yüzme havuzları, havlu paylaşımı, çatal-bıçak ortak kullanımı gibi yöntemlerle genital siğil bulaşma riski düşüktür. Bulaşma riskini azaltmak ve enfeksiyonu önlemek için korunmasız cinsel ilişkiden kaçınılmalı ve aşı seçenekleri göz önünde bulundurulmalıdır.

Doğum Sıralında Genital Siğil Bulaşır mı?

Hamile kadınlarda doğum öncesi genital siğil varsa nadiren bebeğe geçebilir, ancak doğum sırasında bebeğe HPV bulaşma riski çok düşüktür. Eğer böyle bir durum olursa, bebekler genellikle virüsü vücutları kendiliğinden temizlerler.

Hamilelik sırasında genital siğillerin davranışı şu şekilde olabilir:

  • Hamilelik sırasında genital siğiller büyüyebilir veya çoğalabilir.
  • Hamilelik sırasında genital siğiller ilk kez ortaya çıkabilir veya daha önce mevcut olanlar tekrarlayabilir.
  • Hamilelik döneminde genital siğiller güvenli bir şekilde tedavi edilebilir. Ancak bazı tedavilerden kaçınılmalıdır. Bu nedenle, tedavi seçenekleri ve süreci konusunda kadın hastalıkları ve doğum doktorunun önerileri dikkatle takip edilmelidir. Genital siğiller doğum sırasında sorun yaratacak kadar büyükse, doğumdan önce çıkarılabilir.

Genital Siğil Kendiliğinden Geçer mi?

Genital siğiller kendiliğinden veya tedavi ile geçebilir. Ancak tedaviye rağmen yıllar sürebilen genital siğiller de bulunmaktadır. Genital siğiller tamamen tedavi edildikten sonra bile tekrarlayabilir. Bazı hastalarda genital siğil kendiliğinden belli bir zaman içinde gelebilir. Ancak uygulanacak tedavi yöntemleri bu süreci hızlandırır. Genital siğiller kendiliğinden geçse de, HPV hala vücutta olabilir.

Erkeklerde Genital Siğil Tedavisi Nasıldır?

Erkeklerde genital siğil tedavisi kadınlardan farklı değildir. Genital siğilin bulunduğu bölgeye ve genital siğilin büyüklüğüne göre ilaç tedavisinin yanı sıra; Genital siğil ameliyatı, genital siğilin lazerle yakılması, genital siğilin dondurulması gibi tedavi seçenekleri bulunmaktadır.

Genital Siğil Nerede Çıkar?

Genital siğil kadınlarda şu bölgelerde çıkabilir:

  • Vajinanın dış kısmı
  • Vajinanın duvarları
  • Dış üreme organları ile anüs arasındaki bölge
  • Anal kanalda gelişebilir.

Erkeklerde genital siğil şu bölgelerde çıkabilir:

  • Penisin ucunda veya gövdesinde
  • Skrotum (torba)
  • Anüste
  • Kasık bölgesinde

Genital siğil bu bölgelerin haricinde aşağıdaki yerlerde de ortaya çıkabilir:

  • Ağızda
  • Dudaklarda
  • Dil üzerinde
  • Boğazda

Genital Siğil İle İlgili Sıkça Sorulan Sorular

Genital Siğil Tedavisi Fiyatları?

Genital siğilin bulunduğu bölge ve büyüklüğüne göre uygulanacak tedavi yöntemi değişmektedir. Genital siğil tedavisinin maliyeti tercih edilen yönteme bağlı olarak değişebilir. Ayrıca genital siğil tedavisinin uygulandığı hastane ve tedaviyi yürüten doktorun fiyat politikasına göre farklılık gösterebilir.

Genital Siğil Geçtikten Sonra veya Tedavi Edildikten Sonra Tekrarlar mı?

Genital siğil, tam olarak tedavi edilmiş olsa bile tedavinin ardından tekrarlayabilir. Bu nedenle, kişinin kendini düzenli olarak kontrol etmesi ve belirli aralıklarla sağlık kontrollerini yaptırması önemlidir.

Genital Siğil Lazer ile Yakma Fiyatı Nedir?

Genital siğillerin lazerle yakılmasının tedavi edilmesi, genital siğillerin bulunduğu bölge, yaygınlığı ve büyüklüğü göz önünde bulundurularak karar verilir. Genital siğillerin lazerle yakılması tedavi maliyetleri, tedavi uygulanan hastane ve doktorun fiyat politikasına bağlı olarak değişebilir. Lazerle genital siğillerin yakılması tedavisi, uygun adaylarda etkili sonuçlar sağlayabilir.

Genital Siğil Yakıldıktan Sonra Ne Zaman İyileşir?

Koterizasyon, yani genital siğillerin yakılarak tedavi edilmesi işlemi, iyileşme sürecinin hastadan hastaya, genital siğil sayısına, büyüklüğüne ve siğillerin bulunduğu bölgeye göre değişiklik gösterebilir. Genellikle, genital siğillerin yakılmasından birkaç gün sonra iyileşme gözlemlenir.

Genital Siğil Tedavisi Sonra Cinsellik Nasıl Olmalıdır?

Genital siğil tedavisi alınmadan, yani HPV’den tamamen kurtulmadan cinsel ilişkiye girilmemelidir. Genital siğil bulunsa bile prezervatif kullanmak tam bir koruma sağlamaz. Genital siğil tedavisinin tamamlandığı partnerinize bildirilmelidir. Cinsel ilişkiden sonra, cinsel bölgeyi yıkamak, idrar çıkarmak veya antiseptikle temizlemek, cinsel yolla bulaşan hastalıklardan korunmayı garanti etmez.

Genital Siğilden Korunmak İçin Neler Yapılmalıdır?

HPV aşısı, siğillere neden olan HPV tipleri 6 ve 11’i içerir. En etkili korunma yöntemi, 12-26 yaş arasındaki kişilerin HPV aşısı yaptırmalarıdır. Ayrıca; cinsel ilişkilerde tek eşlilikten uzak durmak, genital siğillerden korunmanın etkili yollarından biridir. Cinsel ilişki sırasında prezervatif kullanmak koruyucu olabilir, ancak prezervatifin kullanılması %100 kesin bir koruma sağlamayabilir.

HPV Aşısı Genital Siğilden Korur mu?

Genital siğillerden korunmanın en etkili yolu HPV aşısıdır. HPV 6 ve HPV 11, genital siğillerin en yaygın nedenleridir. HPV aşısı, içerdiği HPV tiplerine karşı %100 koruma sağlar.

Genital Siğil Takip Gerektirir mi?

Genital siğil tedavisinin ardından tam iyileşme sağlandığında, hastanın genital bölgesini takip etmesi için bilgilendirilmesi gereklidir.

Genital Siğil Geçirmiş Kişi Nelere Dikkat Etmelidir?

Genital siğilin HPV enfeksiyonu nedeniyle oluştuğu göz önüne alındığında, rahim ağzının belirli aralıklarla kontrol edilmesi önemlidir. Doktorun önerdiği durumlarda Smear ve HPV tiplemesi yapılmalıdır.

Genital Siğil Kansere Neden Olur mu?

Genital siğillerin en sık nedeni olan HPV tipleri HPV 6 ve HPV 11’dir. Bu HPV tiplerinin kansere yol açma potansiyeli yoktur.

Genital Siğiller Tedavi Edilmezse Ne Olur?

Genital siğillere yol açan çoğu HPV enfeksiyonu, kendiliğinden kaybolabilen bir süreçtir ve birkaç aydan iki yıla kadar herhangi bir zamanda ortadan kaybolabilir. Ancak genital siğiller tedavi edilmeden kaybolsa bile, vücutta HPV virüsü hala varlığını sürdürebilir. Tedavi edilmedikleri takdirde genital siğiller büyük kümeler halinde büyüyebilir ve geri dönme olasılıkları artabilir.

Gastroenterit nedir?

Gastroenterit, yaygın bir sağlık sorunu olarak bilinen ve ishal ile kusmaya yol açan bir durumdur. Genellikle bakteriyel veya viral nedenlerden kaynaklanır ve insanları her yaşta etkileyebilir. Özellikle küçük çocuklarda sık görülen ve halk arasında mide ve bağırsak enfeksiyonu veya bağırsak rahatsızlığı olarak adlandırılan gastroenterit, sulu ishal ve kramp tarzı karın ağrısı gibi belirtilerle kendini gösterir; bu belirtiler bulantı, kusma ve ateşe yol açabilir. Viral gastroenterit, bebekler, yaşlılar ve bağışıklık sistemi zayıf olan bireyler için ölümcül sonuçlara neden olabilir.

Gastroenterit nedir?
Gastroenteritin belirtileri nelerdir?
Gastroenterit neden olur?
Gastroenterit kimlerde olur?
Gastroenteritin teşhisi nasıl konur?
Gastroenterit nasıl tedavi edilir?
Gastroenterit ne kadar sürer? Doktora ne zaman gidilmeli?
Gastroenteritin sonucunda ne olur?
Gastroenterit İle İlgili Merak Edilen Diğer Sorular

Gastroenterit nedir?

Gastroenterit, yaygın olarak mide gribi olarak adlandırılan, genellikle bakteriyel veya viral bir mide mikrobu kaynaklı, mide ve bağırsak iltihaplanması ile karakterize edilen bir bağırsak enfeksiyonudur. Gastroenterit, ishal, kramp, mide bulantısı, kusma ve ateş gibi belirtilere neden olabilir. Bu enfeksiyonun en yaygın nedeni, enfekte olmuş bir kişiyle temas veya kontamine (virüs bulaşmış) besin ve su tüketimidir. Genellikle başka bir sağlık sorunu olmayan kişilerde, bu durum çoğu zaman bir veya iki günde kendiliğinden iyileşebilir. Ancak bebekler, yaşlılar ve bağışıklık sistemi zayıflamış bireyler için viral gastroenterit (mide üşütmesi), ölümcül sonuçlara yol açabilen ciddi bir durum olabilir.

Gastroenteritin belirtileri nelerdir?

Gastroenteritin en yaygın belirtileri şunlardır:

• Sulu, genellikle kan içermeyen ishal (kanlı ishal genellikle daha ciddi bir enfeksiyonun belirtisi olabilir.)
• Karın krampları ve ağrıları
• Mide bulantısı, kusma veya her ikisi
• Ara sıra kas ağrıları veya baş ağrısı
• Düşük dereceli ateş
• Bazen iştah kaybı, mide rahatsızlığı, eklem ağrıları ve baş ağrısı da görülebilir.

Gastroenterit neden olur?

Kirli yiyecek veya su tüketildiğinde, mikrop taşıyan biriyle mutfak eşyaları, havlu veya yiyecekler paylaşıldığında, viral gastroenterite yakalanma riski artar. Bu enfeksiyonun en yaygın nedenleri arasında rota ve norovirüsler bulunur. Norovirüsler, çocuklar ve yetişkinler arasında dünya genelinde gıda kaynaklı hastalıkların en sık sebeplerindendir. Özellikle kapalı alanlarda insanlar arasında kolayca yayılabilirler. Genellikle virüsü kontamine yiyecek veya su yoluyla alırsınız, ancak kişiden kişiye bulaşma da mümkündür.

Rotavirüsler ise, parmaklarını veya virüsle kontamine olmuş diğer nesneleri ağızlarına götüren çocuklar arasında viral gastroenteritin en yaygın nedenidir. Enfeksiyon bebeklerde ve küçük çocuklarda daha şiddetli olabilir. Rotavirüs ile enfekte olmuş yetişkinlerin semptomları olmayabilir, ancak hala hastalığı başkalarına bulaştırabilirler. Şans eseri, bu enfeksiyona karşı bir aşı bulunmaktadır.

Bazı kabuklu deniz ürünleri, özellikle çiğ veya az pişmiş istiridyeler, hastalığa neden olabilecek enfekte olmuş gıdalar olabilir. Viral ishalin bir nedeni olarak kontamine içme suyu da düşünülebilir, ancak çoğu durumda virüs, fekal-oral yoluyla geçer. Yani virüs taşıyan biri, tuvaleti kullandıktan sonra ellerini yıkamadan yiyecekleri tutarsanız bu yolla bulaşabilir.

Gastroenterit kimlerde olur?

Gastroenterit, her yaş grubundan ve ırktan insanı etkileyebilir. Ancak gastroenterite daha duyarlı olabilecek kişiler şunlardır:

•Çocuk bakım merkezlerinde veya ilkokullarda bulunan çocuklar, özellikle savunmasız olabilirler, çünkü bir çocuğun bağışıklık sistemi olgunlaşana kadar zaman alır.
•Yetişkinlerin bağışıklık sistemleri yaş ilerledikçe zayıflayabilir. Özellikle huzurevlerinde yaşayan yaşlı yetişkinler, bağışıklık sistemlerinin zayıf olması ve başkalarıyla yakın temas içinde yaşamaları nedeniyle savunmasızdır.
•Toplu alanlara gidenler veya yurtlarda yaşayanlar.
•Enfeksiyona karşı direnciniz düşükse, örneğin bağışıklık sistemi HIV / AIDS, kemoterapi veya başka bir tıbbi durum tarafından baskılanmışsa.

Her gastrointestinal virüsün en aktif olduğu belirli bir mevsim vardır.

Gastroenteritin teşhisi nasıl konur?

Gastroenteritte, hastalardan detaylı bir tıbbi geçmiş alınmalıdır ve özellikle tükettikleri yiyecek ve içecekler hakkında sorular yönlendirilmelidir. Şüpheli durumlarda, enfeksiyon belirtilerini gösterebilecek CRP (C-reaktif protein) ve kan sayısı gibi laboratuvar testleri yapılmalıdır. Mümkünse, dışkı örneği incelenmelidir. Bu sayede hastaya doğru teşhis konulabilir ve destekleyici tedavi ile gerektiğinde ilaç verilebilir.

Gastroenterit nasıl tedavi edilir?

Gastroenterit için özel bir tedavi mevcut değildir, bu yüzden ana odak hastalığın önlenmesine yöneliktir. Kirli olabilecek yiyecek ve su tüketiminden kaçınmanın yanı sıra, sık sık ellerin yıkanması bu hastalıktan korunmanın etkili yollarından biridir. “Gerçek grip” (influenza virüsü), sadece solunum sistemi (burun, boğaz ve akciğerleri) üzerinde etkili olur. Mide gribi genellikle mide gribi olarak adlandırılır, ancak klasik grip ile aynı değildir.

Mide gribi belirtileri, mikrop kapıldıktan sonra genellikle 1-2 gün içinde ortaya çıkar. Bu belirtiler genellikle 1 veya 2 gün sürer, ancak bazen 10 güne kadar devam edebilir. Benzer belirtiler nedeniyle, Clostridium difficile, Salmonella, E. coli gibi bakteriler veya Giardia gibi parazitlerin neden olduğu ishal ile karıştırılabilir. Hasta terleme, kusma ve ishal nedeniyle büyük miktarda sıvı kaybettiği için sıvılar kritik derecede önemlidir.

Sıvıları içmekte zorlanıyorsanız, düzenli aralıklarla küçük yudumlar almak veya buz parçaları çiğnemek faydalı olabilir. İçmek için en iyi sıvılar şunlardır:

•Temiz ve kaynağı bilinen şişe sular.
•Eczaneden temin edilen hazır karışımlar.
•Elektrolit değişimine yardımcı olabilecek gerçek spor içecekleri.
•Mideyi sakinleştirmeye ve mide bulantısını hafifletmeye yardımcı olabilecek bitki çayları, özellikle zencefil ve nane içerenler (yüksek kafein içeren çaylardan kaçınılmalıdır).

Gastroenterit ne kadar sürer? Doktora ne zaman gidilmeli?

Gastroenteritte, mikrobun bulaşmasını takiben genellikle 1-3 gün içinde belirtiler ortaya çıkar. Şikayetler genellikle bir veya iki gün sürer, ancak bazen 10 güne kadar uzayabilir. Bu nedenle vakit kaybetmeden bir doktora başvurulmalıdır.

Doktora başvurmayı gerektiren durumlar şunlardır:

•24 saat boyunca vücutta sıvı tutma sorunu olursa
•İki günden fazla süreyle kusma meydana gelirse
•Kanlı kusma görülürse
•Susuz kalındığında (aşırı susama, ağız kuruluğu, koyu sarı idrar veya çok az idrar yapma veya hiç idrar yapamama, şiddetli halsizlik veya baş dönmesi durumlarında)
•Dışkıda ishalin yanı sıra kan görülürse
•Vücut ısısı 38.8°C’nin üzerindeyse

Gastroenterit durumu mevcutsa, kesinlikle aşağıdaki şeyler yapılmamalıdır:

•Kahve, güçlü siyah çay ve çikolata gibi kafeinli içecekler tüketilmemelidir, çünkü dinlenmeyi etkileyebilirler.
•İdrar söktürücü görevi gören alkol kesinlikle kullanılmamalıdır.

Gastroenteritin sonucunda ne olur?

Viral gastroenteritin ana komplikasyonu olan dehidratasyon, ciddi bir su, tuz ve mineral kaybını ifade eder. Eğer sağlıklıysanız ve kusma ile ishal nedeniyle kaybettiğiniz sıvıları yerine koyuyorsanız, dehidrasyon genellikle bir sorun oluşturmaz. Ancak bebekler, yaşlılar ve bağışıklık sistemi zayıf olan bireyler, kaybettikleri sıvı miktarı çok fazla olduğunda ciddi susuzluk yaşayabilirler. Kaybedilen sıvıların yerine konması için damardan sıvı verilmesi gerekebilir ve dehidrasyon ihmal edilirse ölümcül sonuçlar doğurabilir. Bu nedenle dehidrasyona dikkat etmek önemlidir.

Gastroenterit İle İlgili Merak Edilen Diğer Sorular

Gastroenterit için ne yapılmalı?

Bağırsak enfeksiyonlarının yayılmasını önlemek, ilk adım olarak atılması gereken önemli bir adımdır. İşte bazı önlemler:

•Çocuklarınıza aşı yaptırın. Bazı ülkeler, rotavirüs kaynaklı gastroenterite karşı aşı sunmaktadır. Bu aşı, çocukların yaşamlarının ilk yılında uygulandığında bu hastalığın ciddi semptomlarını önlemede etkili olmuştur.

•Ellerinizi sık sık ve iyi bir şekilde yıkayın ve çocuklarınıza da bunu öğretin. Özellikle çocuklarınız tuvaleti kullandıktan sonra ellerini yıkamayı alışkanlık haline getirmelidir. Ellerinizi ılık su ve sabun kullanarak en az 20 saniye boyunca ovarak yıkamak, tırnak etleri etrafı, tırnak altları ve el kıvrımlarını da unutmamak önemlidir. Ardından iyice durulayın. Sabun ve suyun olmadığı durumlarda, dezenfektan mendil ve el dezenfektanı bulundurun.

•Ev içinde kişisel eşyalarınızı kullanmaya özen gösterin. Yemek kapları, bardaklar ve tabakları paylaşmaktan kaçının. Banyoda ayrı havlular kullanın.

•Sosyal mesafeyi koruyun ve mümkünse virüs taşıyan kişilerle yakın teması sınırlayın.

•Ev içinde sert yüzeyleri düzenli olarak dezenfekte edin. Evinizde birinin viral gastroenterite yakalandığını düşünüyorsanız, tezgah, musluk ve kapı kolu gibi sert yüzeyleri çamaşır suyu ve su karışımıyla dezenfekte edin.

•Seyahat ederken kontamine yiyecek ve sudan kaynaklanan hastalıklardan kaçının. İçme suyu olarak sadece kapalı şişelenmiş veya karbonatlı suları tercih edin ve buz küplerinden kaçının, çünkü bunlar kirli suyla yapılmış olabilir. Dişlerinizi fırçalamak için de şişelenmiş su kullanın.

•İnsan elinin temas ettiği çiğ yiyecekler, soyulmuş meyveler, çiğ sebzeler ve salataları tüketmekten kaçının. Ayrıca az pişmiş et ve balıktan da kaçının.

Gastroenterite ne iyi gelir?

Bulantı ve kusma, yiyecekleri vücutta tutmayı zorlaştırabilir. Sadece yemek düşüncesi bile bulantıya yol açabilir. İçiniz almaya başladığında en iyisi yavaşça ve basit yiyeceklerle başlamaktır. Muz, beyaz pirinç, elma püresi ve kızarmış ekmek ve tost gibi gıdalar iyi bir seçenektir. Bu dört yiyeceğin sindirimi kolaydır, enerji sağlayan karbonhidratlar içerir ve besin alımını destekler.

Muz: Muzun sindirimi kolaydır, kaybettiğiniz potasyumu geri kazanmanıza yardımcı olur ve mide zarını güçlendirir.
Pirinç: Beyaz pirinç, vücut tarafından kolayca işlenir ve enerji sağlar. Esmer pirinç ise yüksek lif içeriğine sahiptir ve fazla gaz yapabilir.
Elma püresi: Elma püresi, karbonhidratlar ve şeker içeriği sayesinde enerji artışı sağlar ve ishali hafifletebilecek pektin içerir. Aynı zamanda kolayca sindirilir.

Genel olarak, aşağıdaki yiyecekleri tüketmemeye dikkat edilmelidir:

•Süt ürünleri: Sindirimi zordur ve gazı ve ishali şiddetlendirebilir.
•Lifli yiyecekler: Bağırsaklar zaten gevşek olduğundan fazladan lif gereksizdir.
•İç yağı içeren yiyecekler: Pastırma, jambon gibi yağlı ve tuzlu yiyeceklerden kaçının.
•Baharatlar: Domates bazlı yemeklerden, körilerden ve acı soslardan kaçının.
•Böğürtlen, üzüm, hurma, armut ve kuru meyvelerden kaçının.
•Kuruyemişten kaçının.

Mide üşütmesine karşı genellikle karın bölgesine sıcak su uygulaması yapmak iyi gelir. Bu uygulama sıcak su torbaları kullanılarak gerçekleştirilir.

Gastroenterit için hangi ilaçlar kullanılır?

Mide üşütmesi ilaçlarla tedavi edilemez ve suçlu virüs olduğunda antibiyotikler işe yaramaz. Semptomları hafifletmek için reçetesiz satılan ilaçları kullanabilirsiniz. Ateş veya ağrılar için ibuprofen, midenizin daha fazla rahatsız olmasına neden olmadığı sürece yardımcı olabilir. Ancak susuz kalırsanız böbreklerinize zarar verebilir, bu nedenle az miktarda almalı ve yiyeceklerle birlikte kullanmalısınız. Parasetamol içeren ilaçlar, karaciğer hastalığınız yoksa mide gribi için genellikle önerilir. Ateşi ve ağrıları hafifletir, ibuprofen kadar yan etkilere sahip değildir ve mideyi daha az tahriş edebilir.

Mide bulantısı veya ishali kontrol etmek için prometazin, proklorperazin, metoklopramid veya ondansetron gibi bulantı kesici ilaçları kullanabilirsiniz. Ayrıca loperamid veya bizmut subsalisilat gibi reçetesiz satılan ishal önleyici ilaçları deneyebilirsiniz. Reflor gibi probiyotikler, ishalin hızlı bir şekilde iyileşmesine yardımcı olabilir.

Gebeler gastroenterit olursa ne yapılmalı?

Mide üşütmesi yaşayan gebe kadınlar, probiyotikler ve parasetamol içeren ilaçları kullanabilirler. Genellikle bu hastalara antibiyotik reçete edilmez, ancak şikayetler 3-4 günden uzun sürerse, kan testi yaptırarak antibiyotik tedavisine başlama gerekebilir. Bazı uzun süreli bulantı, kusma ve ishal durumlarında ise endoskopi ve kolonoskopi gibi tetkikler gerekebilir.

Gastroenterit ile kolit arasında nasıl bir ilişki var?

Gastroenteritte genellikle mide bozulmasına bağlı olarak ishal sık görülür. Kolit ise bağırsak enfeksiyonu ve buna bağlı ishal anlamına gelir. İki hastalığın belirtileri benzer olabilir, ancak bu hastalıkların ayrımını yapmak ve hastalığın ciddiyetini değerlendirmek için bir uzmanın müdahalesi gereklidir.

Gastroenterit viral olur mu?

Gastroenterit vakalarının çoğu zaten viral kaynaklıdır. Sadece birkaçı bakteriyel enfeksiyonlara bağlı olarak ortaya çıkar. Bakteriyel nedenlere bağlı olanlar için antibiyotikler gerekebilir, ancak viral kökenli vakalar genellikle kendi kendine iyileşme eğilimindedir ve destekleyici tedavi ile geçebilirler.

Çocuklarda gastroenterit olur mu?

Gastroenterit, genellikle çocuklarda daha sık görülür. Yetişkin hastalar, su içerek veya en azından kendilerini zorlayarak ishale bağlı sıvı kaybını ve böbrek yetmezliği riskini önleyebilirken, çocuklar bu soruna karşı daha savunmasızdır. Özellikle böbrek yetmezliği konusunda dikkatli olunmalıdır.

Dudak kanseri nedir?

Dudak kanseri, dudakların altında veya üstünde meydana gelen bir tür kanserdir ve ileri cerrahi müdahalenin yanı sıra ileri onkolojik yöntemlerle tedavi edilebilir. Genellikle erkekleri daha fazla etkileyen dudak kanserinde, erken teşhis, diğer kanser türlerinde olduğu gibi büyük bir öneme sahiptir.

Dudak kanseri nedir?
Dudak kanseri neden olur?
Dudak kanseri belirtileri nelerdir?
Dudak kanseri nasıl teşhis edilir?
Dudak kanseri tedavisi nasıldır?
Dudak kanseri hakkında sık sorulan sorular 

Dudak kanseri nedir?

Dudak kanseri, dudak mukozası ve derisinde ortaya çıkan kötü huylu tümörlerdir. Bu kanser türü, üst veya alt dudağın herhangi bir yerinde görünebilir, ancak genellikle alt dudağın alt bölümünde daha sık rastlanır. Dudak kanserlerinin çoğu skuamöz hücreli karsinomlardır, yani cildin orta ve dış katmanlarında yer alan ince, düz skuamöz hücrelerde başlarlar. Dudak kanseri risk faktörleri arasında aşırı güneşe maruz kalma ve tütün ürünlerini kullanma bulunur. Güneşin zararlı etkilerinden korunmak için yüzünüzü şapka veya güneş kremiyle örtmek ve sigarayı bırakmak, dudak kanseri riskinizi azaltabilir.

Dudak kanseri tedavisinde genellikle cerrahi müdahale kullanılır, bu cerrahi prosedür kanserli dokuların çıkarılmasını içerir. Küçük dudak kanserleri için cerrahi müdahale, minimal etki ile sıklıkla uygulanan küçük bir prosedür olabilir. Ancak daha büyük dudak kanserleri için daha kapsamlı cerrahi gerekebilir. Dikkatli planlama ve rekonstrüksiyon, normal yeme ve konuşma yeteneğinizi koruyabilir ve ayrıca ameliyat sonrası tatmin edici bir görünüm elde etmenize yardımcı olabilir. İleri kanser tedavileri ve cerrahi yöntemler sağlığı ve görünümü eski haline getirme konusunda yardımcı olabilir.

Dudak kanseri tedavi seçenekleri hakkında bilgi sahibi olmanız ve uzman bir doktorla görüşmeniz önemlidir. Tedavi yöntemleri, kanserin evresine ve diğer faktörlere bağlı olarak belirlenmelidir.

Dudak kanseri neden olur?

Dudak kanserinin nedenleri sıkça merak edilir. Dudak kanserinin kesin nedenleri net olmamakla birlikte, bazı risk faktörleri tanımlanmıştır. Genel olarak kanser, hücrelerin DNA’larında değişiklikler (mutasyonlar) meydana geldiğinde başlar. Bu mutasyonlar, hücrelerin bölünme hızını artırabilir, böylece belirli bir dokunun hücreleri hızla çoğalmaya başlar. Hızla çoğalan bu hücreler bir araya gelerek bir tümör oluşturur.

Dudak kanseri riskini etkileyen faktörler arasında yaşam tarzı yer alır. Sigara içme, diğer tütün ürünlerini kullanma, aşırı alkol tüketme, doğrudan güneş ışığına maruz kalma, açık renkli cilt, erkek cinsiyet, HPV enfeksiyonu ve 40 yaşın üzerinde olma, dudak kanserinin risk faktörleri olarak kabul edilir. Bu faktörler, dudak kanseri riskini artırabilen önemli etkenler arasında yer alır.

Dudak kanseri belirtileri nelerdir?

Dudak kanserinin belirtileri ve semptomları şunları içerebilir: Dudakta düz veya hafif kabarık beyaz renk değişiklikleri, iyileşmeyen yaralar veya kabuklanma, dudaklar veya ağız çevresindeki ciltte karıncalanma, ağrı veya uyuşma hissi.

Dudak kanseri, başlangıçta belirgin bir belirti göstermeyebilir ve bazen rutin bir muayene sırasında sağlık profesyonelleri tarafından teşhis edilebilir.

Dudak kanseri nasıl teşhis edilir?

Eğer dudak kanseri belirtileri veya semptomları yaşıyorsanız, doktorunuza başvurmanız önemlidir. Sağlık profesyonelleri, etkilenen bölgeyi muayene ederek durumu değerlendirecektir. Muayene sırasında kişisel sağlık geçmişi, sigara ve alkol kullanım geçmişi, daha önce geçirilen diş tedavileri, ailesel hastalık öyküsü ve kullanılan ilaçlar gibi bilgilere de odaklanılabilir. Eğer dudak kanseri şüphesi varsa, bir biyopsi yapılabilir. Bu işlem sırasında sorunlu bölgeden küçük bir örnek alınır ve bu örnek patoloji laboratuvarına gönderilir. Biyopsi sonuçları dudak kanserinin teşhisini kesinleştirirse, sağlık profesyonelleri genellikle kanserin vücudun diğer bölgelerine yayılıp yayılmadığını belirlemek için çeşitli başka testler de yapabilir. Bu testler arasında MR, CT taraması, tam kan sayımı, PET/CT taraması ve göğüs röntgeni bulunabilir. Teşhisin ardından tedavi planlaması yapılır.

Dudak kanseri tedavisi nasıldır?

Dudak kanseri tedavi seçenekleri oldukça çeşitlidir. Dudak kanserinin tedavisinde aşağıdaki yöntemler kullanılabilir:

Cerrahi: Dudak kanserini ve çevresindeki sağlıklı dokuyu çıkarmak için cerrahi müdahale yapılabilir. Cerrah, dudağı onararak normal yeme, içme ve konuşma fonksiyonlarını geri kazandırabilir. Yara izini azaltmak için özel teknikler kullanılabilir. Küçük dudak kanserleri için cerrahi sonrası dudağın onarılması basit bir işlem olabilir. Ancak daha büyük dudak kanserlerinde, dudağın onarılması için deneyimli plastik ve rekonstrüktif cerrahlar gerekebilir. Rekonstrüktif cerrahi, vücudun başka bir bölgesinden doku ve cilt transferi yaparak ortaya çıkan defekt alanını minimum skar ve fonksiyon kaybıyla düzeltebilir. Ayrıca, boyundaki kanserli lenf bezlerinin çıkarılması gerekebilir, bu durumda boyun diseksiyonu da yapılabilir.

Radyasyon Tedavisi: Radyasyon tedavisi, kanser hücrelerini öldürmek için yüksek enerjili ışınlar kullanır. Radyasyon tedavisi dudağınıza odaklanabilir veya boyun bölgesindeki lenf düğümlerine yönlendirilebilir. Tedavinin yöntemi hastalığın durumuna bağlı olarak belirlenir.

Kemoterapi: Kemoterapi, kanser hücrelerini öldürmek için güçlü ilaçlar kullanır. Dudak kanseri tedavisinde kemoterapi bazen radyasyon tedavisi ile birlikte kullanılır ve tedavinin etkinliğini artırabilir. Ayrıca ilerlemiş dudak kanseri vakalarında semptomları azaltmak için kemoterapi kullanılabilir.

Hedefe Yönelik İlaç Tedavisi: Hedefe yönelik ilaç tedavileri, kanser hücrelerinin belirli zayıflıklarına odaklanır. Bu tedaviler, kanser hücrelerinin ölümünü teşvik eden bu zayıflıkları hedefler. Hedefe yönelik ilaç tedavisi genellikle kemoterapi ile birleştirilir ve tedavi planı hastanın durumuna göre özelleştirilir.

İmmünoterapi: İmmünoterapi, bağışıklık sisteminizi kansere karşı savaşmada destekleyen bir tedavi yöntemidir. Kanser hücreleri, bağışıklık sistemi hücrelerinden kaçmayı sağlayan proteinler üretebilir, bu nedenle bağışıklık sistemi kanserle mücadelede yetersiz kalabilir. İmmünoterapi, bu sürece müdahale ederek bağışıklık sisteminin kanser hücrelerini tanımasını ve yok etmesini teşvik eder. Dudak kanseri ilerlediğinde ve diğer tedavi seçenekleri etkisiz olduğunda immünoterapi de düşünülebilir.

Her hastanın tedavi planı farklıdır ve en uygun tedavi seçenekleri uzman bir onkolog tarafından belirlenmelidir. Dudak kanseri tedavisi için doktorunuzla işbirliği yapmalı ve tedavi sürecinde dikkatle takip edilmelisiniz.

Dudak kanseri hakkında sık sorulan sorular 

Dudak kanseri ameliyatı sonrası ağız eski haline döner mi?

Dudak kanseri ameliyatları (dudak tümörü ameliyatı), tümörün çıkarılmasının ardından onarım işlemi estetik cerrahi prosedürüyle gerçekleştirilir. Ameliyatlar, iz bırakma olasılığını en aza indirecek şekilde planlanır. Cilt tipine bağlı olarak, belirli durumlarda hafif izler kalabilir. Dudak dokusunun çıkarılmasından dolayı ağızda bir miktar küçülme olabilir, ancak bu küçülme hastanın yemek yeme veya konuşma yeteneğini olumsuz etkilemez. Erken dönemlerde konuşma sırasında bazı ufak zorluklar yaşanabilir, ancak iyileşme süreci tamamlandığında bu sorunlar genellikle ortadan kalkar.

Dudak yemek kanser yapar mı?

Mevsime ve cilt tipine bağlı olarak, bazen dudaklar çatlayabilir ve kabuklanabilir. Birçok insan, bu durumu rahatsız edici bulur ve dudak derisini koparabilir. Ancak, bu tür travmalar dudakta yaralara yol açabilir. Eğer bu yara uzun yıllar boyunca açık kalır ve travmaya maruz kalırsa, kanser gelişimine yol açabilir.

Dudak kanseri için hangi doktora gidilir?

Dudak kanseri veya dudak tümörü belirtileri gözlemlendiğinde, Kulak, Burun ve Boğaz Hastalıkları doktoruna başvurmak uygun olacaktır. Bu uzman, dudak kanseri teşhisi ve tedavisi konularında yardımcı olabilir.

Dudak kanseri kaç yaşında görülür?

Dudak kanseri genellikle 40 yaşın üzerindeki bireklerde, güneşe fazla maruz kalan, tütün ürünleri kullanan, açık tenli erkekler arasında daha yaygın olarak görülür. Genellikle erkeklerde daha sık rastlanan bir hastalık olarak bilinse de, kadınlarda da nadiren görülebilir.

Dudak kanseri geçer mi?

Dudak kanseri, uygun bir ameliyat ve tüm prosedürlere tam anlamıyla uyulduğunda nüks etmeyen bir türdür. Ancak hastalık tekrarlarsa, tüm umut kaybolmuş demek değildir. Kapsamlı ve doğru tedavi ile hastanın iyileşmesi mümkün olabilir.

Dudak kanseri nasıl önlenebilir?

Dudak kanseri, her tür tütün kullanımından ve aşırı alkol tüketiminden kaçınarak, özellikle güneş ışığına fazla maruz kalmamak suretiyle önlenebilir. Ayrıca solaryumdan da kaçınılmalıdır. Birçok dudak kanseri vakası, başlangıçta diş hekimleri veya kulak burun boğaz uzmanları tarafından tespit edilir. Bu nedenle, düzenli ağız ve diş kontrolleri önemlidir. Sağlıklı beslenme, düzenli yaşam tarzı benimseme ve uyku düzenine dikkat etme de başka önemli hususlardır.

Dudak kanseri bulaşıcı mıdır?

Dudak kanseri veya başka bir kanser türü bulaşıcı değildir. Bu hastalıklar tokalaşmak, yanak yanağa öpüşmek veya cinsel temas yoluyla bulaşmaz.

Dudak kanseri dudağın hangi kısmında görülür?

Dudak kanseri en sık olarak alt dudakta ve üst dudakta görülür. Bu nedenle, birçok insan internet üzerinde araştırma yaparken alt dudak tümörü, alt dudak kanseri veya üst dudak kanseri terimlerini kullanabilir.

Dudak kanseri olanlar tedavi sonrası neye dikkat etmeli?

Tedavi tamamlandıktan sonra, doktor kontrolleri asla ihmal edilmemelidir. Düzenli ve sağlıklı bir yaşam tarzına dikkat edilmelidir. Doktor ziyaretlerinde düzenli tetkikler yapılacaktır ve bu tetkikler atlanmamalıdır.

Dudak kanseri başlangıcı nasıldır?

Dudak kanseri lezyonları başlangıçta uçuk gibi görünebilir. Ancak uçuk genellikle 10 gün içinde kendiliğinden geçerken kanser lezyonları devam eder ve iyileşmez.

Dudak kanseri ölümcül müdür?

Dudak kanseri genellikle ölümcül değildir. Dudak kanseri lezyonları kolayca görülebilen bölgelerde geliştiği için, çoğu vakada bu kanser türü erken teşhis edilebilir ve tedavi edilir.

Dudak kanseri bitkisel tedavi ile çözümlenebilir mi?

Hiçbir bitkisel takviyenin faydalı olduğu kesin bir şekilde söylenemez. Bitkisel ürünler, beklenen fayda yerine zarar verebilecek potansiyele sahiptir. Bu nedenle, doktorun önerisi olmadıkça bu tür ürünler veya takviyelere güvenilmemelidir. Akla göre kullanılan takviyeler, tedavinin veya hastalığın seyrini olumsuz etkileyebilir.

Duchenne Musküler Distrofi (DMD) Hastalığı Nedir?

Duchenne kas distrofisi (DMD), genlerde meydana gelen bir mutasyon sonucu ortaya çıkan ve zaman içinde kalp kaslarının zayıflamasına yol açan bir hastalık olarak bilinir. DMD hastalığı, denge sorunları, kas zayıflığı ve yürüme güçlükleri gibi belirtilerle kendini gösterir ve genellikle 3 yaşındaki erkek çocukları etkiler. Şu an için kesin bir tedavi yöntemi bulunmasa da semptomların yönetilmesi ve yaşam kalitesinin artırılması amacıyla bazı yöntemler kullanılmaktadır.

Duchenne Musküler Distrofi (DMD) Hastalığı Nedir?
DMD Kas Hastalığı Belirtileri Nelerdir?
Duchenne Musküler Distrofi (DMD) Hastalığı Neden Olur?
DMD Hastalığı Nelere Sebep Olur?
DMD Hastalığı Nasıl Teşhis Edilir?
DMD Hastalığı Nasıl Tedavi Edilir?
DMD Hastalığı Hakkında Sık Sorulan Sorular

Duchenne Musküler Distrofi (DMD) Hastalığı Nedir?

DMD hastalığı, genetik bir kas kaybı durumu olan ve X kromozomunda bulunan distrofin adlı proteinin eksikliğinden kaynaklanan bir rahatsızlıktır. Bu hastalık, genellikle 3 ila 5 yaşları arasındaki erkek çocuklarda görülür ve kas güçsüzlüğü ve zayıflığına neden olarak yaşam kalitesini olumsuz etkiler. DMD kas hastalığı, distrofin proteininin mutasyona uğraması sonucu kas liflerinin parçalanmasına yol açar. Bu mutasyona uğramış distrofin protein, normal protein sentezini engeller ve bu da kasların bütünlüğünde bozulmalara yol açar. Kasların dengesi bozulduğunda yıkım başlar ve kaslar yerini yağ dokusuna bırakır. Bu durum, kişilerin 30 yaşlarına gelmeden önce kalp veya solunum yetmezliği gibi sorunlar yaşamasına neden olabilir.

DMD Kas Hastalığı Belirtileri Nelerdir?

DMD (Duchenne kas distrofisi) hastalığının belirtileri, kaslarda güçsüzlük, yürüme bozuklukları ve kas kütlesinde kayıp şeklinde ortaya çıkar ve bebeklik döneminde başlayarak zaman içinde kötüleşebilir. 18 aydan küçük bebeklerin dengesizlik yaşaması ve yürüme becerilerinin gelişmemesi, DMD hastalığının erken bir belirtisi olarak kabul edilir. DMD kas hastalığının belirtileri aşağıda sıralanmıştır:

Çocukların bacaklarında ve pelvis bölgesinde başlayan kas zayıflığı ve atrofi (kas kütlesinin kaybı)
Baldır kaslarında büyüme (kas boyutlarının artması)
Merdiven çıkma güçlüğü
Zaman içinde kötüleşen yürüme zorluğu
Sık sık düşme
Öğrenme güçlükleri
Topallayan yürüyüş
Ayak parmağı yürüyüşü
Halsizlik ve tükenmişlik
Otururken ayağa kalkma zorluğu
Koşamama ve zıplayamama
Kas ağrıları ve kas sertliği
Konuşma ve dil gelişiminde gecikme

Duchenne Musküler Distrofi (DMD) Hastalığı Neden Olur?

DMD (Duchenne kas distrofisi) hastalığı, X kromozomundaki distrofin genindeki bir mutasyon sonucunda ortaya çıkar. DMD, X kromozomuna bağlı bir tür kas distrofisi olduğu için bu gendeki mutasyon hastalığın meydana gelmesine yol açar. Kadınlarda iki adet X kromozomu olduğundan, X’e bağlı hastalık geliştirme riskleri genellikle daha düşüktür. DMD kas hastalığına sahip kişiler yaşlandıkça, kaslarını ölü hücrelerle yenileyemedikleri için yağ dokusu kademeli olarak kas liflerinin yerini alır.

DMD Hastalığı Nelere Sebep Olur?

DMD (Duchenne kas distrofisi) hastalığına sahip çocuklar, zaman içinde yürümekte zorlanır ve sık sık düşerler. Özellikle omuz ve çevresindeki kaslar etkilendiğinde, kollarında zayıflık başlar. Genellikle 10 yaşından sonra, kas zayıflığı nedeniyle yürüme yetenekleri kaybolur ve tekerlekli sandalyeye ihtiyaç duyulabilir. DMD hastalığından kaynaklanan kas zayıflığı, aşağıdaki durumları ortaya çıkarabilir:

Kalp kaslarını etkiler: Kas distrofisi, kalp kaslarını etkileyebilir ve kalp fonksiyonlarını azaltabilir.
Yürüyüş sorunları: Kas zayıflığı nedeniyle yürüme güçlüğü çekebilirler ve tekerlekli sandalye kullanma ihtiyacı doğabilir.
Kol kaslarını kullanamama: Omuz ve kol kasları zayıfladığında, günlük aktiviteleri yapmak zorlaşabilir.
Solunum problemleri: Solunum kaslarının zayıflaması, nefes alıp verme zorluğuna neden olabilir ve ilerleyen dönemlerde solunum cihazı gerekebilir.
Omurga eğriliği (skolyoz): Zayıflayan kaslar nedeniyle omurga dengesi bozulabilir ve skolyoz gelişebilir.
Yutma problemleri: Yutma kasları etkilendiğinde, beslenme sorunları meydana gelebilir ve ilerledikçe beslenme tüplerine ihtiyaç duyulabilir.

DMD Hastalığı Nasıl Teşhis Edilir?

DMD (Duchenne kas distrofisi) hastalığına sahip çocuklar, zaman içinde yürümekte zorlanır ve sık sık düşerler. Özellikle omuz ve çevresindeki kaslar etkilendiğinde, kollarında zayıflık başlar. Genellikle 10 yaşından sonra, kas zayıflığı nedeniyle yürüme yetenekleri kaybolur ve tekerlekli sandalyeye ihtiyaç duyulabilir. DMD hastalığından kaynaklanan kas zayıflığı, aşağıdaki durumları ortaya çıkarabilir:

Kalp kaslarını etkiler: Kas distrofisi, kalp kaslarını etkileyebilir ve kalp fonksiyonlarını azaltabilir.
Yürüyüş sorunları: Kas zayıflığı nedeniyle yürüme güçlüğü çekebilirler ve tekerlekli sandalye kullanma ihtiyacı doğabilir.
Kol kaslarını kullanamama: Omuz ve kol kasları zayıfladığında, günlük aktiviteleri yapmak zorlaşabilir.
Solunum problemleri: Solunum kaslarının zayıflaması, nefes alıp verme zorluğuna neden olabilir ve ilerleyen dönemlerde solunum cihazı gerekebilir.
Omurga eğriliği (skolyoz): Zayıflayan kaslar nedeniyle omurga dengesi bozulabilir ve skolyoz gelişebilir.
Yutma problemleri: Yutma kasları etkilendiğinde, beslenme sorunları meydana gelebilir ve ilerledikçe beslenme tüplerine ihtiyaç duyulabilir.

DMD Hastalığı Nasıl Tedavi Edilir?

DMD hastalığının spesifik bir tedavisi bulunmamakla birlikte, tedavinin temel amacı semptomların yönetilmesi ve yaşam kalitesinin artırılmasıdır. DMD kas hastalığı için uygulanan destekleyici tedaviler şunları içerir:

Kortikosteroidler: Uzman doktor, kas gücü kaybını geciktirmek, akciğer fonksiyonunu iyileştirmek, skolyozu geciktirmek, kardiyomiyopatinin (kalp zayıflığı) ilerlemesini yavaşlatmak ve hayatta kalma süresini uzatmak için kortikosteroid ilaçları önerebilir.

Kardiyomiyopati (kalp kası hastalıkları) tedavisinde kullanılan ilaçlar: ACE inhibitörleri veya beta blokerler gibi ilaçlarla erken tedavi, kardiyomiyopatinin ilerlemesini yavaşlatarak ve kalp yetmezliğinin başlamasını önler.

Fizik tedavi: DMD hastalığı için fizik tedavinin temel amacı kasların, tendonların ve cildin kalıcı olarak kasılmasını önlemektir. Bu genellikle belirli germe egzersizlerini içerir.

Skolyoz tedavisi için cerrahi müdahale: Şiddetli DMD hastalığı vakalarında, kontraktürleri serbest bırakmak ve skolyozu düzeltmek amacıyla cerrahi müdahale gerekebilir. Cerrahi müdahale, akciğer ve solunum fonksiyonlarını iyileştirmede etkili olabilir.

Egzersiz: Kasların kullanım eksikliği nedeniyle uzman doktor, kas atrofisini önlemek için hafif egzersizleri önerir. Bu genellikle yüzme havuzu ve rekreasyona dayalı egzersizleri içerir.

DMD hastalığı için diğer destekleyici tedaviler ise şunlar olabilir:

Hareket yardımcıları: Destekler, bastonlar ve tekerlekli sandalyeler gibi yardımcı cihazlar kullanılabilir.
Solunum yetmezliği için trakeostomi ve destekli ventilasyon gibi solunum yardımcıları kullanılabilir.

Duchenne Musküler Distrofi (DMD) Hastalığı Önlenebilir mi?

DMD, kalıtsal ve genetik bir durum olduğu için önleyici bir tedbir alınması mümkün değildir. DMD vakalarının yaklaşık üçte biri, aile geçmişinde bu durumun öyküsü olmaksızın rastgele meydana gelir.

DMD Hastalığı Yaşam Beklentisi Nedir?

DMD hastalığına sahip kişilerde kas zayıflığı nedeniyle solunum ve kalp problemleri gibi sorunlar meydana gelebilir. Bu sebeple, zatürre veya hava yolu tıkanıklıkları gibi nedenlerle ortalama olarak 25 yıl yaşayabilirler.

DMD Kimden Geçer?

DMD hastalığı, X kromozomuna bağlı olarak gelişen bir hastalıktır ve anneden geçebilir. Genellikle, erkek çocuklar hastalığı taşıyabilirken, kız çocuklar taşıyıcı olarak bilinir.

Şalazyon yani köz kapağı kisti nedir?

Şalazyon, arpacıkla sıkça karıştırılan bir göz hastalığıdır ve göz kapağı kisti olarak adlandırılır. Bu rahatsızlık, gözde bulunan yağ bezlerinin belirli bir nedenle tıkanması sonucu ortaya çıkar. Şalazyon, hem ilaçlarla hem de cerrahi operasyonla tedavi edilebilir ancak yaşam kalitesini olumsuz etkileyebilir.

Şalazyon yani köz kapağı kisti nedir?
Şalazyon belirtileri nelerdir?
Şalazyon neden olur?
Şalazyon teşhisi nasıl konulur?
Şalazyon tedavisi nasıl yapılır?
Şalazyon hakkında sık sorulan sorular 

Şalazyon yani köz kapağı kisti nedir?

Şalazyon, göz kapağı üzerinde genellikle ağrısız bir şekilde ortaya çıkan küçük bir şişlik veya yumrudur. Bu durum, gözde bulunan yağ bezlerinin iltihaplanması veya tıkanması sonucu meydana gelir. Şalazyon, meibom bezinin tıkanması durumunda meydana gelir ve genellikle üst göz kapağında görülür. Çoğu zaman ağrısızdır, ancak nadiren alt göz kapağında da görülebilir.

Şalazyon belirtileri nelerdir?

Şalazyon, kızarık ve şişmiş bir göz kapağı görünümü ile kendini gösterir. Başlangıçta bu bölgede ağrı olabilir, ancak ağrı genellikle birkaç gün içinde kaybolur ve yerine sadece şişlik kalır. Şalazyon, ışığa karşı hassasiyet, göz kapağında kabuklanma, göz kapağında ağırlık hissi, gözlerin sulanması, tahriş, bulanık görme ve bazen görme kaybı gibi belirtilerle ortaya çıkabilir.

Şalazyon neden olur?

Vücudumuzda çeşitli bezler bulunmaktadır, ve bu bezler hücrelerin, dokuların ve organların düzgün çalışması için çalışırlar. Göz kapaklarının üst ve altında, gözleri nemlendirmek ve korumak için gözyaşıyla karışan bir yağ üreten Meibom bezleri bulunur. Bu yağ, bazen yoğunlaşabilir veya iltihaplanabilir, bu durumda bez tıkanır ve sonucunda şalazyon gelişebilir. Viral konjonktivit, tüberküloz, göz kaplayan enfeksiyonlar, seboreik dermatit, akne, gül hastalığı veya göz kapağındaki uzun süreli iltihaplar, şalazyonun sebepleri arasında yer alabilir.

Şalazyon teşhisi nasıl konulur?

Genellikle, deneyimli bir göz doktoru, göz kapağınızdaki şişliği yakından inceleyerek bu durumu teşhis edebilir. Doktor ayrıca şişliğin bir şalazyon, arpacık veya başka bir şey olup olmadığını belirlemek için belirtileri sorgulayacaktır. Göz doktoru başlangıçta hastanın tıbbi geçmişi hakkında sorular sorarak bilgi toplar. Daha sonra uzman doktor, gözleri, göz kapaklarını ve cilt yapısını inceleyerek muayeneye başlar. Daha sonraki aşamada kapsamlı bir göz muayenesi yapılır. Işıklı muayene ve yağ bezlerinin muayenesinin ardından şalazyon teşhisi konulur.

Şalazyon tedavisi nasıl yapılır?

Şalazyon tedavisine başladığınızda, ilk olarak şalazyon bölgesini sıkmaya çalışmamalısınız. Gözlere dokunmaktan kaçınmalısınız. Tedavi sürecinde günde 4 kez, her biri 10 dakika boyunca sıcak kompresler uygulamak önemlidir. Kompres uygulamadan önce ellerinizi yıkamalısınız. Bu aşamada, göz hekimleri, şalazyon tedavisinde kullanılan göz damlaları gibi ilaçları reçete edebilirler. Eğer şalazyon iyileşmiyorsa, göz hekimleri kortikosteroid enjeksiyonu veya cerrahi müdahale önerebilirler. Hem enjeksiyon hem de cerrahi, şalazyon tedavisi için oldukça etkili yöntemlerdir.

Şalazyon hakkında sık sorulan sorular 

Şalazyon önlenebilir mi?

İyi bir hijyen uygulayarak şalazyondan kaçınmak mümkündür. Temizlik kurallarına uymanız gereken bazı önemli unsurlar şunlardır:

El yıkama: Ellerinizi düzenli aralıklarla ve dikkatlice yıkayın. Özellikle gözlere dokunmadan önce ellerinizi yıkamayı alışkanlık haline getirin.

Kontakt lens bakımı: Eğer kontakt lens kullanıyorsanız, lensleri takmadan önce ve çıkarmadan sonra ellerinizi iyice yıkayın. Kontakt lenslerinizi lens temizleme solüsyonuyla düzenli olarak temizleyin ve değiştirme sürelerine uyun. Lenslerinizi asla suyla temizlemeye çalışmayın ve lens kaplarını da temiz tutmaya özen gösterin.

Yüz temizliği: Her gün yüzünüzü temizlemek önemlidir, özellikle yatmadan önce. Göz doktorunuz, özellikle blefarite (göz kapağı iltihabı) riskiniz varsa, göz kapaklarınızı özel bir ürün veya bebek şampuanı ile temizlemenizi önerebilir. Ayrıca ev içinde kullanılan yüz havlularınızın ayrı olmasına dikkat edin.

Makyaj hijyeni: Eski veya süresi dolmuş makyaj malzemelerini atın. Maskara ve göz farını her iki ila üç ayda bir değiştirin. Ayrıca, başkalarıyla makyaj malzemelerini paylaşmaktan kaçının ve başkalarının makyaj malzemelerini kullanmamaya özen gösterin. İyi hijyen uygulamak, göz sağlığınızı korumak için önemlidir.

Şalazyon ameliyatı sonrası hastayı neler bekler?

Gözde şalazyon ameliyatı oldukça basit bir prosedürdür. Ameliyat sonrasında size genellikle bir antibiyotik reçete edilir ve bazı durumlarda bir steroid merhem de verilebilir. Bu reçeteli ilaçları düzenli olarak kullanmanız önemlidir. Antibiyotikler, ameliyat bölgesinin enfekte olmasını önlemeye yardımcı olurken, steroidler ise ameliyat sonrası olası iltihapları tedavi etmeye yardımcı olur. Gözün korunması amacıyla ameliyat sonrasında göz pedleri veya göz bantları kullanmanız gerekebilir.

Ameliyat sonrasında göz çevresinde hafif şişlik veya morluklar oluşabilir, ancak bu durum endişe edilecek bir şey değildir. Ameliyat bölgesinden kırmızımsı bir sıvı sızması da birkaç gün boyunca görülebilir, bu da normal bir durumdur. Şişliği azaltmak için ameliyat sonrası birkaç saat boyunca soğuk kompres uygulamak faydalı olabilir.

Ameliyat sonrasında göz doktorunuzun yönlendirmelerine dikkat etmek önemlidir. Gözdeki şalazyon ameliyatından sonraki dönemde gözlere dokunmamak, ovuşturmamak, kontakt lens kullanmamak, göze su veya şampuan kaçırmamak, yüzmekten kaçınmak ve bir süre makyaj yapmamak gibi bazı kısıtlamalara uymak gerekebilir. Ameliyat sonrası iyileşme sürecinin takip edilmesi, göz sağlığınızı korumak için önemlidir.

Şalazyon ameliyatı sonrası sıcak pansuman yapılır mı?

Hekimler ameliyat sonrası günlerde sıcak pansuman yapmayı önerebilirler. Sıcak pansumanın nasıl uygulanacağı hakkında detaylı bilgi almak için hekiminizle iletişime geçmelisiniz.

Şalazyon ameliyatı sonrası şişlik olması normal mi?

Göz kapağında şalazyon ameliyatı sonrası oluşan şişlik normal bir durumdur. Birçok insan, şalazyon ameliyatı sonrası ne zaman şişliğin geçeceğini merak eder. Cerrahi kesinin iyileşmesi genellikle yaklaşık 7 ila 10 gün sürer. Ancak, gözünüze zarar verebilecek aktivitelerden en az iki hafta boyunca kaçınmak önemlidir. Bu süreçte doktorun önerilerini takip etmek ve ilaçları belirtilen şekilde kullanmak önemlidir. Ayrıca, ameliyat sonrası yaklaşık bir hafta boyunca kontakt lens kullanmamak ve bir ay boyunca göz makyajından kaçınmak gerekebilir.

Şalazyon kendiliğinden geçer mi?

Şalazyon, kendi kendine geçmeyen bir hastalık türüdür. Evde şalazyon tedavisi mümkün değildir. Şalazyonun tedavisi, bir sağlık profesyoneli tarafından değerlendirilir ve uygulanır. Bitkisel tedavi yöntemleri göz sağlığına zarar verebileceğinden önerilmez. Ayrıca, “Şalazyon ne kadar sürede geçer?” sorusu, hastanın durumuna ve şalazyonun şiddetine bağlı olarak değişen bir süreci ifade eder.

Şalazyon ameliyatı sonrası tekrarlaması mümkün mü?

Oluşum nedenine bağlı olarak, bazı şalazyon türleri tekrarlayabilir.

Şalazyon göz damlası veya şalazyon ilaçları işe yaramazsa ne yapılır?

Bu durumda göz hekimleri ameliyat önerebilir.

Arpacık ve şalazyon nedir?

Arpacık, göz kapağının altında gelişen bakteriyel enfeksiyon kaynaklı bir durumdur ve genellikle kirpik folikülünün iltihaplanmasıyla başlar. Şalazyon ise göz kapağındaki bir yağ bezi tıkanması sonucu meydana gelir.

Arpacık ve şalazyon arasındaki fark nedir?

Arpacık ve şalazyonu birbirinden ayırt etmek zor olabilir, ancak uzman bir göz hekimi bu iki durumu hemen ayırt edebilir. Arpacık genellikle ağrılı bir seyir gösterirken, şalazyon ağrısızdır veya çok az ağrı yapar. Arpacık, genellikle göz kapağının kenarında oluşur ve bir kirpik kökünden kaynaklanan enfeksiyonla ilişkilidir. Şalazyon ise göz kapağının iç kısmında meydana gelir.

Şalazyon riski taşıyanlar kimlerdir?

Blefariti (göz kapağı iltihabı) öyküsü olanlar, daha önce arpacık geçirmiş olanlar, seboreik dermatit gibi cilt hastalıkları bulunanlar ve diyabet gibi farklı tıbbi sorunları olanlar, göz şalazyonu riski açısından daha yüksek bir durumdadır.

Şalazyon patlatılır mı?

Kesinlikle şalazyon patlatma gibi davranışlara girilmemelidir, çünkü bu tür eylemler daha ciddi görme sorunlarına yol açabilir. Şalazyonun tedavisi için uzman bir göz doktoruna başvurulmalıdır. Gerektiğinde şalazyon ameliyatı yapılabilir.

Şalazyon ameliyatı nedir?

Göz kapağı kisti ameliyatı olarak da bilinen şalazyon ameliyatı, göz cerrahisi uzmanı tarafından gerçekleştirilen bir operasyondur.

Şalazyon kendi kendine geçer mi?

Bazı durumlarda şalazyon kendi kendine geçebilir, ancak bu nadir bir durumdur. Bu nedenle göz kapağında oluşan bir şişlik veya değişiklik durumunda mutlaka bir göz uzmanına başvurulmalıdır. Göz doktoru ilk aşamada şalazyon tedavisi için göz damlası veya ilaç önerebilir. Eğer bu tedavi yöntemleri şalazyonu iyileştirmezse, şalazyon ameliyatı önerilebilir. Bazı kişiler “Şalazyon ameliyatsız geçer mi?” diye merak edebilirler. İlaçlarla yapılan şalazyon tedavisi yaygın bir uygulamadır, ancak bazı hastaların ilaçlara yanıtı olmayabilir. Bu nedenle ameliyat gerekebilir. Şalazyon tedavisinin başarısı hastanın durumuna ve şalazyonun şiddetine bağlı olarak değişebilir.

Bebeklerde şalazyon görülür mü?

Şalazyon bebeklerde de görülebilir. Bebekler, dünyayı keşfetmeye başladıkları dönemlerde pek çok yere dokunur ve ellerini gözlerine sürebilirler, bu nedenle şalazyon bebeklerde gelişebilir. Bebeklerde şalazyon tedavisi yetişkinlerdekine benzer olabilir. Hekimler, ılık kompres uygulamayı önerebilirler. Bu süreçte bebeklerin ellerinin temiz olduğundan emin olunmalıdır. Bazı durumlarda bebeklerde şalazyon ameliyatı gerekebilir.

Şalazyon patlaması durumunda ne yapılmalı?

Şalazyon veya arpacık kesinlikle patlatılmamalıdır. Eğer bunlar kendiliğinden patlarsa, derhal bir göz hekimi ile iletişime geçilmelidir. Çünkü bu tür lezyonların patlaması enfeksiyonun yayılmasına neden olabilir.

Şalazyon evde tedavi edilebilir mi?

Şalazyon başlangıçta evde tedavi edilebilir. Bu tedavi yöntemleri arasında çeşitli ilaçlar, antibiyotikli kremler ve ılık kompresler yer almaktadır. Ancak, evde uygulanan tedaviye rağmen şalazyonda bir iyileşme görülmezse, şalazyon ameliyatı önerilmektedir.

Gözde arpacık ameliyatı şalazyon ameliyatına benzer mi?

Halk arasında arpacık kisti ameliyatı olarak da bilinen işlemde amaç, arpacıkta biriken iltihabın boşaltılması, tıkanan yağ bezlerinin açılması ve kistin tedavi edilmesidir. Arpacık ameliyatı sonrası, göz birkaç saat boyunca kapatılır. Bu ameliyat sonucunda genellikle iz bırakmaz. Hastaların en sık sorduğu sorulardan biri ise “Arpacık ameliyatı kaç günde iyileşir?”dir. Bu tür bir ameliyat sonrası iyileşme süreci genellikle bir hafta içinde tamamlanır. Ameliyat sonrası gözde hafif bir şişlik görülebilir, ancak bu şişlik genellikle kısa sürede geçer.

Yumurta Rezervi Düşüklüğü – AMH nedir?

AMH, yani antimüllerian hormon, kadın sağlığına ilişkin önemli bir konu olarak öne çıkıyor. Bu, doğurganlığı simgeliyen bir hormon olması ve zamanla azalması, ayrıca bu azalmanın engellenememesi nedeniyledir. Ancak, bazı yaşam tarzı değişiklikleriyle bu azalmanın belirli bir ölçüde yavaşlatılabileceği belirtilmektedir.

Yumurta Rezervi Düşüklüğü – AMH nedir?
AMH hormonu normal değeri kaç olmalıdır?
AMH değerinin düşük olmasının sebepleri nelerdir?
AMH düşüklüğünde hangi başka testler yapılmaktadır?
AMH testi düşük çıkarsa ne olur?
AMH testi adetliyken mi yapılır?
Yumurta rezervi düşüklüğü tedavisi var mıdır?
Yumurta rezervi düşük kadınlara uygulanan PRP tedavisi nedir?
Erken menopoz engellenir mi?
Yumurta rezervine ne iyi gelir? Yumurta rezervi kürü var mıdır?
Yumurta gençleştirme ilaç tedavisi nedir?
Sigara, alkol, kafein ve stres yumurta rezervini etkiler mi?

Yumurta Rezervi Düşüklüğü – AMH nedir?

Kadınlarda AMH (Antimüllerian Hormon), anne karnında başlayarak menopoza kadar devam eden bir hormondur. Bu hormon, menopoz döneminde azalmasına rağmen salgılanmaya devam eder. AMH (Antimüllerian Hormon) testi, kadınlarda yumurta rezervini gösteren en kolay uygulanan bir hormon testidir, kandan bakılır. Bu testin önemli bir özelliği, adetin herhangi bir gününde, açlık şartı olmaksızın herhangi bir zamanda yapılabilmesidir. Kadınlarda yumurta rezervi azaldıkça, kandaki AMH miktarı da eşit oranda düşer. Bu nedenle AMH testi genellikle tüp bebek tedavilerinde kadın yumurta rezervi ve kalitesini değerlendirmek için kullanılır.

AMH hormonu normal değeri kaç olmalıdır?

“Kadınlarda yumurta rezervi ne olmalıdır?” sorusu sıkça karşılaşılan bir sorudur. Genellikle AMH değeri, 1.5 ila 4 ng/ml arasında normal kabul edilir. AMH değeri 1 ng/ml ve altında olan durumlar ise düşük yumurta rezervini gösterir. Gebelik planlayan kadınlar için yumurta dondurma işlemi bir alternatif olabilir. Özellikle 35 yaşın altındaki kadınlarda, AMH düşüklüğü erken menopoz belirtisi olabilir. 4 ve üzerindeki AMH değeri genellikle polikistik over sendromu olan hastalarda görülebilir. 1.1 ng/ml’ın altı ise düşük over rezervini gösterir.

AMH değerinin düşük olmasının sebepleri nelerdir?

AMH değerinin düşük olmasının birçok nedeni vardır. Bu durumun en önemli nedeni genetik yatkınlıktır. Erken menopoz öyküsüne sahip olan annesi, teyzesi, kız kardeşi ve yakın akrabaları bulunan kişiler dikkatli olmalıdır. Yumurtalıklarından herhangi bir nedenle ameliyat olan bireylerde de AMH değeri düşüklüğü riski artmaktadır. Ayrıca, turner sendromu gibi bazı genetik hastalıkların varlığında da AMH değerinin düşük olduğunu gözlemleyebiliriz.

AMH düşüklüğünde hangi başka testler yapılmaktadır?

Kısırlık veya erken menopoz endişesiyle başvuran hastalarda E2, FSH ve AMH testleri uygulanabilir. Kadınlarda genel olarak kabul edilen referans değerleri 1,5-4 ng/ml arasındadır. 4 ng/ml üzerinde olması yüksek olarak değerlendirilmektedir. 1,1 ng/ml’nin altında olması ise düşük olarak kabul edilmektedir.

AMH testi düşük çıkarsa ne olur?

Gebelik planı olan hastalarda AMH değeri düşük çıkarsa, gebe kalmayı ertelememek önemli bir öneridir. Ancak gebelik planı henüz olmayan veya bekar olan hastalar için, yumurta dondurma adı verilen bir işlem, yumurtaların dondurularak ileride kullanılmak üzere saklandığı bir yöntem olarak bu kişilere faydalı olabilir.

AMH testi adetliyken mi yapılır?

AMH testi kandan alınan bir testtir. Bu test için adet olma şartı yoktur, menstrüel döngünün herhangi bir gününde yapılabilir.

Yumurta rezervi düşüklüğü tedavisi var mıdır?

Yumurta rezervini artıracak özel bir tedavi yöntemi günümüzde maalesef mevcut değildir. Ancak bazı faktörlerin yumurta rezervinin düşmesini hızlandırdığı bilinmektedir. Sigara kullanımı, stres, alkol alımı, aşırı kafein tüketimi, fast food, paketli gıdalar ve doymuş yağ asitlerinden zengin bir beslenme gibi sağlıksız alışkanlıklar yumurta rezervi düşüşünü hızlandırabilir. Her ne kadar yumurta rezervini artıracak bir yöntem bulunmasa da, bu tür yaşam tarzı değişikliklerinden kaçınılarak düşüş hızının yavaşlaması mümkündür.

Ancak, bir kadın yumurta rezervinin düşük olduğunu biliyorsa ve yakın bir gelecekte hamilelik planı yapmıyorsa, kendisine yumurta dondurma işlemiyle önlem alma seçeneğini değerlendirmesi önerilmelidir. Ancak unutulmamalıdır ki yumurta rezervi düşük olan kadınlar doğal yollarla da hamile kalabilir. Ancak zaman kaybetmeden uygun tedavi protokolleri ile süreci hızlandırmak gerekebilir. Bu hastalara doğru bilgilendirme ile zamanın önemi vurgulanmalıdır. Yumurta dondurma işleminin başarısı, yumurta rezervi iyice azalmadan önce uygulandığında daha yüksek olabilir.

Yumurta rezervi düşük kadınlara uygulanan PRP tedavisi nedir?

PPR tedavisi, henüz güncel uygulamalarda geniş kabul görmemiştir. Ancak, bu alanda çok fazla alternatif olmadığı için bazı durumlarda tercih edilmektedir. Gerçekte, PRP yöntemi uzun yıllardır ortopedi ve plastik cerrahi alanlarında kullanılan bir tekniktir; ancak, üreme fizyolojisi üzerindeki etkileri henüz tam olarak anlaşılamamış ve kesin faydası kanıtlanmamıştır.

Erken menopoz engellenir mi?

Kadınlar, doğdukları anda belirli bir yumurta sayısıyla gelirler ve bu sayı yıllar içinde azaldığı için erken menopoz, yumurta rezervi gibi engellenemez sorunlar arasında bulunmaktadır.

Yumurta rezervine ne iyi gelir? Yumurta rezervi kürü var mıdır?

Yumurta rezervini artırmak için evde uygulanabilecek veya aktarlardan temin edilebilecek kesin bir karışım bulunmamaktadır. AMH düşüklüğü yaşayan hastalar, bu tür ürünleri kullanmadan önce doktorlarına danışmalıdır.

Yumurta gençleştirme ilaç tedavisi nedir?

Yumurta rezervini artırmak yerine, yumurta kalitesini destekleyen ve hücre yaşlanmasını geciktiren çeşitli ilaçlar önerilebilmektedir. DHEA, folik asit, A ve E vitamini, Koenzim Q 10 gibi destek tedavileri, hekim kontrolünde yapılan tedavilere ek olarak önerilebilmektedir.

Sigara, alkol, kafein ve stres yumurta rezervini etkiler mi?

Sigara, alkol ve kafeinin aşırı tüketimi, hem yumurta sayısını hem de yumurta kalitesini olumsuz etkileyebilir. AMH değeri düşük çıkan hastalar için bu nedenle kesinlikle sigara, alkol, kafein ve stresten uzak durmaları önerilmektedir.

Saman nezlesi nedir?

Alerjik rinit, bahar aylarında polen miktarının artmasıyla birçok insanın iş ve sosyal yaşamını olumsuz etkileyen bir sorun olan saman nezlesi olarak da bilinir. Alerjik rinit, vücutta kaşıntı, kızarıklık, burunda şeffaf akıntı ve şişme, ardı ardına hapşırma ve gözlerde kaşıntı gibi şikayetlere neden olur. Alerjik rinitle başa çıkmak için alınabilecek basit önlemlerle alerjilerin etkileri en aza indirilebilir.

Saman nezlesi nedir?
Saman nezlesine neler neden olur?
Saman nezlesi belirtileri nelerdir?
Saman nezlesinin tanısı nasıl konulur?
Saman nezlesi tedavisi nasıl planlanır?
Saman nezlesinde cerrahi uygulanır mı?
Saman nezlesi hakkında sık sorulan sorular 

Saman nezlesi nedir?

Alerjik rinit, genellikle saman nezlesi olarak adlandırılan bir tür alerjik burun iltihabıdır. Bu tür alerjik rinitler, mevsimsel dönemlere göre farklı sınıflandırmalara ve isimlendirmelere tabi tutulabilir. Ancak genel özellikleri oldukça benzerdir. Temel fark, tetikleyici alerjenlerle temasın farklı dönemlerde gerçekleşmesidir. İlkbahar aylarında görülen türü genellikle polenlere karşı reaksiyonlarla ilişkilidir ve en yaygın türüdür. Sonbahar aylarında ise alerjenler genellikle küf, mantar veya saman tozu gibi maddeler olabilir ve bu durum saman nezlesi olarak adlandırılabilir.

Saman nezlesi, hayati bir tehdit olmasa da, yaşam kalitesini ve sağlık durumunu olumsuz etkileyen bir rahatsızlık olduğu için ciddiye alınmalıdır. Özellikle çocuklar ve genç yetişkinler arasında yaygındır ve üst solunum yollarındaki enfeksiyonlarla ilişkilendirilmez. Ancak, bu tür iltihabi durumlar, çevrede bulunan enfeksiyon etkenlerinin (bakteri, virüs) hastalığa neden olmasını kolaylaştırabilir (sekonder enfeksiyon). Bu durum, çocuklarda ve gençlerde sık tekrarlayan enfeksiyon hastalıklarına ve uzun, maliyetli tedavi süreçlerine yol açabilir. Bu nedenle saman nezlesi, gereken önlemlerin alınması gereken önemli bir hastalıktır.

Saman nezlesine neler neden olur?

Bazen yıl boyunca görülebilen alerjik rinit türleri, saman nezlesi olarak bilinir. Genellikle tetikleyici etken, mite olarak adlandırılan gözle görülemeyecek kadar küçük, eklem bacaklı organizmalardır ve havada asılı kalabilirler. Bu organizmalar, özellikle iyi havalandırılmayan evlerde, nemli ortamlarda ve toz birikimine müsait alanlarda rahatça yaşarlar ve çoğalırlar. Evlerin düzenli olarak havalandırılması, toz biriktirmeyen eşyaların tercih edilmesi ve nemle mücadele, ev tozu alerjisiyle mücadelede önemlidir.

Saman nezlesi, çeşitli sağlık sorunlarına yol açabilir:

Yaşam kalitesinin düşmesi: İş ve okul başarısını azaltabilir ve üretkenliği olumsuz etkileyebilir.
Uykusuzluk: Uykuya dalmada ve sürdürmede zorluk çekilmesine neden olarak yorgunluğa ve bitkinliğe yol açabilir.
Astım belirtilerinin şiddetlenmesi: Öksürük ve nefes alışverişinde duyulan ıslık gibi seslerin artmasına neden olabilir.
Sinüzit: Uzun süreli burun tıkanıklığı, sinüs enfeksiyonlarını tetikleyebilir.
Kulak enfeksiyonları: Özellikle çocuklarda orta kulak iltihaplanmasına yol açabilir.

Saman nezlesi belirtileri nelerdir?

Alerjik rinit, kendini sık hapşırma, burun akıntısı, kaşıntı ve burun tıkanıklığı gibi belirtilerle gösterir. Bu belirtiler ataklar halinde ortaya çıkar, ancak aynı şikayetleri taklit eden diğer burun hastalıkları da bulunabilir. Bu nedenle yanlış teşhis ve tedaviyi engellemek için bir Kulak Burun Boğaz uzmanına başvurmak önemlidir.

Saman nezlesinin tanısı nasıl konulur?

Hastalığın teşhisinde, hasta öyküsü ve muayene büyük bir öneme sahiptir. Tekrarlayan şikayetlerin varlığı, muayene sırasında alerjik riniti destekleyen bulguların tespit edilmesi, tanının doğruluğunu artırır. Ayrıca, bazı laboratuvar testlerine başvurulabilir. Bunların başında alerji testleri gelir. Bu testler, hem kan örnekleri üzerinde hem de cilt yüzeyinde yapılabilir. Doğada birçok alerjen madde bulunduğundan, bu testler en yaygın alerjen maddeleri tespit edebilir. Bu nedenle negatif test sonuçları, bir kişinin alerjik olmadığını göstermez. Ancak hangi tür alerjenin etkili olduğu mutlaka belirlenmelidir. Gerekirse, sinüzit varlığını göstermek için tomografik incelemeler de yapılabilir.

Saman nezlesi tedavisi nasıl planlanır?

Hastaların şikayetleri artmadan önce alerjenlere maruziyeti engellemeye yönelik alınan basit önlemler ve antialerjik tedavi, insanların yaşam konforuna ve sağlık durumuna olumlu katkıda bulunarak olası enfeksiyon riskini azaltabilir. Alerjenler, günlük yaşamın hem içinde hem dışında bulunabilir. Alerjik hastalıklar kontrol altına alınmadığında, bireylerin günlük yaşamları, eğitim, iş ve sosyal etkileşimleri olumsuz etkilenebilir.

Ev tozu alerjenleri, yani gözle görülemeyen mite böcekleri, bu canlıları yok etmek için çeşitli önlemler alınmalıdır. Bu önlemler arasında pamuk ve yünlü eşyaların azaltılması, kıyafetlerin 60 dereceden yüksek sıcaklıkta yıkanması, peluş oyuncakların, halılar ve benzeri eşyaların kaldırılması, ıslak temizlik yapılması ve özel filtreli elektrik süpürgeleri kullanılması bulunur. Ayrıca mite öldüren ilaçlar da kullanılabilir. Polen alerjisi durumunda bahar aylarında sabah saatlerinde dışarı çıkılmaması, pencerelerin açıkken uyumamak ve küf alerjisi varsa nemli ortamların azaltılması gibi önlemler alınmalıdır.

Doktor gözetiminde, antihistaminik adı verilen alerji önleyici ilaçlar ve kortizonlu burun spreyleri gibi medikal tedaviler uygulanabilir. İlaç kullanımının yanı sıra, immünoterapi gibi farklı alerji iğneleri gibi uygulamalardan da faydalanılabilir.

Saman nezlesinde cerrahi uygulanır mı?

Tedavilerin yetersiz olduğu, burun tıkanıklığının şiddetli olduğu ve giderilemediği durumlarda, konka adı verilen burun içi etlerinin küçültme operasyonları düşünülebilir. Konkalar, alerjik reaksiyonlara bağlı olarak şişerek burun yolunu kapatır ve bu durum hastanın nefes almasını zorlaştırır. Burun tıkanıklığına bağlı olarak uykusuzluk sorunları ve gün içinde baş ağrıları gibi sorunlar ortaya çıkabilir. Bu tür sorunları çözmek için, kanama ve ağrı olmayan bir yöntem olan radyofrekans ile konkaların küçültülmesi uygulanır. Hasta aynı gün taburcu edilir ve ertesi gün normal işlerine dönebilir. Konkalar küçüldüğünde, alerjenlere daha az tepki verirler, yani daha az şişerler ve bu nedenle hastanın solunumu daha az etkilenir. Bu sayede yaşam konforu artar.

Saman nezlesi hakkında sık sorulan sorular 

Saman nezlesi için nelere dikkat edilmelidir?

Kuru hava koşullarında ve yağmursuz günlerde rüzgarlı havalarda dışarı çıkmamak önemlidir. Dışarıya çıkmak gerektiğinde, havadaki polenleri temizleyebilen yağmur sonrasını tercih etmek faydalı olacaktır. Ayrıca, bahçe işleri gibi çim biçme ve yabani ot temizleme gibi aktivitelerden kaçınılmalıdır, çünkü bu işler alerjenlerin havada dolaşmasına neden olabilir.

Dışarıda giyilen kıyafetler eve dönüldüğünde değiştirilmeli ve duş alarak deri ve saçtaki alerjenler temizlenmelidir. Bahar aylarında, çamaşırlar, havlular ve çarşaflar dışarıda kurutulmamalıdır, böylece polenlerin yapışmasını önleyebilirsiniz. Dışarı çıkarken geniş kenarlı gözlükler kullanmak, alerjenlerin gözlere temasını sınırlayabilir. Alerjik reaksiyonlara eğilimli kişiler ve astım hastaları, alerji maskeleri gibi önlemleri de düşünebilirler.

Polen miktarının yüksek olduğu dönemlerde, şikayetler başlamadan önce alerji ilaçları kullanmak etkili olabilir. Polen miktarının yoğun olduğu günlerin erken saatlerinde dışarıda çok fazla aktiviteden kaçınılmalıdır. Ev ve araba camlarını açmak yerine, polen filtreli klimalar gibi bakımlı cihazlar kullanmak daha iyidir. Ayrıca, yaşam alanlarının nem seviyelerini düşük tutmak da yardımcı olabilir. Ev temizliği yapılırken HEPA filtresi içeren bir elektrikli süpürge kullanmak, alerjenleri azaltmada etkili olabilir.

Saman nezlesi astıma neden olur mu?

Alerjik rinitin astım hastalığına dönüşüp dönüşmeyeceği, sıkça merak edilen bir konudur. Genel olarak astım hastalığı, alt solunum yollarının bir tür alerjik reaksiyonu olarak kabul edilir. Alerji, aslında bir kişinin genetik kodları tarafından belirlenen bir özelliktir. Bir kişinin alerjik olup olmadığı, genetik yapılarıyla belirlenir. Alerjik eğilime sahip olan bireylerde alerjik reaksiyonlar farklı şekillerde ortaya çıkabilir, bunlar ciltte döküntüler, burun tıkanıklığı (alerjik rinit) veya akciğerlerde astım gibi farklı formlarda görülebilir.

Bu reaksiyonların birbirleriyle yakın bir ilişkisi vardır. Bu nedenle, alerjik riniti olan bir hastada hayatının diğer dönemlerinde astım reaksiyonları gelişebilir. Bu tür değişikliklerin meydana gelebilmesi için birçok hazırlayıcı faktörün göz önüne alınması gereklidir. Hastanın tütün ürünleri kullanma alışkanlığı, diğer kronik ve metabolik hastalıkları, kalp-damar sistemine etkisi olan hastalıklar gibi faktörler, bu değişikliklerin olasılığını etkileyebilir.

Saman nezlesi ile karıştırılan hastalıklar var mı?

Alerjik rinitin benzer şikayetlerle seyredebildiği durumlar vardır; burun akıntısı, geniz akıntısı ve hatta hapşırığa neden olan ancak mikrobik bir etkene bağlı olmayan burun iltihapları da görülebilir. Bu tür durumlara genellikle vazomotor rinit denir. Burun içindeki inflamatuar reaksiyonlar, çevresel faktörlere yanıt olarak değişen solunum havasının fiziksel koşullarına bağlı olarak gelişir. Keskin tahriş edici kokuların bulunduğu hava, nem seviyesindeki değişiklikler ve hava sıcaklığındaki ani dalgalanmalar gibi faktörler, vazomotor rinit reaksiyonlarını tetikleyebilir. Bu tür durumlar sıklıkla alerjik rinitle karıştırılabilir, ancak tedavi yaklaşımları oldukça benzerdir. Ayrıca, vazomotor rinit vakalarının bazılarında daha sonra alerjik rinit tabloları ortaya çıkabilir.

Saman nezlesi, çocuklarda alerjik reaksiyonlara karşı tipik bir tepki olarak gelişen bir durumdur, özellikle kişinin genetik yatkınlığı varsa. Bebeklik döneminden itibaren alerjiye neden olabilecek maddelere, yani “alerjenlere”, maruz kalmak, bebeğin bu maddelere karşı hassasiyet geliştirmesine neden olabilir. Bu hassasiyet nedeniyle bağışıklık sistemi, bu alerjenlere her temas ettiğinde tepki verir. Bu reaksiyonlar vücutta farklı şekillerde ortaya çıkabilir. Saman nezlesi, çocuklarda bu tür alerjenlere karşı gelişen en tipik reaksiyonlardan biridir. Genellikle bahar aylarında, bitkilerdeki polenlerin havada yayıldığı dönemin başlamasıyla, üst solunum yollarını etkileyen alerjik nezlenin ana belirtileri; burun akıntısı, hapşırma nöbetleri ve burunda kaşıntıdır. Ancak hastanın şikayetleri sık sık bu belirtilerle sınırlı kalmaz; gözlerde kızarıklık, yanma, kaşıntı ve sulanma gibi ek belirtiler de görülebilir.